Murathan Mungan’ın, şarkı sözlerini topladığı Söz Vermiş Şarkılar'ın güncellenmiş ve genişletilmiş yeni basımı… İlk baskısı 2006 yılında yapılan Söz Vermiş Şarkılar yeni kapağı ve iç tasarımıyla okur karşısında.

Mungan’ın çok bilinen, pek bilinmeyen, bestelenmiş ya da hiç gün ışığına çıkmamış tüm şarkı sözlerinin yer aldığı kitap sekiz bölümden oluşuyor: Gecenin Sert Sesleri, Aşk Tesadüfleri Sever, Kullanılmış Şarkılar, Komşunun Şarkıları, Beklemiş Sözler, Şarkıcı Kız Kezban’ın Önlenebilir Tırmanışı, Sonrası, Sonrakiler ve Söz Vermiş Şarkılar.

Her bölümün başında, o bölümdeki şarkı sözleriyle ilgili açıklama yazılarının yer aldığı kitabın sonunda, meraklıları için hazırlanmış yazılar, notlar, diskografi, dergi ve kitaplara ilişkin yayım listesi yer alıyor.

 
Çeviri: Nesrin Demiryontan

"Belki de şimdiki benle o zamanki ben arasındaki temel fark korkuya tahammülüm. Sanırım bunun acıyı soyutlamakla ilgisi var. Fiziksel acı. Duygusal acı. Başkalarının acısı. Benim acım. İrkilme duygusu hâlâ var. Sanırım acının kendisi de orada bir yerlerde. Ama tutsak. Minik, görünmez, kıyamet geçirmez bir çekirdeğin içine hapsedilmiş. Atomaltı bir böceğin her birimizin merkezine yerleştirilmiş minik, yarı saydam yumurtası. Ölüp gittiğimiz zaman, eğer bir gün öleceksek, bizden geriye kalacak olan şey bu. Fosilleşmiş acı."

2024 Ursula K. Le Guin Kurgu Ödülü dahil pek çok ödül alan bu son derece yaratıcı, şaşırtıcı, hüzünlü ve komik roman, kim olduğumuza, ne yaşadığımıza, nereye gittiğimize dair düşünmeye çağırıyor bizi.

 

Türkçe edebiyat tarihinde kadın yazını, yalnızca edebi değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bir varoluş mücadelesinin de alanı olmuştur. Kadın yazarlar, geç Osmanlı’dan erken Cumhuriyet dönemine uzanan süreçte, erkek-egemen edebiyat kamusu ve kanonik yapılanmaların sınırlarını aşarak kendi sözünü kurmanın yollarını aramışlardır. Ancak bu üretim, edebiyat tarihi yazımında çoğunlukla marjinalleştirilmiş ya da eril normların belirlediği çerçevede okunmuştur.

Edebi Babanın Reddi, 1895’ten 1950’ye dek Türkçe edebiyatın içinde kendine yer açmaya çalışan kadın yazarların üretimlerini, onların özgün manevralarını ve edebi patikalarını takip eden bütünlüklü bir analize katkıda bulunuyor. Edebiyat tarihi yazımının ıskaladığı metinleri mercek altına alırken, kanon dışına itilen kadın yazınının eril vesayete karşı nasıl bir mücadele verdiğini; kadın yazarların kendi anlatısal stratejilerini, erkek şiddetine ve ataerkine karşı geliştirdikleri eleştirel söylemleri ve edebiyat ..

 
Şu anda yokum
Sofya, Londra,
Madrid, Lizbon,
Pula, Tanca ve Bologna,
Roma, İstanbul,
Kazablanka, Panama,
Santiago ve Locarno’da...

Olmadığım
onca yer.

Tanrı’nın şehrinde de yokum,
kendiminkinde de...

Tıklım tıklım
yokluklarla
dolu bir dünya.

Georgi Gospodinov’un şiirlerinden derlenen bu kitap, nesir eserleriyle tanıdığımız ve sevdiğimiz yazarın aynı zamanda ne kadar yaratıcı bir şair olduğunu gösteriyor. Şiire mesafeli olan edebiyatseverlerin bile kalbini çalacağına inandığımız bu derlemeyi okurlarımızla paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.
 
