Çeviri: Bülent O. Doğan

Bugünkü Yunanistan, Ege, Ortadoğu coğrafyasında, milat ile başlayan Yıl Bir’e gidiyoruz.

Susan Buck-Morss günümüzün tasavvurlarından uzaklaşarak tarihi kendi içinde, kendisi olarak yakalayıp kavramaya çalışıyor. Zamanı ölçme, sayma, adlandırma biçimlerinin bizim bildiklerimizden nasıl farklı olduğundan başlayarak, “hakikat” kabul edip kanıksadığımız şeylerin kültürel geçmişine uzanıyor. Kelimelerin o dönemki anlamlarını inceleyerek bugünden geriye doğru yansıttığımız yorumlarımızı tartışıyor. Geçmişte iz sürdükçe iki bin yıldır var olduğunu varsaydığımız ayrımların, “fark”ların ardında ne kadar çok bulanıklık olduğu açığa çıkıyor; Yunan kim, Romalı, Yahudi ya da Hıristiyan kim, başka bir tarih kavrayışıyla yeniden düşünmek gerektiği anlaşılıyor.

Yıl Bir Yunan, Roma ve İbrani kültürlerinin temas ve etkileşimlerini ele alırken Flavius Josephus, İskenderiyeli Philon ve Patmoslu Yuhanna gibi, genel kabul görmüş kimlik şemalarına sığmayan, marjinalleştirilmiş tari ..

 
Çeviri: Sevkan Uzel

“Her birimiz, çok uzun zamandır türümüzle birlikte evrilmekte olan mikropların muazzam çeşitlilikteki bir ekolojisine evsahipliği yapıyoruz. Hepsi birlikte bağışıklığımızda ve hastalıkları yenme becerimizde kritik bir rol oynuyorlar. Kısacası bizi sağlıklı tutan, mikrobiyomumuz. Fakat bu mikrobiyomun bazı bileşenlerini yitiriyoruz.

“Bu felaketin nedenleri her yanımızı sarmış durumda; insanlarda ve hayvanlarda antibiyotiklerin aşırı kullanımı, sezaryen doğumlar, temizleyicilerin ve antiseptiklerin yaygın kullanımı bunlardan sadece birkaçı. Antibiyotik direnci çok büyük bir sorun. Ama dirençli patojenler ne kadar korkutucu olsa da, mikrobiyomumuzun çeşitliliğinde ortaya çıkan kayıplar çok daha tehlikeli. Bu kayıplar metabolizmamızı, bağışıklığımızı ve bilişsel yetimizi etkileyerek bedensel gelişimin kendisini değiştiriyor.

“Eğer tutum değiştirmezsek, daha kötü bir senaryo karşımıza çıkacak. İşte bu yüzden alarm zillerini çalıyorum.”

Mikrobiyolog Martin J. Blaser, ..

 

Yazarken bir kapıdan girer, çoğu zaman aynı kapıdan çıkar gideriz. Bir doğruyla başlar, aynı doğruyla bitiririz. Başlangıçla son arasındaki o ara bölge, yazının yol boyunca geçirdiği değişim, duraksama ya da bocalama anları çoğu yazıda görünmez. Ben bu kitapta o ara bölge de yazıda görünsün, düşüncenin karşıt seslerle karşılaştığında, yan yollara saptığında ya da odak noktasını değiştirdiğinde geçirdiği değişim, rotadaki o sapma ya da dönüşüm anları da yazının parçası olsun istedim.

Edebiyat yazılarında çoğu zaman çoktan varılmış doğruları bir kez de edebiyata söyletir, yazı daha başlamadan önce oluşmuş bir sözü yapıta tekrarlatır, edebiyatı politikanın kolaylaştırıcısına, kuramın kenar süsüne dönüştürüp köşemize çekiliriz. Bu yazılar farklı bir yol izliyor: Yazarların, yapıtların ya da cümlelerin hazır doğrulara, sabit söylemlere, som kategorilere kolayca eklenen yanlarına değil, zorluk çıkartan yanlarına, önümüze getirip bıraktıkları problemlere odaklanıyor. Çoktan verilmi ..

