| | Murathan Mungan: "Melodram her an hayatımızın içinde" Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007 Murathan Mungan, filmler hakkında yazdıklarını Kullanılmış Biletler adlı bir kitapta topladı. Kitapta sinemaya kişisel bakışını anlatan Mungan'la Türk Sineması, filmleri okuma biçimleri ve seyirci olmak üzerine konuştuk. Herhangi bir sanat dalı hakkında 'maaşlı çalışan' olarak yazı yazmak, ne kadar sevdiğiniz bir alan olursa olsun, bir süre sonra çoğu yazar için bir kısırdöngü haline gelir. Bazen de kuru bir profesyonelliğe saplanıp kalır. Hele de gazete gibi beklentilerin kısıtlayıcı olduğu bir mecrada yazıyor veya hayatınız boyunca kapalı devre bir üniversite ortamında düşünce geliştirmeye çalışmışsanız... İşte bu yüzden edebiyatçıların farklı sanat dalları hakkındaki yazılarında, daha önce pek değinilmemiş, zihin açıcı bakış açılarına rastlamak son derece olasıdır. Bir edebiyatçı olmanın ötesinde, bugüne dek ilgi alanlarının genişliği (ve tabii şaşırtıcı çalışkanlığıyla) hep bir 'kültür insanı' olarak hayatımızda yer alan Murathan Mungan'ın sinema yazılarının bir kısmını topladığı Kullanılmış Biletler, tam da buna hizmet ediyor. Mungan'ın tematik başlıklar altında, 30 yıla yayılan bir dönemden derlediği kitapta, klasiklere ve filmlere yansıyan sosyal olgulara dair uzun uzadıya çözümlemeler de var, yeni dönem filmler hakkındaki daha 'hızlı' bakışlar da. Mungan, akademik dilin bilgiçliğinden ve eleştirmen klişelerinden muaf diliyle, bizi kendi sinema dünyasına davet ediyor. Kullanılmış Biletler'in çerçevesini nasıl belirlediniz?Biraz eski zamanların ruhunu, benim yazımın ilk zamanını, benim o zamanki dilimi, atmosferi versin; biraz da o günden bugüne dünyaya, sinemaya ve hayata bakışımdaki, sanatla ve temalarla ilişkimdeki sürekliliğe işaret düşürsün istedim. Yazıların bir araya gelmesinde bir bütünlük fikri de vardı. Çünkü ne yazarsam yazayım, yazdığım şeyin bir edebiyatçının elinden çıkma bir metin olduğunun anlaşılmasını isterim. Bunu eline alacak herhangi bir okur için, tıpkı bir roman ya da hikâye kitabı gibi belli bir sürekliliği olan, aynı zamanda belli bir sürükleyiciliği de olan bir kitap çıkarmaya çalıştım. Yaklaşımım, sinema seyrederken kendime kurduğum açıyı, okura ve seyirciye transfer etmek oldu. 'Bak bu bir yaklaşım biçimidir, bir görme biçimidir' fikrini geliştirdiysem, o zaman bütün filmler için işleyecek bir makine armağan etmişimdir. Bir ikinci sinema kitabı yazar mıyım, bilmiyorum. Ama yazarsam herhalde adı Yeni Biletler olur. Sinema yazıları öncelikli alanınız olmadığına göre, bir filmin, sizde üzerine yazı yazma arzusu uyandırması için, ne gerekir?Filmlerden ziyade filmlerin bana üzerinde söz söyleme imkânı sağladığı zeminle ilişkiliyim. Diyelim ki Todd Solondz'un Storytelling'i (onun hakkındaki yazıyı alamadım kitaba). Derdim, Solondz sineması üzerine söz almak değil. Oradaki zenci öğretmen-tecavüz ilişkisi, cinsel tahrikle ırk arasındaki ilişkiye Amerika'da gösterilen tepkileri ideolojik açıdan sorgulama imkânı veriyor bana. Bu anlamda belki kitap filmlerden çok, temalar üzerine. Kitapta 'yazarak düşünmek'ten bahsetmişsiniz. Biraz açabilir misiniz?Düşünmenin bir biçimidir yazmak. Arayışlarını, çağrışımlarını hızlandırır. İfade etme gayreti, ilişki kurmanı da sağlar. Şimdi Yedi Kapılı Kırk Oda'yı bitirdim. Orada şöyle bir cümle var, "Bazı anlar, içinde yaşanılırken değil, yazıldıklarında görülürler." Tam da bunu anlatmaya çalışıyorum. Bazen filmler heyecanlarımızı kandırır, heyecanlarımız da bizi. Ama eve gelip de düşündüğünüz, o işin sır tabakası biraz döküldüğü zaman, daha sessiz sakin kaldığınızda, filmi yeniden görürsünüz aslında. Nasıl bir seyircisinizdir?Bir kere sinemaya büyülenmek için giderim. Mümkün olduğu kadar saf, çocuk gibi bir seyirci olmaya çalışırım. Filme kendimi teslim etmeye hazırımdır ama bu saflık, aptallık anlamında bir saflık değil. Eğer yönetmenin üçkâğıtlarını seziyorsam, filmin var olma nedenleriyle ilgili sıkıntılarım ortaya çıkıyorsa, o zaman uyanırım, bir tür eleştirellik kazanırım. Dikkat ediyorsan, kitapta hemen hemen bütün türler hakkında üç beş lafım var. Bu filmlerden de örnek veriyorum. Çünkü