Murathan Mungan:
"Kedi cama inanmaz, ben zamana"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006
Murathan Mungan 50 yaşında hâlâ pek çok şeye inanamıyor. Geçen yıllara, yazdıklarına... Sanmayın ki yaşıyla ya da yazdıklarıyla bir sorunu var. Çünkü o zaten yaşsız olmayı hedefliyor. Yazdıkları içinse "Türkiye'nin benimle daha üç kuşak işi var" diyor. Metis Yayınları'ndan çıkan kitabı "50 Parça" da bunun bir göstergesi. Mungan bu kitapla romandan öyküye, denemeden şiire, şarkı sözünden oyuna, pek çok tamamlanmamış işi, şimdiden geleceğe bir gün tamamlanması için uğurlamış gibi görünüyor...

"Parça" sözünde bir yanıyla yarım kalmışlık, dolayısıyla hüzün, umutsuzluk var, bir yanıyla da tamamlama umudu... Parça sözü sizde neyi karşılıyor?

Sıradan anlamının yanı sıra parça sözcüğünün felsefi bir derinliği var, parça dediğiniz anda bütüne ilişkin gizli bir göndermeyi de inşa etmiş oluyorsunuz. Bir şeyin parçası olmaktan parça parça olmaya kadar... Aynı zamanda ayrılık sözüdür, "sen benim canımın parçasısın" dediğimizde, o kişi her an ayrılabileceğimiz kadar içimizdedir. Birçok anlam çağrıştıran sözcüklerde olduğu gibi, parça sözünde de diğer anlamlarından uzağa düşmesinin getirdiği bir hüzün var. Zaten sözcüklerin katmanları olmasa, biz niye şiirle uğraşalım, edebiyat yapalım...

40. yaş dönümünüzde de "Murathan 95"i hazırlamıştınız, o geçmişe dönük, retrospektif bir yapıdaydı, "50 Parça" ise geleceğe dönük. Yaşlandıkça umut artıyor mu?

Geçen 10 yıla inanamıyorum zaten. Aslında kedilerin camlara inanamaması gibi, ben de zamana inanamıyorum. Evet, "Murathan 95"te geçmişten toplananlar vardı, burada da- eğer öyle bir şey varsa tabii - gelecekten topladıklarım var. Bir de çeşit bakımından yazı gardırobum zengin olduğu ve yeni fikirler üretmeyi sevdiğim için, tezgâhımı bu şekilde sunacak malzeme vardı elimde.

Zaten kitap sizden parça parça izlerle başlıyor. Çocukluğa, yaşa, zamana, ölüme güzelleme gibi...

Böyle bir kitaba böyle bir başlangıç yapmaktan daha doğru ne olabilir ki...
       Bir şairin, 50 yıl önce terk ettiği yere dönerek benim 50 parçama, gezegenime gelmesiyle başlıyor kitap. Oradan çocukluğumun en önemli izlerinden biri olan bir tren yolculuğuna bağlanıyor. Bir yandan da Mardin'den yavaş yavaş "Kadından Kentler", "Eldivenler" gibi hikâyelerle İstanbul'a geliyoruz. Sonra bir ara verip kent ozanı Murathan'dan 15 şarkılık bir konser veriyorum. Kitabın giriş ve çıkış kapıları, roman ve deneme ve ikisi de şiir üstüne. Kitabın tam ortasında ise kitabı açıklayan bir yazı var. Tüm bunların art arda dizilmesinin getirdiği bir tını, akış, duygu bütünlüğü var.

Bu kadar parça parça, farklı alanlarda ve çok yazan biri için hatırlamak ne demek?