 

Son yirmi yıl içinde çıkan ve beni etkileyen bazı romanlar ve öykü toplamları üzerine yazmaya başlamıştım, bunları belli bir tema üzerinden birbirine bağlamayı aklımdan geçirmeden. Ama yazdıkça hep belli bir soruna doğru çekildiğimi hissettim. Sonra bu sorun dikkatime el koymaya başladı ve artık başka kitapları da bu gözle okur oldum. Bu kitapların ortak noktası belirli bir kaygıydı, bazen alttan alta sürüp giden bazen de görünür bir “telaş” veya “mecburiyet hissi” biçiminde romancıyı / öykücüyü yakalayan bir sıkıntı: romancıdan çok önce oraya varıp da onu orada çoktan şekillenmiş (denebilirse “paketlenmiş”) olarak bekleyen bir konuyla uğraşma ihtiyacı, zorunluluğu, zorlanması. — Orhan Koçak

 

“Çocukluktan yetişkinliğe, beşerlikten insan olmaya doğru evrilmek için, ölüm fikriyle yüzleşmek ve varlık zeminindeki bu bilinmezliği kabul etmek gerekir. Tasavvuf düşüncesindeki ‘ölmeden önce ölmek’ ilkesi, bu imkânı işaret eder. Ölmeden önce ölmek, ölümlülük ilkesinin eninde sonunda elimizden alacağı, mülkiyetimizde olmayan şeyler hakkındaki mülkiyet iddiamızdan vazgeçmektir. Bu ilke bizi iradesiz ve amaçsız bir yaşama götürmez. Aksine, içinde yaşadığımız an içinde neyin korunmaya, neyin bırakılmaya uygun ve değerli olduğunu ayırt etme imkânını getirir. Ömrü bitmiş olanı teslim edip, şimdi geleni kabul etmenin yolunu açar.”

Fidan Terzioğlu “İnsanı insan yapan nedir?” sorusunun peşinde, sinema tarihinde derin iz bırakmış yedi önemli yapay zekâ filmine tasavvufun gözüyle bakarak bizi bir yolculuğa çağırıyor: Bilmediğimiz, arzuladığımız, istemediğimiz ötekilikleri görebilmek, izleyebilmek ve dönüştürebilmek için. Hayatın kaynağının bilmediğimizi dahi bilmediğimiz veçhelerind ..

 
Çeviri: Gül Özlen

“Ölmek üzere olmak ve elinden bir şey gelmeyeceğini bilmek. Babası için o an çok kısa sürmüş olmalıydı, bindiği uçak kalkış halindeyken, yerden yirmi bilemedin otuz metre kadar yükselmişken her şey olup bitmişti. Bu olayı hiç irdelemediğini düşündü, sanki bu annesinin hikâyesiydi ve detayları bilmek sadece onun hakkıydı. Annesinin başına gelen bir felaketti bu, onun kederi ve onun hatıralarıydı. Ellerini gencin boğazında gezdirdi. İşaretparmağını şahdamarının üstünde dolaştırdı, ince derinin altından damardaki kanın zayıf atışını duydu. Hiçbir berber müşterinin boynuna bu şekilde dokunma hakkına sahip olmasa da, genç adam ya bunun farkında değildi ya da itiraz etmiyordu.”

Babası o daha doğmadan önce bir uçak kazasında ölen ve büyükbabasının berber dükkânını devralan Simon bir gün, o zamana dek pek üstünde düşünmediği bu kazayı araştırmaya ve babasıyla ilgili bilgi toplamaya başlar, fakat edindiği her bilgi kafasındaki soru işaretlerini azaltmak yerine artırır. Simon bir yand ..

 
Çeviri: Haluk Barışcan

Eğlence yaygınlaşıyor, yeni bir paradigma, yeni bir dünya ve varlık formülü olarak yükseliyor. Var olabilmek için, dünyaya ait olabilmek için eğlendirici olmak gerekiyor. Artık sadece eğlendirici olan hakiki ya da gerçek kabul ediliyor. Gerçek gerçeklik ile kurgusal gerçeklik arasındaki fark artık geçerli değil. Bizzat gerçeklik eğlencenin bir etkisi olarak görülüyor.

Eğlencenin totaliterleşmesi pasyon ruhu için bir düşüş olarak görünebilir. Ancak pasyon ve eğlence temelde kardeştir. Bu kitapta ikisinin pek çok kez örtük yakınlaşmalarına işaret ediyorum. Kafka’nın öyküsünde bir pasyon karakteri olan açlık sanatçısı ile hedonist hayvanın varlık ve özgürlük konusunda farklı anlayışlara sahip olmalarına rağmen aynı kafese konmaları tesadüf değildir. Bu ikisi sirkte sürekli birbirlerinin yerini alacak iki karakterdir.

— Byung-Chul Han

 
Çeviri: Zehra Cunillera

Modern İnsan hasta: Tekbenciler, General Berkeley'nin başını çektiği şu korkunç yaratıklar, Modern İnsanın zihninde yaşayan Erlebnis halkını dünyadan koparmayı başardı. Ancak filozof Husserl tarafından özel olarak görevlendirilen Edmund adlı küçük Erlebnis direniyor. Acaba zamanın akışını tersine çevirebilecek, Belleğin Kapıları'ndan geçmeyi ve bilinci kurtaracak periyi bulmayı başarabilecek mi?

