Murathan Mungan:
"Klonlanmak istiyorum"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005
Murathan Mungan 50. yaşını, masasındaki on bir ayrı yazı dosyasından topladığı 'Elli Parça' ile kutluyor. 50 yaşında göstermemekten de mutlu, masasında duran, aslında 80 ayrı yazı dosyasıyla kurduğu poligamik ilişkiden de...

Elinize bir kitap aldığınızda sayfalarını koklayanlardan, kapağını okşayanlardan mısınız?

Öyleyim ve kitapla nesne olarak da ilişki kurulması gerektiğine inanıyorum. Kitabı tutkuyla sevmek, tutkuyla raflara yerleştirmek... Bazı kitapları sadece kapakları için elimden çıkaramam. 'Şairin Romanı' adlı ilk bölümde Bendag'ın kendine defter aldığı bir yer vardır: Oradaki kâğıt ve defter duygusuna sahip olmadan yazı yazılabilir mi ayrıca? Ben kitap kapaklarımı asla çiziktirme olarak görmedim. Kitabın yüzünü çok önemsiyorum.

Elli Parça, üzerinde hiçbir şey yazmayan kapağıyla okuyucuya ne diyor?

Bülent Erkmen'le birbirimizin zevklerini biliyoruz, hem de yakın şeyler çıkartıyoruz ortaya. Bitmemiş kitaplardan oluşan bir kitabın yüzünün bomboş olması, yüzünü zamana teslim etmesi, benim doğrusu çok hoşuma gitti. Murathan 95'i hatırlatan magenta pembesini sevdim. O simli dokunun isteyene uzay, bana da üzerinde dans edebileceğim bir pist hissi vermesi hoşuma gitti. Belki okur bambaşka bir şey alır. Başlıkların alttan geçişi, bütün yazının neredeyse yekpare akıyor olması benim macerama çok uygun ayrıca.

Devamları kim bilir ne zaman gelecek kitapların bir ucunu okuyucuya böyle gösterip de kaçmanın kalleşçe bir yanı yok mu?

Kabul et 'kalleş' ağır oldu. Ben sorayım, bunu hak edecek bir yere gelmediğimi mi düşünüyorsun?
       Tamamen okur şımarıklığımla soruyorum diyelim.
       Bir kere bu her zaman yapılacak bir şey değil. İkincisi bir yazar kalkıp da dört romanın girişini yayımlasa çok sevimli olmayabilir. Benim yazarlığımın gardrobu bu tür oyunlar oynamama, kostüm değiştirmeme müsade ediyor. Ursula K. Le Guin "Lafı fazla uzatmayın. Aslında hepimiz birer gösteri sanatçısıyız" diyor. Biz gösterimizi yazıyla yapıyoruz; bunu şık yapmak önemli. Bu tür kitaplar benim için bir tür enstalasyon sanatı. O metinlerin başka bir kubbede bir araya geldiklerinde nasıl yankılanacakları önemli benim için. Dediğin, bazı filmleri izlerken yönetmene "onu yapma, onu öldürme" diye seslenişimizi anımsattı. Önüme böyle bir kitap gelse, ben de bu şımarıklığı yapabilirdim, anlayabilirdim belki seni.

Sevdiğiniz bir ressamın üzerinde çalıştığı tamamlanmamış tuvallerinden oluşan bir resim sergisi hoşunuza gider miydi?

Roman için tamamlanmamış diyebilirsin, ama öyküler başlıyor ve bitiyor. Kadından Kentler'in aslında sekiz tanesini bitirdim, ama kitapta üçü var. On bir dosyayı üst üste koydum, bitti de değil zaten. Başka bir gezegende geçen bir hikâyeyle başlaması, Doğu'ya gelmesi, oradan büyük kentlere, Batı'ya geçmesi benim Mardin'den gelişimi anlatan, seçtiğim bir yapı. Okuyucuya bir duygu vermek istiyorum. Bir de okur bu kitaptan sonra bana bir şeyler söyleyecek. Bu kitapla on bir kuyuya taş attım; şimdi yankı bekliyorum. Okur beni nasıl kışkırtacak, nasıl yönlendirecek?

Okur yönlendirebilir mi sizi?

Kulağım çok açık, dinleyeceğim tabii.

Ya kötü etkilenirseniz?

Türkiye'de yazı yazıyorum, artık baş edemeyeceğim bir kötü etki yok benim, bunu unutma. Ben eleştirilerden çok yararlanırım, kulağımı kime açıp kime kapayacağımı çok iyi bilirim. İnanmadığım bir şeyi bana yaptıramazlar. Ayrıca boğa burcuyum; inat ve sebat burcu.

Sahne sanatlarından farklı olarak yazarın yazı masasıyla okuyucu arasında bir zaman dilimi var. Siz bu süreleri sekiz, on seneye çıkarıyorsunuz bazen. Bir gazetecinin aslında sizin sekiz sene önce ateşlendiğiniz bir mevzu üzerine soru sorması, bu senkron kayması yorucu değil mi?