Hatırlamak, bazen engel, bazen yol aldıran bir şey. Kendinizi yapmanıza, geçmişi anlamlandırmanıza yaradığı gibi, geleceğinizin teminatı da olabiliyor. Nasıl hatırladığınız önemli. Şu sıralar mesleki anılarımı yazıyorum, kitabın adı hazır: "Ben Böyle Hatırlıyorum". Çünkü herkes başka türlü hatırlar. Çoğu kez algılama farklılıklarından, kimi zaman suçluluktan, yüzleşmekten, sorumluluktan kaçmaktan ötürü başka türlü hatırlarız. Başka türlü hatırlarken de samimiyizdir. Bu benim uzak durduğum bir şey. Kendimde marazi bulduğum bir özelliğim gerçeklik duygumdur. Ne pahasına olursa olsun gerçeği, hep gerçeği istemişimdir. Hakikati güçlü bir yazar olduysam bu, gerçek takıntımdan ötürüdür. Böyle bakınca, hatıra bende şimdiki zaman mutsuzluğu değil, yaşadıklarımı tartma bilgisidir. İyi bir yazar geçmişten, şimdiden ve gelecekten iyi bir şekilde geniş zaman yapmayı bilen kişidir.

Etrafında dönüp durduğunuz, sizin her zaman temel beslenme alanınız olan çocukluk, 50. yaştan nasıl görünüyor?

"Paranın Cinleri"ne kardeş gelecek bir kitap, "Harita Metod Defteri" karşılayacak aslında bu sorunun cevabını. Kendimde şunu fark ettim: Diri ve zinde olmayı hep önemsedim, ama ne 50 yaşında olmaya, ne de genç kalmaya çalışmışım. Adını sonradan koydum ama ben galiba yaşsız olmayı amaçlamışım. Bunu da ancak yüklerimden kurtulmayı, zamanın üzerinden gülümsemeyi, içimi korumayı deneyerek yapmışım. Bu da kelimeleri sevmek, onlardan hayat yapmak...

-50 yaş hakkında hep olumlu şeyler söylüyorsunuz. 50 yaşın insanı katılaştıran, körleştiren yanları yok mu?

Olmaz olur mu... Bir kere organlarımızın usul usul ölüşü var. Kırışıklıkları insanın hiçbir şey olmamış gibi kabul etmesi kolay değil, ama kabul ederken taşımayı bilmek önemli. İnsan çok dayanıklı bir canlı. İnsan tabiatla zıtlaşarak değil, öğrendikçe, yenilendikçe genç ve diri kalır.

Peki, fikren?

Katılaştığımız yerler var tabii. Eskisi kadar için acısın, canın yansın istemiyorsun. Örneğin bazen bana " önyargılısın" derler. Ben de "o önyargıları 40 yılda biriktirdim" derim. Hayatın öğrettiklerini yok saymak mümkün mü? Bir de yaşla beraber akıl daha çok devreye giriyor. Bu nedenle risk alma, yanlış yapma korkularını iyi denetlemek gerekiyor, fazla denetim insanın bitmesine yol açabilir. Ama Türkiye'nin benimle daha üç kuşak işi var. Kimse acele etmesin, daha buradayım.

Bu güven mi, inanç mı? Okunmazsanız ne hissedersiniz?

Ben "Geyikler Lanetler"i yazmış adamım. "Metal"i yazdıktan sonra artık şiiri bıraksam ne olur ki? Mesela "Eteğimdeki Taşlar" kitabındaki "Sağ" şiiri de ölmeme müsaade etmez. Elbette bunları söylerken narsisizmle akıl ilişkisi kurmadığımı sanmayın. Doğası gereği sanatçı zaten narsistir ama narsizmini, yani o vahşi hayvanını evcilleştirmediği zaman kendine düşman olacağını bilerek taşımalıdır. Bir de her narsist kendini seviyor zannetmeyin. Örneğin bakıyorum da, ben hep yaralı narsistlere âşık olmuşum. Şimdiyse yaralı narsist gördüğümde kaçıyorum. Çünkü kendine âşık olup kendini sevmeyen insanlardır onlar.

Çok kitaplı bir yazarsınız, üstüne üstlük şimdi diğerlerinin yanı sıra "50 Parça"lık yeni işlerinizden de haberdar olduk. Hep aynı dirilikte ve heyecanla devam edebiliyor musunuz?