Küçük Filozoflar Dizisi, 9-14 yaş çocukları için filozofların hikâyelerini anlatan çok güzel resimlenmiş kitaplardan oluşuyor. Diziyle çocukların felsefeye zevkli bir giriş yapmalarını, kendi sorularının peşinden gitme alışkanlığı kazanmalarını amaçlıyoruz. Husserl Bilinci Nasıl Kurtardı? dizinin otuzuncu kitabı.

 
Çeviri: Tuncay Birkan

Modern sanayi uygarlığı dünyayı ateşe vermenin eşiğinde. Toplumsal oluşumların ve toplulukların kökünün kurutulması, insani müştereklerin bağımlı olduğu canlı yeryüzü¨-sisteminin yok edilmesiyle iç içe geçmiş durumda. Artık kapitalizmin en son, “yakıp yıkma” safhasındayız. Askeri bağlamda bu tabir, yenilmiş bir halkın veya yaklaşan bir ordunun faydalanmasını engellemek için hayati kaynakların imha edilmesi anlamına gelir. Daha genel anlamdaysa, bereketli bölgelerin çoraklaştırılıp yenilenme kapasitesini yitirmesine karşılık gelir. Sudan mahrum bırakılmış nehirleri ve yeraltı suları zehirlenmiş havası kirlenmiş toprağı kuraklık ve kimyasal tarımla mahvedilmiş kavrulmuş bir dünya demektir.

Yakıp yıkma kapitalizmi, grup ve toplulukların kendi kendilerini geçindirmesine, kendi kendini yönetmesine veya birbirlerine destek olmasına imkân veren ne varsa imha eder. Bu durum madencilik, ormansızlaştırma ve zehirli atık yığma yoluyla yaşanması imkânsız çorak alanlar ve yoksulların umu ..

 
Çeviri: Özde Duygu Gürkan

“Ben Prenses Harueme, Fujivara no Enyu ile şimdi Go-Sanjo dediğimiz imparatorun kızıyım. Daha önemlisi, yaşlıyım ve ölüyorum.”

Böyle başlıyor anlatmaya, hayatının büyük kısmını imparatorluk sarayında, kapalı kapılar ve paravanlar ardındaki küçücük bir dünyada geçirmiş olan Prenses Harueme. Kendi kaderine yön verememiş olan bu yaşlı kadın, kurmaca bile olsa başka birinin kaderini özgürce yönlendirmenin özlemiyle bir hikâye yazmaya koyuluyor.

“O halde neden anlatıyorum Kagaya-hime’nin hikâyesini? Dahası, neden kendi hayatımı anlamlandırmaya çalışıyorum, hangi olayların tam olarak yazdığım gibi olduğunu, hangilerininse dilekler ya da pişmanlıklarca değiştirildiğini bile bilmezken? Çünkü elimizdeki tek şey hikâyeler ve hatıralar. Eskiden sahip olduğum şeyler, geçmişte sevdiğim insanlar – bunlar zihnimin sandıklarda sakladığı ve sıkıldıkça ya da yalnızlık çektikçe çıkardığı defterlerdeki mürekkep izlerinden ibaret. Bir şeyleri gerçek kılan, onları kaydetmek – başka hiçbir ..

 

Bu kitap, psikolojinin bugüne dek geliştirdiği belki de en ilginç ancak en az anlaşılmış kuram olan Geştalt kuramına dair, psikoloji tarihi içinde küçük bir “bellek tazeleme” çalışması sayılabilir. Amacımız, orijinal hali hakkında çok az şey bilinen, bilinenlerin ise –kimi zaman tercüme eksiği veya hatalarından, kimi zaman da orijinal eserlerin okunmamasından– ya çok eksik ya da düpedüz yanlış olduğu, dünyaya bambaşka gözlüklerle bakan bu çarpıcı kurama biraz olsun “hakkını” iade etmek. Kuramın özellikle iki yönü oldukça heyecan verici. Bunlardan biri, kuramın algı dışında psikolojinin tüm diğer alanlarına dair de önermelerinin bulunması ve hatta psikolojinin ötesine de uzanabilecek kapsamda bir genel kavrayışın üzerine kurulu olması. Bir diğeri ise, psikoloji tarihi içinde –hele ki Anglo-Amerikan psikoloji ekolünün adeta “dayatmasıyla”– her şeyin iki zıt kamp üzerinden tanımlanmasını tümüyle reddetmesi.