Çeviri: Zehra Cunillera

Aristoteles ve Büyük İskender, Metis Küçük Filozoflar dizisinin 31. kitabı.

İskender çocukken Aristoteles’in öğrencisiydi. Şimdi hükümdar olarak seferlerine başlarken savaşlarını anlatacak tarihçi ise Aristoteles’in yeğenidir. Mektuplar aracılığıyla ilerleyen kitapta hocanın gözü eski öğrencilerinin üzerindedir.

Küçük Filozoflar Dizisi, 9 - 14 yaş arası çocuklar için filozofların hikâyelerini anlatan çok güzel resimlenmiş kitaplardan oluşuyor. Diziyle çocukların felsefeye zevkli bir giriş yapmalarını, kendi sorularının peşinden gitme alışkanlığı kazanmalarını amaçlıyoruz.

 
Çeviri: Elçin Gen

2024 Deutscher Memorial Ödülü

Yapay Zekâ nedir? Yüzyıllar boyu kölelerden, emekçilerden beklenen bezdirici işleri halledecek bir "bedelsiz işçi" mi? İnsan beynini taklit edip aşan "üstün zekâ"sıyla tüm dertlerimizi çözecek bir "dost yabancı" mı? Sonsuz gelişme potansiyeliyle sonunda insanlığı alt edecek bir gizemli güç mü? Yoksa insan uygarlıklarının kadim zamanlardan beri geliştirdiği temel soyutlama işlemlerinin devasa ölçeklere taşınmasından ibaret bir istatistik makinesi mi?

Sistemin işleyişinin her zamankinden çok gözlerden gizlendiği, masallarla mitlerle örtüldüğü günümüzde, her aşamasında dünya kaynaklarını acımasızca tüketen, insanlığın biriktirdiği kol ve zihin emeğine el koyarak çalıştırılan Yapay Zekâ olgusuna daha yakından bakmamız gerekiyor.

Patronun Gözü, Yapay Zekâ'nın biyolojik zekâyı değil emeğin ve toplumsal ilişkilerin zekâsını taklit ederek geliştirildiğini anlatıyor. Bu kitapla 2024 Deutscher Memorial ödülünü kazan ..

 
Çeviri: Aslı Sümer

Bernard Friot ömrünü Fransa’daki sosyal güvenlik sisteminin tarihçesini incelemeye adamış bir araştırmacı. Çalışmalarının sonucunda “genel vatandaşlık geliri” ya da kendi tercih ettiği adla “kişi olma vasfına maaş” kavramını geliştirdi ve bu kavram gerek COVID-19 salgını gerekse iklim krizi dolayısıyla gündeme gelen ekonomik küçülme teorisi içinde önemli bir yer tuttu. Friot Fransa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sendikaların yönetiminde yer aldığı sosyal güvenlik sisteminin fiilen komünizmi hayata geçirdiğini düşünüyor ve komünizmi “iş başında” olduğu dönemdeki uygulamalarla değerlendirmek gerektiğini savunuyor.

Kapitalizm, Arzu ve Kölelik kitabından tanıdığımız, Marx ve Spinoza’nın felsefelerinden yola çıkan Frédéric Lordon ise “iş başındaki” komünizmin güçlü ve zayıf yanlarına dikkat çekiyor. Günümüzde yaygın eğilim olan anarşizan sistem dışına kaçış karşısında Friot’nun komünizm projesine neden ihtiyaç ..

 
Çeviri: Sevkan Uzel

Cansız nesnelerden tamamen farklı olduğunuzu düşünebilirsiniz, ama sonuçta bizim bedenlerimiz de evrende var olan elementlerden oluşuyor. Eğer 70 kg iseniz, 10 kg kömür oluşturacak kadar karbon, bir tuzluğu dolduracak miktarda tuz, birkaç yüzme havuzunu dezenfekte edecek ölçüde klor ve 7,5 santimlik bir çivi üretmeye yetecek kadar demir taşıyorsunuz demektir. Peki bu elementler nereden geldi ve bizi nasıl oluşturdu?

