| | Murathan Mungan: "Amok koşucusu" Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008 Okur, Murathan Mungan’ın öyküleriyle, henüz Mungan yirmilerinin başındayken edebiyat dergilerinde tanıştı. Yazarın ilk kitabının yayımlanmasının üzerinden ise 28 yıl geçti. Geçen seneyi beş kitapla kapayan Mungan’la son kitabı Kadından Kentler, hikâyeciliği ve edebiyat üzerine konuştuk.
Öncelikle kitabın kapağı çok iyi olmuş. Neş’e Erdok fikri kimden çıktı?Bu kitap için aklımdaki tek isim Neş’e Erdok’tu doğrusu. Birlikte bir tarama yaptık. Seçtiğimiz şey, kitabın içini iyi anlatıyor. Kadın kuaförleri, taşranın bütün kentlerinde vardır ve kadın kimliğine işaret düşüren bir meslektir. O yüzden yakıştığını düşünüyorum. Öykülerde erkekler fonda kalmış, kadınlar farklı sosyal sınıflardan, kültürlerden, farklı ilişki biçimlerinden, ama hep bir açmaz içerisindeler. Bu sizin kadınlara yönelik gözleminiz mi, yoksa 2003’den beri projelendirdiğiniz, düşündüğünüz şeyin şekli mi?Kafamda kitabı format olarak görüyorum. İki kadının karşılaşması, birinin bir aydınlanma anından geçmesi, o sırada öğrendiği herhangi bir şeyin hayatında zihinsel bir yol ayrıma işaret etmesi, yani. Buna karar verdiğimde ister istemez ruh çağırır gibi öyküleri çağırıyorsunuz. Erkekleri biraz geriye aldım, çünkü olmak meselesini, kadına ait herhangi bir problemi erkek zulmüyle açıklamanın dışında bir alan açarak sorgulamak istedim. Öykülerin çoğunda erkekler muhlis, yumuşak, en fazla sığ ya da sıradan, yetmez; ama öyle olsa ne değişir. Yani ortada kimlikle ilgili, var olmakla ilgili başka düğümler de var. Yani olmak meselesi etrafında kadın olmak. Hepimiz bu gezegende çeşitli kimlikler etrafında var olurken, olmak meselesi etrafında neler yaşıyoruz? Yani kitap esas bu sorgulama etrafında şekillendi.Bunu yazmaya başladığınız birinci günden itibaren düşünmüyorsunuz. Yavaş yavaş şekilleniyor. Süreç içinde oraya bir çatı, buraya bir pencere açıyorsunuz. Zaten siz yazmayı, mimari bir projeye sık sık benzetirsiniz. Özellikle öykücülüğü. Ama 2007’de beş kitap çıktı mesela. Geriye dönüp, şiirleri toparlıyor, derken sinemayla akrabalığınızdan bir Kullanılmış Biletler çıkıyor. Öykülere bakıp, yazıyor, düzeltiyorsunuz... 2010’dan sonra dinleneceğim, merak etmeyin. Çalışırız tabii ama, bu tempoyu biraz rölantiye almak kararındayım. Ama Kadından Kentler’le çıkmayı planladığınız turne gerçekleşecek değil mi?Evet, 16 kenti gezeceğim. Amacım o 16 kentte kendi sesimle, o kentte geçen öyküyü, oranın insanlarına okumak. Sonuçta kitap dediğiniz şey bir bulmaca kutusu. Herkes kitabı kendi hayatıyla, yani kendi birikimiyle okur. Nitekim erken okuduğumuz kitapların kıymetini bilmeyiz, bazı kitaplara geç kalırız. Dolayısıyla ne kadar okur varsa, o kadar kitap vardır. Kitap bu bağlamda okudukça zenginleşen, çoğalan bir şey. Tabii ki bu teması önemsiyorum. Kadınlar üzerinden Türkiye haritası gibi. Hikâyelerin mekânlarıyla kesişecek misiniz turnede?Evet. Ömer Çavuş kahvesiyle başlayacağız İzmir’de. Kitabın ilk öyküsüdür. Ama tabii turnenin dizimiyle, kitaptaki öykülerin dizimi aynı değil. Ulaşım haritasına göre bir turne yaptık. Peki bütün o kentler, mekânlar sizin için tanıdık yerler mi?Hayır. Mesela Ankara’da geçen ‘Burası Ankara İl Radyosu, şimdi…’ öykünüzde mekânlar çok sıcak, çok bildik bir ağızdan çıkmış. Bildiğiniz, zaman geçirdiğiniz bir kent olduğu o kadar bariz ki, keza diğer öykülerde İstanbul’a yapılan göndermeler de öyle.Ankara öyküsünde şey de var, benim Türk müziğine olan tutamadığım hayranlığımın yansıması, farkındayım. O tür şeylerde tabii birinci tekil şahıs ağzından kullandığınız