mesela orada bir olgu, o konuda söz söyleme sahası tanıyor bana. Melodrama epey geniş yer ayırmışsınız.O biraz şuradan kaynaklanıyor; polisiye, aksiyon gibi türleri de çok seviyorum ama, melodramın bütün malzemesinin her an içindeyiz. Aşk ilişkisi, ana-baba-çocuk ilişkisi, melodram türünün triklerini ve klişelerini içinde barındıran çok zengin bir dünya. Melodramla ilişkim daha dikkatli bir ilişki, daha kuşatıcı. Belki de bir anlamda aşk ve nefret ilişkisi. Çünkü melodram, aynı zamanda karşı melodramla var oluyor günümüzde biliyorsun. İlişkilerimiz, hayatımız ve öz benliğimiz, öz isteklerimiz sandığımız ama çoğu kez bize giydirilmiş olan, bize sandırılmış olan şeylerdir. Günümüzde ideolojik anlamıyla sinema bunun en güçlü aygıtlarından biri. Bize sandırmak için film çekiliyor. Romanlar bize sandırmak için yazılıyor. Nitekim kitapta kimi zaman daha açıkça, kimi zaman örtük olarak söz aldığım saha bu. Bu yazılarla birtakım filmleri ve de hayatı seyrederken bir tür farkındalık yaratabilmişsem, çok sevineceğim. Çünkü seyirciliğin aynı zamanda belli bir farkındalık gerektirdiğini düşünüyorum. Tabii ki aynı zamanda bir haz ilişkisi. Bir parantez olarak şunu da ekleyeyim, bazen insanların suçlu zevkleri de olmalı. Kötü kovboy filmlerinden ya da kitch şeylerden hoşlanmak gibi. İnsan onunla mesafesini bir zihin mesafesi haline getiriyorsa, o zevk alanı benim için özgürlük alanıdır. Yeşilçam’ın algılanışında son yıllarda yaşanan değişim hakkında ne düşünüyorsunuz? Kült film gibi kavramlar yükselişe geçince eskiden burun kıvrılan bir sürü eski film prim yaptı ve o filmleri yapan insanlar da "Bakın işte biz halkın sinemasını yapıyorduk, sinema yazarları bizi anlamadı," demeye başladı.Çok net olarak, büyük çoğunluğu kötü filmlerdi. İnsanlar gençliklerini özlemeleriyle filmin iyiliğini kötülüğünü karıştırıyorlar. Sapla samanı karıştırmamak lazım. Lütfi Akad'ın, Halit Refiğ'in, Metin Erksan'ın bir dolu iyi filmi vardır ve bunlar da zaten bilinir. Ama Lütfi Akad'ın her çektiğinin bir Vesikalı Yarim olduğunu sanmak, bir kere Akad'ın macerasına ters. O da biliyor neyi nasıl çektiğini. Bu, şunun gibi, son dönemde hani Yeşilçam şarkılarını yeniden dinlerken sanki Mozart bulmuş gibi yapıyoruz. Bu tamamen suni, bir karşılığı olmayan, televizyonun ve müzik piyasasının açlığını gidermek için ortaya çıkan sahte bir iştahın ürünü. Elbette hepimizin hatırası var o eski şarkılarla, filmlerle, ama bunları 'kadri kıymeti bilinmemiş Türk klasikleri' diye sunmanın anlamı yok. Buradaki sahtelik bize bir tarih kazandırmaz. O dönem çekilen tarihi filmlerin ne kadar ırkçı, faşist ve aslında ibretle gösterilmesi gereken filmler olduğunu görmezden gelemeyiz. Bizim Türk Sineması'yla ilişkimiz, duygusal bir ilişki. Dolayısıyla bunlara kaldıramayacakları sıfatlar yüklemeye gerek yok. Bugünkü Türk Sineması'nı nasıl görüyorsunuz?Yurtdışından baktığın zaman sen bir Türk Sineması'ndan söz edebiliyor musun? Hayır. Bir kere böyle tıkanıklık var. Tek tük Nuri Bilge Ceylan gibi auteur'lerimiz ya da Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak gibi tek tük iyi filmler var ama bir Türk Sineması'ndan söz edilemiyor. Şimdi televizyon ve reklam sektörü teknik bir altyapı geliştirdi. Artık bu işten ekmek yiyen insanlar çıktı. Bunlar sinema yapmak istiyorlar, ama benim gördüğüm örneklerinde, hiçbirinin ne bir sözü ne de bir derdi var. Kimseyi incitmek istemem ama, film çekmek için kör bir heves dışında, filmlerinde bir şey göremiyorum. Sinemanın plastik bir dili olduğunun farkında değiller. Peki, şimdilerin sinema dergilerini nasıl buluyorsunuz?Hepsi için söylemiyorum. Fakat bugün çıkan sinema dergilerinin çoğu, benim zamanımda çıkan Videosinema gibi dergilerden farklı olarak, dağıtım firmaları broşürü gibi çıkıyor. O filme gişe sağlama kaygısının fazlasıyla görüldüğü dergiler. Zaman zaman ben de kendime "Acaba bir hatıra sevgisiyle mi bu konuya yaklaşıyorum?" diye sormuyor değilim. Ama bir Yedinci Sinema dergisine baktığımdaki zevki almıyorum bu sinema dergilerinden. Sözü olmayan, özel bir bakışı olmayan, kışkırtıcı ve yenilikçi olamayan bir sürü yazı okuyorsunuz. Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri ▪ "Beşi bir romanda!" | Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004 | ▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar" | Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004 | ▪ "Amok koşucusu" | Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008 | ▪ "Edebî Maratoncu" | Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007 | ▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm" | Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008 | ▪ "Kadından Kentler" | , Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008 | ▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım" | Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008 | ▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar" | Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008 | ▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim" | Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008 | ▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak" | Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008 | ▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım" | Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008 | ▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın" | Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008 | ▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..." | Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007 | ▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!" | Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023 | ▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl" | Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014 | ▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı" | Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014 | ▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken" | Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016 | ▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım" | Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017 | ▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim" | Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017 | ▪ "Merakı Bulaştırmak" | Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022 | ▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!" | Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000 | ▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?" | Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001 | ▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor" | Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002 | ▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı" | Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002 | ▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız" | Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002 | ▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı" | Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004 | ▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir" | Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005 | ▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil" | Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005 | ▪ "Klonlanmak istiyorum" | Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005 | ▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!" | Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar | ▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana" | Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006 | ▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli" | Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007 | ▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık" | Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007 | ▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım" | Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007 | ▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi" | Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011 | ▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı" | Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014 | ▪ "Bu toprakların asli meseleleri" | Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014 |
|