Evrendeki tüm maddenin –çevremizdeki ve içimizdeki her şeyin– nihai bir doğum günü var: Büyük Patlama. Dan Levitt, atomlarımızın Büyük Patlama ile başlayan uzun yolculukları sırasında nasıl yıldızlara dönüştüklerini, gezegenimizin biçimlenmesini sağladıklarını, ardından bu cansız atomların hayret verici şekillerde birleşerek nasıl canlılığı yarattığını ve nihayetinde bizim ortaya çıkmamızı mümkün kıldığını, dahası bedenlerimizin hücrelerimizdeki muazzam mekanizmalarla tabaklarımızdaki yiyecekleri nasıl bize dönüştürdüğünü anlatıyor.

Ama yaşamın hikâyesi ol ..

 
Çeviri: Beril Eyüboğlu

— Nasıl başlasak? — Unutuşu, nisyanı konuşalım.

Mantua’da San Giorgio Kalesi’ndeki “Gelin Odası”nın duvar resimleri, baba ve kız, John ile Katya Berger arasında bir sohbet başlatır. Dünyanın uykuya yatmak için tasarlanmış bu en güzel odasında, onlarla birlikte bakarken, resimlerin bir yandan her şeyi açıkça gözler önüne serdiğine, diğer yandan pek çok şeyi gizlediğine şahit oluruz.

 

İlyas Tunç, yirminci yüzyılda dünyanın dört bir yanında siyasi, etnik ya da dinsel nedenlerle işlenmiş cinayet, katliam veya kırımlara odaklanıyor. Bir kısmını hiç bilmediğimiz, bir kısmını unuttuğumuz bu olayları dikkatli bir dille anlatan Tunç özellikle devletlerin ya da devlet gibi davranmak isteyen hareketlerin karanlık tarihine ışık tutuyor. Yakın geçmişte de olsa geride kaldığını düşünmeye meylettiğimiz bu tür örgütlü şiddet eylemlerinin yaşadığımız dünyayı şekillendirmekte rolü olduğuna şüphe yok.

Ne çok gelecek, ne az zaman bizi bir kez daha, uygarlığın içinde saklı duran barbarlığı ve ona karşı koyma gücümüzü düşünmeye çağırıyor. Yüzleşmek pişmanlık duymayı, pişmanlık duymak ise söz konusu kötülükleri bir daha yapmamayı sağlayabilir. Kitabın diri tutmak istediği bu umuda, bölgesel savaşların sürdüğü, küresel bir savaş tehdidini hissettiğimiz şu yirmi birinci yüzyılda çok ihtiyacımız var.

 
Çeviri: Ayşecan Ay

Siyasal düşüncedeki merkezi önemine karşın günümüzde “despotizm” kavramı eskide kalmış istisnai bir yönetim biçimine işaret ediyor gibi. Oysa paradoksal bir şekilde günümüzde gitgide ekonomiye ve güvenliğe indirgenen bir dünyada, sıklıkla yasa ile yasasızlık arasındaki ayrımı aşan ve böylelikle bulanıklaştıran despotik emirler verildiğine tanık oluyoruz. Kitleler de bu sırada piyasanın dayatmalarına ve resmi makamlara itiyadi bir itaatkârlığı benimsemiş görünüyor. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimi ülkeyi şirket gibi, kimi ömür boyu diktatörlükle yönetmeye hevesli, kimi de bu iki yolu birden kullanmak isteyen birtakım “güçlü” liderlere tahammül ediliyor, bununla da kalmayıp onlara açıkça davetiye çıkarılıyor.

Görünürdeki farklılıklarına rağmen bu otoriter liderlerin hepsi demokrasiye karşı tutkulu bir düşmanlık besliyorlar ve insanları demokrasinin her türlü tezahürü aleyhinde kışkırtmakta çok azimliler. Çoğunlukların onların peşinden gönüllü olarak gittiği, demokrasinin he ..