Bunu sorduğun için teşekkür ederim, çünkü bu yüzden klonlanmak istiyorum. Klonlansam, hepsi bitse, ben de rahatlasam, okur da... Mesela Hitit döneminde geçen bir oyun için benim evimde bir Hitit uzmanının evindeki kadar kitap var. O uzayan sürelerde ben kendimi malzeme için okula gönderiyorum. Bu işler takıntılı olmadan yapılacak şeyler değil. Allahaşkına kim saatlerce yazı masasına oturur da yazı yazar takıntılı olmasa! Popüler bir yazar olmak isteseydim, ben popülersem bu kendime rağmendir, dünyanın temaları, trendleri belli. Ama bu bana yetmiyor, başka bir şey bulmam gerekiyor. Benim motivasyonum yetinmezliktir. İkincisi kafam çok fazla şey üretiyor. Çocukluğumda başlamıştı bu, o zamanlar da film konuları yazardım.

Nasıl konular?

Sekiz-dokuz yaşında yazacağın konudan ne olur! Bir iki sene sonra karşına gerçeği çıkıyor zaten. Mesela birbirine âşık kızla oğlanın sonradan kardeş çıkması fikrini ilk ben buldum sanıyordum. Büyük hayal kırıklığı olmuştu, ciddi haksızlığa uğradığımı düşünmüştüm. Bir de fantastik bir film hikâyem vardı. Allah olmak sırayla olan bir şeymiş, biri ölüp, bir süre Allah oluyormuş... Bütün bunların yazıldığı defterler dolu.

Duruyorlar mı?

Yaşınızı bilemeyeceğim, ama biz 80 darbesini gördük, ne defteri... Yerli, yabancı renklerine göre ayırdığım, yönetmenlerine yıldızlar verdiğim sinema defterlerim vardı. Diyeceğim şu ki, bütün bunlar insana bir yazı terbiyesi, kelime sevgisi veriyor. Şimdi böyle sular seller gibi konuşup, sular seller gibi yazıyorsam, arkasında bunlar var. İnsan durduk yere bir şey olmuyor.

Elli Parça'nın parçaları kendi bütünlerine ulaştıklarında, bu kitabın hükmü kalmayacağı için mi bir daha basılmayacak?

Hem öyle, hem de bu özel bir kitap. 2005 İstanbul Rehberi, 2007'de niye bir daha basılsın. Ya da diyelim Susan Miller'ın 2005 Yıldız Falı Kitabı... Çok rasyonel açıklayamam, ama hayatımda yeni bir dönem başlıyor gibi hissediyorum. İkinci kere elli yaşında olmayacağım. Kutlama duygusu güçlü bir insanım. Bunlar burjuva alışkınlarıdır derdik, ama ben hep sevdim yılbaşlarını, doğum günlerini... Eğlenmek için bahane, çalışmak için vesile yaratmayı seviyorum çünkü. Fiesta duygusu güçlü bir adamım, hem fena mı oluyor?

Daha önce andığınız, ama Elli Parça'da yeri olmayan projelerin hesabını soramayacak mıyız? Mesela bir Edip Cansever kitabı yazmak istiyordunuz...

İki Perde diye bir kitap yaptım onu, çok da ilerledim. Aslında böyle çok sözüm var. Elli parça ne demek, aslında kafamda seksen parça var benim, adım deliye çıkmasın diye bahsetmiyorum. Hepsiyle ilişkim sürüyor, bitmeleri daha kötü. Ben poligamik bir yazarım.

Niye kendinizle bu kadar yarışıyorsunuz?

Benim gibi kreatif bir adamın mükemmeliyetçi olmaması lazım. "Çok güzel bir fikir bulmuş, ama tam olmamış" dedirtmemeliyim kimseye. Yoksa daha fazla da olabilirdi. Aslında tabiata, zamana aykırı bir şey yaptığımı biliyorum, ama ben buyum, bunu kabul ettim. Nefesim yettikçe koşacağım. Bazı boğalar kendilerini çalışarak öldürürler diye bir laf vardır, o anlamda çalışma hayvanıyım. Okur olarak da böyleyim. İştahım çocuk iştahı, ama neyse ki sonuçları öyle olmuyor.

Yazmaya başladığınızda imzaya önem verirken, zaman içinde önemin nasıl yazıya kaydığından bahsetmiştiniz bir kez. Takma isimle bir kitap çıkartıp ortaya atmak, böyle bir oyun, bir cesaret gösterisi çekmedi mi canınız hiç?

Cesaret gösterisi değil, bir kaçaklık da olabilir bu. Belki en başta yapabilseydim, anonim bir kimlikle yaşayıp, farklı adlarla kitap yazmayı çok isterdim. Artık olmaz, bir kere üslubum çok güçlü. Yazımın DNA'sı, parmak izim belli benim. Türkiye'de böyle bir şansım yok artık. Bir sürü örneği var, bir ay sonra deşifre olacak bir şey için böyle bir oyuna gerek yok. Kimse şöhret olmayı umursamadığını da söylemesin. Şöhret konusunda Tori Amos'la aynı şeyi söylemişiz: "Şöhret çok iyi bir öğretmendir, ama sen iyi bir öğrenciysen." Ben şöhretten çok şey öğrendim.