öykülerde sahicilik elde etmek için başka şeyler de gerekiyor. Ama genel olarak kentlerle kadınlar arasında ilişki kurarken, kenti o şehrin yerlisi bir kadınla tarif etmekten kaçındım. Yani zaten kitabın amacı, İstanbul’un odak olduğu ve tüm taşranın giyimiyle, kuşamıyla İstanbul’a baktığı hikâyeler. Taşranın tarihi de biraz öyledir. Benim çocukluğumda da öyleydi, beyazperdeden İstanbul’a bakardık. Hikâyelere dönersek, okur kadar biz o kenti tanıyoruz, okur kadar biz o kente yabancıyız. Ama böyle yaptığın zaman, bunu mahalli bir sorun olmaktan da çıkarıyorsun. Mardin’de geçen öykünüz var mı kitapta?Özellikle almadım. Mardin’le ilgili çok fazla yazdım, okurdaki bu beklentiyi karşılamaktan kaçındım. Ama Mardin için başka bir şey yazmayı düşünüyorum günün birinde. Web sitenizde şöyle bir şey yazıyordu işlerinizden bahsederken: “Bütün bunlar ne zaman mı olacak? Bilmiyorum. Bütün bunları niye mi anlatıyorum? Bilmiyorum. Belki erken ölmekten korkuyorumdur.” Hani Bilge Karasu'nun bavulu Füsun Akatlı’ya teslim etmesi gibi sizde de böyle tedbirli düşünceler var mı? Bunca yazı ne olacak durumu, toparlama ve öncelik tanıma hali cinsinden? İnsanda nasıl bir his oluyor, bunca şey üretip biriktirirken?Valla ben bu kitabı bitirdikten sonra bir süre dinlenirim, şöyle ayağımı uzatırım, arada kitabımla uğraşırdım diyorum; fakat çok tuhaf bir şey oldu, geçen gün Sezen’le telefonda konuşurken ona da söyledim, çok hoşuna gitmiş onun da. “İçim benden önce koşuyor” dedim. “Ayy çok güzel bu! Beni de çok iyi anlatıyor,” dedi. Bir kere içime yetişmeye çalışıyorum, yani bunu ne daha verimli olmak için, ne dünyaya ait hırslarımla yapıyorum ve çok tesadüfi bir şekilde ortaokul yıllarında okuduğum bir kitabı hatırlıyorum, Stefan Zweig’ın Amok’u. Amok koşucusu, bir Afrika hastalığı, yakalandığın zaman ölene kadar koşuyorsun, duramıyorsun. Birdenbire durumumun bir Amok koşucusu olduğunun farkına vardım. Bunu niye anlatıyorum. Bu yazıları falan kotarıyorum ama gecem gündüzüm birbirine girdi. Şimdi eğer ilham perisi diye bir şey varsa gelmişken kovmamak lazım, küstürmemek lazım. Bütün bu söylediklerim etrafında hayatı bir estetik proje olarak görüyorum, insanın yaşam kalitesini yükselten bir şey. Öyle olunca da bavulu teslim etmek nasıl bir şey tam bilmiyorum, ama anlayabildiğimi söyleyebilirim. Bilge benim çok yakın dostumdu ve aynı zamanda kendisinden çok fazla şey öğrendiğim bir edebiyat ustasıydı. Elbet benim de masamın üzerinde yarım bıraktığım işler olacak. Ne kadar temizlemeye, toplamaya çalışırsanız çalışın, hayat gibi. Ama gözümü kapatmadan önce şu kitapları bitirsem dediğim dört-beş tane iş var. Politik bir kitap yazma arzunuz olduğunu da zaman zaman dile getirdiniz, düşündükleriniz arasında öyle bir fikir var mı?Aslında politik malzemeyle daha çok ilgilenebileceğim bir dönem gelsin istiyorum. Ama politik olan malzemenin tuzakları var. Eskiden politik şeyler yazmak bir anlamda daha kolaydı. Malzemenin rakipleri azdı. Şimdi haftalık haber dergisi de rakibiniz, akşamki televizyon haberleri de. Dolayısıyla o malzemeyi hem politik olarak, hem artistik anlamda ifade etmek için gereken şey zaman. Onun estetik bir biçem kazanması için ayırdığınız zaman, malzemenin kendisini eskitebilir. Bu çağımız edebiyatının ve sanatının ciddi bir problemi. Gündeme yetişememek…Evet evet. Şimdi 1995 KM var aklımdaki projeler arasında. Orada mesela politik malzemeye epey yaklaştım. Hatta malzeme ayağıma geldiği için i> Kadından Kentler’i böldüm, onun dördüncü bölümünü yazdım. Kadından Kentler’e dönersek, kitaba yönelik beklentileriniz neler?Kitabı insanların bağrına basmasını isterim. Yani böyle okula giden çocukların kitaplarını tutma şekli vardır, bu kitap hep gözümün önüne insanların göğsüne bastırdığı kitap olarak geliyor. Daha çok kadınların göğsüne bastırdığı bir kitap. Kitap kadınlara yazılmış gibi.Evet, tabii daha çok kadınların ama sonuçta kimi sorunların cinsiyeti olsa da sanıyorum bu kitap çok farklı kesimlerden insanları kucaklayacak bir kitap oldu. Dil açısından da rahat okunan, yalın bir dil seçmişsiniz.