 
Çeviri: Sevkan Uzel

En sıradışı organımızı baştan aşağı inceleyen bu çalışma, deriye yazılmış bir aşk mektubu. Kitapta deriyi bir prizma olarak kullanarak farklı zaman ve mekânlara bir bakış atacağız; antik tarihten bilimin geleceğine, Papua Yeni Gine’de timsaha tapan insanların zarif dövmelerinden Miami Plajı’ndaki güneşperestlerin derilerindeki değişimlere uzanacağız.

Önce deriyi fiziksel açıdan katman katman inceleyeceğiz. Ardından beslenmemizin cildimizi etkileyip etkilemediği, cildimizi nelerin yaşlandırdığı ve güneş ışığının ne kadarının fazla olduğu gibi soruları, gerçek ile efsaneyi birbirinden ayırarak ele alacağız. Bu sorulardan yola çıkarak, dokunma kaynaklı acı ve keyiften, stresin cilt üzerindeki etkilerine kadar, deriyle zihni birbirine bağlayan merak uyandırıcı konuları inceleyeceğiz.

Deri ile zihin yakın arkadaştır ve başka hiçbir organ psikolojik açıdan bu denli önem taşımaz. Derimizin başkaları tarafından nasıl algılandığı –veya buna ilişkin kendi fikrimiz– zihinsel sağ ..

 
Çeviri: Barış Engin Aksoy

Öyle görünüyor ki günümüzdeki büyük ve küçük suçların, kayıtsızlıkların, görmezden gelmelerin, yok saymaların şifresi Octave Mannoni’nin özlü formülünde yatıyor: “Biliyorum, ama yine de...”

Bu cümleyi kalkış noktası yapan Zupancic kitabı için şunu söylüyor: Bilmezden gelme kavramı, bugünkü genel toplumsal zihniyetimizi (örneğin gerçekliğin sarsıcı boyutlarıyla yüzleşmekten kaçınmayı tarif etmek için tercih edilen “inkâr” teriminden) daha isabetli bir şekilde tarif etmektedir. İnkâr da yok değil elbette; komplo teorilerini incelerken inkârın özelliklerini de ele alıyoruz. Sapkın bilmezden gelme ise çok daha ölçülüdür, çok daha makuldür. Sorunun pekâlâ farkında olduğunu iddia eder; ekonomik ve siyasi iktidar merkezlerinden başlamak üzere “liberal anaakım” ile kaynaşmış haldedir. Nitekim siyasi düzlemde (çoğunlukla “popülizm” ile ilişkilendirilen) inkâr ile (aynı-tas-aynı-hamam anaakımla ilişkilendirilen) bilmezden gelme’nin başlıca iki rakip siyasi seçenek oluşturduğu, kendi p ..

 
Hazırlayan: Kolektif

En savunmasız ve etkilenmeye açık olduğumuz yıllarımızı geçirdiğimiz yerdir aile. İyisiyle kötüsüyle bizi biz yapan ortamdır. Tam da bu nedenle iktidarların çok sevdiği bir hizaya sokma kurumudur aynı zamanda. Aileyi belli bir hiyerarşi altında düzenleyip “aile reisini” de bu düzenin koruyucusu yapmak, yüzyıllardır en başarılı idare biçimlerinden biri olagelmiştir.

“Sıcak yuva” bizi korur, besler, büyütür. Ama denetimden azade olduğunda, “kol kırılıp yen içinde kaldığında”, ataerkil düzenin beraberinde getirdiği baskı, şiddet ve istismar örtbas edilir, nice suçlar cezasız kalır. Tekil bireyler aile kurumunun insafına bırakıldıklarında vatandaşlık haklarına sahip çıkmaları zorlaşır; bu yapının dışında kalmak isteyenlerin hayatı ise yaşanmaz hale gelir.

“Seçilmiş akrabalıklar”dan, gönüllü kolektiflerden oluşan bir toplum hayalimiz olsa da, aile daha nice zaman başlıca örgütlenme biçimimiz kalacak muhtemelen. O halde aileyi daha demokratik, daha özgür, daha ferah bir ort ..