Sanki bu halime inanamıyormuş gibi soruyorsunuz. Aslında ben de buna zaman zaman inanamıyorum. Bu sorunun yanıtı, "niye bu işi yapıyorum"a kadar gider. Şöyle anlatayım... Kimi genç ve ümitsiz arkadaşların sık sorduğu bir sorudur "Hayatın bir anlamı var mı?" sorusu. Ben bu sorudan erken yaşta vazgeçtim. Geldiğim nokta şu: Hayatın bir anlamı var ya da yok. Önemli olan benim hayata nasıl anlamlar kattığım, bulduğum... Sonuçta bu son kitap da dahil olmak üzere, tüm yaptıklarım yalnızlığın oyuncakları. Hep söylerim; sözcükler içimizdeki mesafeyi dilimizle kapatmak içindir, ama ben kaç parça olursam olayım, ne kadar sevilirsem, okunursam okunayım, boş sayfa karşısındaki yalnızlığıma kelimeler yetmiyor.

Çok yazdığınızın söylenmesinin sebeplerinden biri de böyle bir yazar türüne pek alışık olmayışımız mı acaba?

Nedense, dünyayı kategorize etmeden anlayamıyoruz. Etiketleyemediklerimizi ya yok sayıyor ya da onlarda bir arıza arıyoruz. Yazarlar niye birbirine benzesin ki? Bu zaten edebiyatın DNA'sına uygun değil. Çok yazan birinde, eğer bir kalite noksanı ya da konfeksiyon usulü bir tekrar varsa, bu kötüdür. Ama bir yandan da her yazar kendine seçtiği temaların, varoluş sıkıntısının etrafında döner. Yoksa "Bir önceki romanımda köyden kente göçü işlemiştim, dur şimdi de medya kirliliğini ele alayım" gibi siparişler, yenilenmek demek değildir ki.
       Her türlü iktidara aday olup beceremeyince de kendini "tutunamayan" kategorisine dahil etmekle çekirdeğindeki muhalifliği kaybetmemek aynı şey değil. Bu gibi trendy etiketlerin altında toplumsal ikiyüzlülüğün yansıması olan ucuz bir kurnazlık yatıyor.

Peki, okurunuzla nasıl bir ilişkiniz var? Okura karşı kışkırtıcı olmaktan bahsediyorsunuz. Kışkırtabiliyor musunuz?

Ben herhangi bir siyasi parti, dinsel cemaat, entelektüel ittifak biriminin güdümünde yaşayıp boy atmadım. İktidar kavramıyla hep mesafeli oldum. Bulunduğum yere tek tabanca gelmiş, birkaç kişiden biriyim. Nasıl mı geldim?Biz çocukluğunu, gençliğini 12 Mart ve 12 Eylül'de yaşamış bir kuşağız. Üniversitedeyken Halkın Kurtuluşu fraksiyonu içinde bulunmuştum, kalbim ve ruhum hala Deniz Gezmiş'in kardeşidir. Kimse bilmese de o biliyordur. Daha sonra ne kadar uzağında dursam da edebiyat dünyasında pek çok şeye tanık oldum, okurumu yıllarla oluşturdum. Arkamda pek kimse de yoktu. Kendimden bir kahraman miti yaratmaya çalışmıyorum bu sözlerle, bunlar seçimlerimdi. Ama yok olabilecek kadar yalnız bir varoluşu seçtim. O kadar yok olmayı göze alınca var oluyorsunuz zaten.
       Bir kere çok yazıyorsanız ve sevilmiyorsanız, sizi önce okur yıkar. Okur benden bıkmadığı gibi, en eski şiir kitaplarım bile her yıl baskı tekrarlıyor. Ayrıca bir tane kötü kitap yazsam ne olur? Böyle bir lüksüm olamaz mı? Neden bütün bu edebiyat ürünleriyle bir kitle imha silahı ilişkisi kuruyoruz, niye onları sadece bir kitap gibi göremiyoruz? Kitap, birinin size 10 yıl sonra da temas edebilmesi ihtimalidir. Çünkü her okuyan gözün arkasında bir hayat vardır, sizin önceden bilmediğiniz bir hayat. Bu nedenle kitap açık olduğu kadar kapalıdır da. Kendi parmaklarının zamanı benim sayfalarıma yetmeyenlere ne yapabilirim ki?