Öyle oldu evet. Ama böyle yazdığınız zaman harcadığınız emek o kadar da kolay gözükmüyor. Daha yalın bir dil kulandığınız zaman, onun üretilme sürecini çok zahmetli görmüyorlar. Biraz belirsiz, biraz muallak cümleler kullandığınız zaman daha ciddi bir yazı işçiliği var zannediyorlar. Belki bu pratiğin içinden gelmedikleri için. Standart okur algısından bahsediyorum. Bu açıdan evet daha rahat okunabilir bir kitap; ama harcanan emek, zaman ve işçilik açısından daha az değil. Öykülerin sıralanışı açısından kitabı evleneceği adamı sorgulayan 17’lik bir genç kızla açmanız çarpıcı.Evet, onu ilk üçüncü öykü olarak kurgulayıp sonra ilk sıraya taşıdım. Siz henüz kitabı bitirmediğiniz için bilmiyorsunuz tabii. Bütün o kadınlar kitabın sonunda Esenler Otogarı’nda bir araya geliyor. Üç Renk üçlemesinin finali gibi…Evet. O da şöyle oldu. Ben Kırmızı’yı görmüştüm. Ama bu fikir aklıma geldiğinde filmi hatırlamadım. Bana da bir arkadaşım hatırlattı. Ben de “İyi oldu” dedim; çünkü bu benzerlikle birlikte başka sürprizleri de var i> Kadından Kentler’in. O açıdan hayattan aldığınızı, kitaplardan, filmlerden aldığımızı yeniden, katlayarak vermiş oluyoruz. Murathan Mungan’ı şiirle ya da edebiyatla ilgisi olmasa bile insanlar en azından şarkılarından tanır. Külliyatı sağlam bir yazar olarak, “Edebiyat severim” diyen birinin sizi okumamış olmasını nasıl karşılarsınız?Ooooo o kadar çok ki. Ama, hiç ama hiç aldırmam. Hayat o kadar kısa ki. Türkiye öyle bir ülke ki zaten her şey olur. Zamanın birinde Türkiye Malezya olur mu diye sorduklarında da böyle demiştim. Yani mesela Türkiye’de şu olmaz, bu unutulmaz… Hiç öyle yargılarım kalmadı benim. Yani çok iyi olanla, çok kötü olanın aynı anda olduğu bir ülkede yaşanıldığı gibi, başıma da verdiğiniz örnekten çok geliyor. Daha komik bir hikâye anlatayım. Kitapçıda kitap aldım, kredi kartımı verdim, haa bu arada bu olay milattan öncesi değil; 99 senesi, yine ben benim. Baktı, okudu, “Aaa” diye başını kaldırdı. Beni tanıdığını düşündüm. “Ay biliyor musunuz, sizin isminizde bir şair var” dedi. Şimdi benim ismim de çok rastlanan bir isim değil. Bazı isimler karıştırılmaz mesela Ajda Pekkan. Kitaplarınızdan bahsetmekten çok hoşlanıyor görünüyorsunuz. Ama bir yandan da detay vermekten çekinmez bir haliniz var, yani insanlar daha bunu alacak ve okuyacak…Kitap katmanlı bir şey. Bu sözünü ettiğim şeyler mesela iyi bir okurun algılayamayacağı kilit ipuçları ya da ‘katili’ söylemek gibi gaflar değil. Sadece kitaba yaklaşım ölçüsü vermek. Kitabın kapısını açarken, bunun tasarlanmış bir kitap olması. Ama bu tarz oyunlar sizin hikâyeciğinizde var.Evet, çaprazlama ilişki özellikle bu kitapta neredeyse hepsinde var. Benim hikâye dilimde de bu var. Karşılaştıkları anda insanların birbirine düşündürdükleri, yani hatırladıkları şeyler, geçmiş olaylar, şimdiki anda yaşanan şeyler gibi. Ömür Atay, bu kitapla ilgili güzel bir şey söyledi: “Hani film akar gider, onun güzel olduğunu görürüz, durmak istesek de devam ediyordur. Senin kitabın bize pause imkânı veriyor”. Her öyküde duruyoruz derinleşiyoruz sonra devam ediyoruz. Belki de edebiyat bize biraz derinleşme fırsatı tanıyan bir şey. Peki