 
Hazırlayanlar: Savaş Kılıç, Seval Şahin

Kasım 2023’te gerçekleştirilen Bilge Karasu Günleri’nde sunulmuş bildirilerin yer aldığı kitap, yazar, düşünür ve çevirmen olarak Bilge Karasu’yu bugün okuyan, değerlendiren, bağlamına oturtan farklı kuşaklardan yazar ve araştırmacıların anı, görüş ve incelemelerini bir araya getiriyor. Karasu’nun Türkçe hakkındaki değerlendirmelerinden edebiyat tarihimizde kapladığı yere ve üslup özelliklerine, şiirlerinden resim ve müzik hakkındaki görüşlerine, metinlerinin diğer sanatlarla ilişki içinde okunmasına ve elbette anlatılarının farklı yöntem ve bakış açılarıyla çözümlenmesine uzanan yazıların, yaşamöyküsüyle ilgili araştırmaların Karasu okumalarına, onun hakkındaki araştırma ve incelemelere zenginlik katacağını umuyoruz.

 
Hazırlayan: Murathan Mungan

“Sayısız şiirde adları herhangi bir nedenle anılan sayısız eşya yer alır. Bunlar bazen şiirin temasını, öne çıkarılmak istenen anlamı vurgulamak amacıyla, bazen de yerine göre dönemi, dekoru, atmosferi güçlendirmeye hizmet etmesi niyetiyle anılırlar.

“Bu seçki çekirdeğinde açık ya da örtük öykü taşıyan, dolayısıyla da ‘eşyanın tabiatı’ gereği anlatımcı, izlenimci şiirler içeriyor. Farklı kuşaktan şairlerin şiirlerine yer vererek şiir tarihimiz için bir perspektif oluşturmayı amaçladığımı söylemeliyim.

“Elbette şiir tarihimizin yapraklarını karıştırdıkça bu ve benzeri pek çok eşyalı şiir örneğine rastlayabilirsiniz. Ben bu eşya deposunun ağzında durup size yalnızca yol göstermiş olayım.”

— Murathan Mungan

 
Çeviri: Özde Duygu Gürkan

Son yıllarda fazla kilo ve obeziteye bağlı hastalıklarda büyük bir artış olduğunu görüyoruz. Bir yandan her yerde çeşit çeşit diyet ve egzersizler önerilirken, diğer yandan araştırmalar bu yöntemlerle kilo veren kişilerin ezici bir çoğunluğunun bir süre sonra bu kiloları fazlasıyla geri aldığını gösteriyor. Toplumun önemsizleştirilip bireyin öne çıkarıldığı çağımızda, şişmanlık da kişisel bir başarısızlık olarak tanımlanıyor. Gazeteci-yazar Johann Hari bu kitapta, obezite salgınına son vermeyi vaat eden yeni nesil zayıflama ilaçlarını masaya yatırıyor. Bunlardan biri olan Ozempic’i kullanan ve zahmetsizce kilo verme sürecini bizzat tecrübe eden Hari, bu ilaçların bizim için ne anlama geldiğini irdeliyor.

Yeni zayıflama ilaçlarının geliştirilmesinde rol alan biliminsanlarının yanı sıra onlara eleştirel bakanlarla, beslenme uzmanlarıyla, beden olumlama hareketini destekleyen kişilerle, İzlanda’dan Japonya’ya dünyanın farklı yerlerinde sağlıklı yaşamı teşvik etmek için ilginç y ..

 
Çeviri: Cumhur Atay

Osmanlı Lübnanı’na odaklanan Ussama Makdisi mezhepçiliğin İslamın modernliğe gösterdiği tepkilerden biri ya da dinsel gruplar arasındaki toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin sonucu olduğu tezine karşı çıkıyor ve modernliğin tezahürlerinden biri olduğunu gösteriyor. On dokuzuncu yüzyıldaki dinsel şiddet olaylarının, özellikle mezhep temelli seferberlik ve katliamların cemaatler arası çatışma geleneğinin devamı olmadığını, madun toplulukların yeni bir dünya kurulurken verdikleri mücadelelerin karmaşık, çokkatmanlı bir dışavurumu olduğunu savunuyor.