Biraz önce bahsettiğiniz açıklığı, bütün kimliklerinizle var olmayı bir lüks olarak değerlendiriyorsunuz. Bu durumun size kaybettirdikleri olmadı mı?

Bütün ilişkilerimde doğrudanım. Bu bir kere zaman kazandırır. Farklı kesimlerden okurlarım var. Bazıları iki çocuk babası, heteroseksüel ve beyaz bir Türk olmamı tercih edebilirlerdi, ama doğrudan olmam onların bana ulaşmasını engellemiyor. Bu anlamda kendimi Türkiye'ye benzetiyorum. 25 yıl içerisinde hiçbir şeyimi saklamadan, ama mahremimi koruyarak, bütün gücümle muhalif kimliğimi koruduğuma inanıyorum. Ancak yazarlığımı da tüm bu kimliklerin üzerine inşa etmedim. Eğer sanatçı varoluşunuzu kimliklerinize endekslerseniz o kimlik mücadelelerinin seyreldiği noktalarda siz de ortadan kalkarsınız. İnançlarımızın sömürüye dönüşmemesi gerekiyor.

Politik kimliğinizle aktif süreçler yaşadığınızı, siyasi ütopyalarınızın olduğunu biliyoruz. Bugün daha mı durgunsunuz, kendinizi nereye koyuyorsunuz?

Biraz yorgunum. Kimse 25 sene boyunca aynı lafları etmekten hoşlanmaz. Ortada uzatmalı gerçekler var; 1978'de devlet tiyatroları özel kültür sanat kurumları olarak işlerlik kazanmalı, diyordum, bugün de. Ama hâlâ değişen bir şey yok. Yeni laflar ancak alınan yollardan sonra söylenir.

Bunun adı umutsuzluk mu?

Yorgunluğumu açıkladım, umutsuzluğumu değil. Bizde demokrasi olacaksa bana olsun gibi bir toplumsal ikiyüzlülük var. Kimliksel ahlaklar oluşturulurken kişisel ahlaklar oluşturulmuyor. Türkiye, kendi sosyolojisiyle yüzleşmemiş bir ülke. Böyle bakınca inançlarım, ütopyalarım, fantezilerim sadece beni bağlıyor. Dünya ciddi bir siyasi krizin eşiğinde, büyük anlatılar çöktü, postmodernizm çağı başladı deniyor... Böyle bir çağda aydın olmakla, 70'lerde aydın olmak aynı şey değil. İçinde yaşadığımız zaman ile bütün zamanlar arasındaki denklemi daha sakin gözden geçirmemiz, sınırlarımızı bilmemiz lazım. Ömrümüz nasıl bizim için sürekli bir varoluş bilinci oluşturuyorsa bu durum da öyle bir bilinç oluşturmalı. Bir de neden Türkiye'de insanlar sık sık ne kadar muhalif, solcu kaldıklarının imtihanını vermeye çağrılıyorlar, anlamıyorum. Bu bir süreç. Durun daha yeni başladık.
Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Amok koşucusu"
Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008
▪ "Edebî Maratoncu"
Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007
▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm"
Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008
▪ "Kadından Kentler"
, Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008
▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım"
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008
▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar"
Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008
▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim"
Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008
▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak"
Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008
▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım"
Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008
▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın"
Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008
▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007
▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!"
Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023
▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl"
Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014
▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı"
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014
▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken"
Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016
▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım"
Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017
▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim"
Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017
▪ "Merakı Bulaştırmak"
Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022
▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000
▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?"
Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001
▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor"
Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002
▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı"
Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002
▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız"
Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002
▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı"
Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004
▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir"
Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005
▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil"
Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005
▪ "Klonlanmak istiyorum"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005
▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar
▪ "Melodram her an hayatımızın içinde"
Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007
▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli"
Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007
▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık"
Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007
▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım"
Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007
▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011
▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı"
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014
▪ "Bu toprakların asli meseleleri"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X