siz daha çok nerede yazıyorsunuz?Bilgisayarda çalışıyorum. Şimdi konuştuğumuz yerin altını daha çok arşiv evi olarak kullanıyorum. Notlarımı burada alıyorum, belli olmuyor, siz gelmeden önce Şair’in Romanı’nda köpeği ölmüş adamın konuşmasına bir şey ekleme notumu aldım. Ben her zaman yanımda kalem, kâğıt ve kitapla gezerim. İster berberde sıra bekleyeyim, ister dişçiye gideyim, yanımda hep okuyacak, not alacak bir şeyler vardır. Bu da zamanı kullanma bilgisidir; duvar seyretmem. Duvar seyredeceksem de, duvar seyretmeye zaman ayırdığım için seyrederim. Yazdıklarını nasıl biriktirdiğin çok önemli. Edebiyatınızla birkaç kuşağı etkilemiş bir yazar olarak, yazdıklarımla homofobi karşıtı bir algı yaratmada payım olmuştur diyebilir misiniz?Birçok konuda toplumun çeşitli tabularını yıkmak konusunda katkım ve payım olduğunu biliyorum. Bununla da gurur duyuyorum. Ama ben hiçbir konuda aktivist olmayı seçmedim. Aktivist olsam, zaten aktivist gibi davranır ve yaşardım. Ben bir edebiyat adamı olduğumu hiç unutmuyorum. Söz almam gereken yerlerde, durumlarda olmaya çalışıyorum. Fakat Türkiye o kadar çok sorunlu, çok sorunlu derken hem sayısal anlamda hem de sorunun şiddeti anlamında bir ülke ki 24 saat açık bir eczane gibi sorunlara koşturmanız gerekiyor. Dolayısıyla zaman zaman kendinizi ifade etme alanlarınızı seçiyorsunuz. Hem cinsellikleri hem cinsiyetleri konusunda insanların düşünmesi, ötekini anlaması... Aynı şekilde Kürt sorunu hakkında da toplumun kafasını açmış, insanlara “Niye böyle?” sorularını sordurmuşumdur. Edebiyatın işi insanlara soru sordurmak, farklı yaklaşımlar sunmaktır ve bunları hep hayatın içinden yapar. Edebiyat ile hayat arasındaki denklem, yazının bulunuşu kadar eski bir denklem. Genç kuşak yazarlarla ilgili düşünceleriniz neler?Genç kuşak, bir görünme kolaylığı olarak yazarlığı seçiyor. Bu beni düşündürüyor. Yani itibarlı bir görünme yolu oldu yazarlık. Üzerinde yeterince emek harcanmamış, yeterince derinleşilmemiş işler de var. Yayınevlerinin de ciddi bir editörlük servisi vermesi lazım. İnsanlar sadece kendi maceralarından öğrenmezler, eskiden kitap çıkarmak çok zordu. Bu iyi bir şey değildi; şimdi de çok kolay, bu da iyi bir şey değil. Editörlük servisi, sadece gençlere değil orta yaşlı yazarlara da tekrara kaçmaması, üretkenliği bittiyse anlaşılması açısından lazım. Yani editörün yazarını kollaması gerekir. Edebiyat ödülleriyle de aranızda pek bir ilişki yok gibi. Adınıza hiç seçici kurullar arasında rastlamadım.Ödül yerine adam gibi burs vermeleri daha anlamlı. Ödül nedir ki? Bir tane plaket koyuyorsun. Bir de o kadar çok ödül var ki. Sadece edebiyat için de değil; dosyası, işi değerlendirilen insanlara yaşama şansı tanınsın. Bir kitap yazmak için, sergi açmak için, oyun yazmak için… Ben aktif olarak hiçbir ödüle de katılmadım zaten bugüne kadar, zaten ben Oscar istiyorum. Tarihte böyle bir şey demiştim de manşet yaptılar. İroniniz görünüyorsa sorun yok, ama görünmüyorsa siz kendi kendinize eğlenmiş oluyorsunuz. Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri ▪ "Beşi bir romanda!" | Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004 | ▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar" | Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004 | ▪ "Edebî Maratoncu" | Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007 | ▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm" | Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008 | ▪ "Kadından Kentler" | , Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008 | ▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım" | Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008 | ▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar" | Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008 | ▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim" | Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008 | ▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak" | Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008 | ▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım" | Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008 | ▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın" | Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008 | ▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..." | Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007 | ▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!" | Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023 | ▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl" | Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014 | ▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı" | Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014 | ▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken" | Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016 | ▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım" | Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017 | ▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim" | Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017 | ▪ "Merakı Bulaştırmak" | Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022 | ▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!" | Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000 | ▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?" | Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001 | ▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor" | Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002 | ▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı" | Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002 | ▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız" | Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002 | ▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı" | Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004 | ▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir" | Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005 | ▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil" | Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005 | ▪ "Klonlanmak istiyorum" | Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005 | ▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!" | Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar | ▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana" | Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006 | ▪ "Melodram her an hayatımızın içinde" | Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007 | ▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli" | Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007 | ▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık" | Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007 | ▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım" | Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007 | ▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi" | Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011 | ▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı" | Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014 | ▪ "Bu toprakların asli meseleleri" | Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014 |
|