Makdisi’ye göre mezhepçilik dinsel kimliklerin siyasi ve toplumsal amaçlarla seferber edilmesini temsil ediyordu. Tanzimat’la birlikte Avrupalılar Ortadoğu’da varlıklarını daha fazla hissettirmişlerdi; bu da Lübnan’ın dinleri aşan, hiyerarşiye dayalı toplumsal düzenini sarsacaktı. Makdisi Hıristiyanları İslami despotizmden kurtarma fikriyle hareket eden Avrupa sömürgeciliğinin, misyoner heyetlerinin ve Şarkiyatçılığın, ayrıca Osman ..

 
Çeviri: Orhan Kılıç

İyi ve kötü nedir? Neyi yapmalı, neyi yapmamalıyız? Ahlakın temelini oluşturan bu sorular her dönemde insanların zihnini meşgul etti. Peki ahlak nasıl ve hangi koşullarda doğdu? Tarih boyunca ahlak anlayışımız nasıl değişti ve çeşitli toplumlarda nasıl farklılaştı? Kültürel ve teknolojik gelişmeler ahlaki evrimi nasıl etkiledi? Bugün tanık olduğumuz ahlaki kutuplaşmanın kaynağı ne? Günümüzün ahlaki krizlerini geçmişin ışığında nasıl yorumlayabiliriz?

Hanno Sauer bize ahlakın hikâyesini anlatıyor.

“Uzun bir hikâye bu, çünkü bizim için önemli olan her şeyle ilgili: değerlerimizle, ilkelerimizle, kimliğimizin kaynaklarıyla, toplumumuzun temelleriyle, birliktelik ve karşıtlıkla, yargılamanın ve yargılanmanın her iki tarafıyla ve ne kadar hızlı taraf değiştirebildiğimiz gerçeğiyle.

“Hikâyemiz Doğu Afrika’daki henüz insan olmayan ilk atalarımızdan başlayıp, çağdaş dünyanın metropollerinde kimlik, eşitsizlik, baskı ve şimdiki zamanı yorumlama ayrıcalığı hakkında sürdü ..

 
Çeviri: Cevat Çapan

“On iki yaşımdan beri, yapabileceğim başka bir şey yoksa, şiir yazarım. Şiirler bir çaresizlik duygusundan doğar. Güçlerinin kaynağı da budur. ... Şiirler gerçekler karşısında çaresizdirler. Çaresizdirler, ama dayanıksız değillerdir, çünkü her şey onlara karşı direnir. Kararlara değil ama sonuçlara adlar bulurlar.”

John Berger’ın “Şiirler, Çizimler, Fotoğraflar 1956-96” alt başlığını taşıyan, yaşamdan, ölümden, zamanın geçişinden, basit şeylerden ve basit görünen çok önemli şeylerden bahseden kitabı Yaranın Sayfaları’nı Cevat Çapan çevirisiyle sunuyoruz:

Almakta da ustayızdır biz. / Yıldönümlerini alırız ayrılırken / tırnağın biçimini

uyuyan çocuğun sessizliğini / kerevizinizin tadını / ve süt için kullandığınız sözcüğü.

Tek kişilik yataklarımızda / şiirden ne anlarız ki biz?

 
Hazırlayan: Melek Aydoğan

Yazının imkânlarını, dilin ve anlatmanın sınırlarını ilk romanından itibaren sorun edinmiş bir yazar Ayhan Geçgin. Okur ve eleştirmenler tarafından tartışılmaya devam eden romanı Son Adım ve kahramanı Alisan da bunun çarpıcı bir örneğiydi. Soğuk Ateş bu tartışmaları bir bağlama kavuşturmayı, yazarın ve kahramanının sorunsalına başka açılardan yaklaşmayı deneyen bir derleme.