Nazar boncuğu takmışsınız gömleğinize. Çok mu göz var üzerinizde?

Evet, ben çok nazar topluyormuşum. Üstelik benim üzerimde nazar boncukları çatır çatır çatlar. Başlarda "Niye demir tüccarı olmuyorum, niye borsaya girmiyorum?" diye düşünür, sanat ve kültür hayatının bir ruh asaleti taşıdığına sonucuna varırdım. Aralarından o kadar büyük bir fark olmadığını anlamak büyük hayal kırıklığı; insan bunu da taşımayı öğreniyor. Yıllardır taşıması zor bir duyguyla yaşıyorum ben: kıskanılmak duygusu. Zeki ve dışlanmış olduğunuzda kötü olmak çok kolay. Sanatı ben ruhumun tekâmülü için de seçtim, sadece bir varoluş olarak değil. Belki ortaçağda yaşıyor olsaydık, din yoluyla yaşayacağım bir şeyi sanatla yaşıyorum.

Bir tarikat lideri mi olurdunuz?

Liderlikten sıkılırım. Şu birikimi, zekâmı, aklımı başka bir şeye yatırmış olsaydım bugün medya patronu olurdum örneğin. Kendini nasıl yapmak istediğinle ilgili. Bendag elli sene sonra doğduğu yere geliyor. Yüzünü yabancı bulanlara, "ben burada yaşarken de öyleydi" diyor. İşte bu tam benim duygum. İstersen varoluşla başlayalım. Belki bu dünyaya atılmışım, belki bu gezegenden değilim; bunu kimse bilmiyor. Hepimizde yok mudur "benim burada ne işim var" duygusu? Bir de eğritilik... Bazen sanatçı olduğum için, bazen farklı olduğum için... Ben çok erken yaşta, çocuklarla oynarken farklı olduğumu biliyordum.

Arkadaşlarına benzememek çocukken ezmez mi insanı?

Çok ağır değil mi? Neredeyse doğuştan diyebileceğim bir başkalık ve farkındalık durumu bu. Bu size aynı zamanda yalnızlığı kullanma bilgisini de kazandırıyor olabilir. Omayra kitabında demiştim galiba, ben yalnız olmayı bilmeyenlerin beraberliğine inanmam.

Size aşk üzerine çok soru sorulması bizim zaafiyetimizden mi, sizin güzel tarif edişinizden mi?

İkincisini de kabul edebilirim, ama aşk ve ölüm bizim hâlâ bilinmezimiz. Bu kitapta yer almayan, Kadından Kentler'de bir öykü var. Yazdıktan sonra, "oh be ne güzel demişim" denir ya, orada çok genç yaşta intihar eden bir kızdan söz ederken, gençken ölüm de aşk gibi mümkündür diyor kahraman.
       On beş yaş intihar yaşı olarak bilinir, aynı zamanda büyük 'passion'ların yaşıdır. İnsan hayatı öğrendikçe, bir sürü şeyle beraber intiharı ve aşkı uzak tutmayı öğreniyor.

İntiharı düşündüğünüz oldu mu hiç?

Olmaz olur mu? Ama benim çok güçlü bir yaşama içgüdüm var. Timsah Sokak Şiirleri'ndeki Kayalıklar şiirini hatırlatırım. O dönem intihar hayali kurmak, kendi hayatını melodramatik bir malzeme olarak gören genç ve duygulu biri için vazgeçilmez bir şeydi. Geçen gün bunu kelime olarak düşününce yine ürperdim. Ben hayattan caymayı anlayabiliyorum, ama yazıdan caymayı anlayamıyorum. Cesare Pavese'nin, Virginia Woolf'un daha yazacak çok şeyi vardı. Yazıda vardığım yerden nasıl cayabilirim?
Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Amok koşucusu"
Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008
▪ "Edebî Maratoncu"
Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007
▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm"
Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008
▪ "Kadından Kentler"
, Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008
▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım"
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008
▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar"
Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008
▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim"
Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008
▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak"
Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008
▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım"
Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008
▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın"
Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008
▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007
▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!"
Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023
▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl"
Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014
▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı"
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014
▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken"
Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016
▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım"
Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017
▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim"
Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017
▪ "Merakı Bulaştırmak"
Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022
▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000
▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?"
Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001
▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor"
Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002
▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı"
Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002
▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız"
Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002
▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı"
Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004
▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir"
Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005
▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil"
Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005
▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar
▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006
▪ "Melodram her an hayatımızın içinde"
Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007
▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli"
Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007
▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık"
Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007
▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım"
Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007
▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011
▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı"
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014
▪ "Bu toprakların asli meseleleri"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X