Soğuk Ateş’teki yazılar, Geçgin’in ve eserinin başlattığı düşünme sürecini eleştirinin kavram ve yöntemleriyle sürdürüyor. Karakterlerin, anlatım teknikleri ve olay örgüsünün yerini kavramlar, açıklama yöntemleri ve analitik yaklaşım alıyor ama temel meseleden hiç uzaklaşılmıyor: Yaşantı nasıl ve ne ölçüde bir edebi esere aktarılabilir, yazar anlatmak istediğine ne kadar yaklaşabilir, dil yaşantıyı dolaysızca aktarabilme gücüne sahip midir? Geçgin’le yapılan söyleşi de hem bu sorunun hem de onu açıklama çabasının derinleştirilmesini sağlıyor.

Edebiyatın sadece sağaltıcı bir işlevl ..

 
Çeviri: Zehra Cunillera

Sanat özerk bir deneyim alanı olarak kurulup müzelere veya konser salonlarına yerleştiği zaman, kendi dışına çıkma, yani sanattan başka bir şey olma zorunluluğunu da hissetmeye başladı.

Müzik, müzisyenlerin icra ettiği sanattan fazlası, ruhun dili olduğu iddiasında bulundu. Mimarlık binalar inşa etmek yerine yeni bir dünya kurmak istedi, bunun için göklere uçtu. Modern ve devrimci sanatçılar tablo yapmayı bırakıp “yeni hayat”ın biçimlerini üretmeye karar verdiler. Çağdaş sanatın performans ve yerleştirmeleri ise sanat ile siyaset arasındaki belirsiz alanda duruyor.

Bu yolculuklardan bazılarının izini süren Jacques Rancière, Kant ve Hegel gibi filozofların yoldaki kıvrımları, dönemeçleri anlamamızda bize yardımcı olabileceğini gösteriyor. Genç Marx’ın düşüncesi ile sanatın yolunun kesiştiği noktaya dikkat çekiyor özellikle. “Biçimci” diye suçlanan Sovyet sanatçılarının nasıl devrimi resmetmek yerine bizzat devrim olan bir sanat yaratmak istediklerini anlatıyor.

 

Köpek ne olup bittiğini anlamaktan vazgeçmiş gibi, salınarak kahvenin önünden ayrılıp arabaların arasından geçerek yandaki sokağa yöneldi. Telefon o sırada çalmış olmalıydı. Sarı, ıslak kuyruğun, kahvedeki yıkık tiplerle nasıl dese bir tür bağ, hatta bir simetri oluşturduğu kesite bakarken. Çantayı bir süre karıştırdıktan sonra telefonu bulup açtı. “Terörle Mücadele Şubesi’nden başkomiser Azmi,” dedi telefondaki ses, “kızınız burada, hemen gelmeniz gerekiyor.”

Ayşegül Devecioğlu koleksiyonunun dokuzuncu kitabı Kuma Daireler Çizen sarsıcı, düşündürücü bir polisiye.

 
Çeviri: Özlem Özarpacı

2023 Walkley Book Award Ödülü

Kapak fotoğrafı İsrail’in güneyindeki bir askeri üssü gösteriyor. Geride görünen köy gerçek değil. Köy baskını, ev araması ve sokak çatışması koşullarını simüle etmek için inşa edilmiş yapay bir köy. Burada tatbikat yapan İsrail askerleri köye “mini Gazze”diyorlar. Batı Şeria ve Gazze’nin işgali, “düşman” olarak tanımladığı Filistinlileri denetleme ve gözetleme teknolojileri konusunda İsrail devletine paha biçilmez bir deneyim kazandırdı.

İsrail devletinin askeri-endüstriyel kompleksi, işgal altındaki Filistin topraklarını yeni silahlar ve gözetleme teknolojileri için bir test sahası olarak kullanıyor; burada geliştirdiği silahları ve teknolojileri dünyanın dört bir yanındaki despot rejimlere ve demokrasilere satarak Filistin’in işgaline ses çıkarmamalarını sağlıyor, onları suç ortağı haline getiriyor.

Gazeteci Loewenstein belgeler, röportajlar ve sahadan raporlarla sürdürdüğü küresel bir soruşturmayla büyük ölçüde ..

 
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X