Geştalt kuramını “tarihin tozlu sayfalarındaki bir kuram” olarak görmek ..

 
Hazırlayan: Ayşe Akalın

Dünyada son dönemde iyice yoğunlaşan güvenlik toplumu arayışı, internetin yaygınlaşıp etkinleşmesi, neoliberalizmin bedeni açık bir kaynak haline getirmesi ya da sağ popülizmin veya ekolojik yıkımın tetiklediği endişe ve korkular, duygulanımın gördüğü entelektüel ilgide önemli rol oynayan güncel gelişmelerden birkaçıdır. Duygulanım teorisi, bedenlerin sabit konumlanmış göründüğü zamanlarda dahi aralarında aktarım, bağlantı, işbirliği hallerinin olduğunu görmemizi sağlar: Değmek, değer üretmek ve dayan(ış)mak üç ayrı durum değil, aynı sosyalliklerin birbirine içkin üç ayrı biçimi olarak anlaşılabilir.

Temasın İmkânları, bu hallerin birbirleriyle nasıl konuştuğunu örneklemeyi amaçlıyor. Kitabın ilk bölümünde bedenler arasındaki “değmek” ilişkisi ölü bedenler adına yerine getirilen “son görev”, engellilere yardım eden asistan köpekler ve dokuma türünde üretilmiş sanat eserleri üzerinden anlatılıyor. Değmek deneyiminin değer üretme zinciri haline geldiği ilişkisellikler ..

 
Çeviri: Deniz Keskin

Toplu olarak yaşamanın parçası olan çeşitli “pis işler” var. Sadece ağır ve zor değil aynı zamanda adı kötüye çıkmış, yani saygınlıktan uzak sayılan işler. Geleneksel toplumlarda bu tür işleri yapanlara yönelik bariz dışlama mekanizmaları vardı. Bugünkü toplumlarımızda açıktan açığa böyle bir işleyiş olmasa da “pis işleri” yapanların toplumsal konumları daha iyi değil. Eskiden toplumların en yoksul çevrelerinin yaptığı bu işlerden bazılarını bugün Batılı toplumlarda daha ziyade göçmenler, bazılarını ise yine o toplumların dezavantajlı kesimleri yapıyor.

Eyal Press ABD’de özellikle cezaevlerindeki psikiyatri koğuşlarında çalışan ruh sağlığı danışmanları ile gardiyanları, tavuk mezbahalarında çalışan göçmen işçileri, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin İHA’larla ülke dışında gerçekleştirdiği gözetleme ve saldırı operasyonlarında görev alan teknik personeli, ayrıca Google’ın devletlerle işbirliği içinde geliştirdiği gözetleme projelerinde çalışmış mühendisleri ve petrol üretim tesisle ..

 
Çeviri: Nesrin Demiryontan

“Kayıp ilanını gördüğüm zaman artık çok geç olduğunu anladım. O şiş yüzü ismi olmadan da tanırdım, o kısık gözleri ve o tuhaf gülümsemeyi; hiçbir şeyin yolunda gitmediği apaçıkken, ‘Her şey yolunda’ demeye çalışan o yorgun yüzü, bana düşmanca değilse de umutsuz gözlerle bakan, ulaşılmaz bir yere çekilmiş o yüzü; ‘Hiçbir şey yapamayacaksın’ diyen bakışı. Gerçekten de hiçbir şey yapamadığımı o gün anladım. Fotoğrafta iri ilmekli, beyaz bir hırka giymişti, boynundaki fular bluzunun üzerine sarkıyordu, uygunsuz bir kıyafet, sekiz yaşında bir çocuk kıyafeti değil, bir erişkinin kıyafeti; ama hepsinden öte, o tuhaf duruşu; kollarını kendine farklı bir hava vermeye çalışır gibi garip bir biçimde kavuşturmuştu. Fotoğraf bana, her tarafı acıdığı halde iyiymiş gibi görünmeye çalışan o dokunaklı halini hatırlatıyordu, acısı sakar hareketlerinden, gergin kollarından ve bacaklarından belli olduğu halde; içinde bir şeylerin paramparça olduğu hemen fark ediliyordu.”

Fransa’da yaşanan gerçe ..

 
Hazırlayanlar: Fikret Adaman, Sena Akkoç

Kapsayıcı ve dönüştürücü gıda politikaları nasıl olmalıdır? Farklı kavramsal ve politik çerçeveler kimler tarafından hangi politik arka planlardan beslenerek hangi tarihsel bağlamda geliştiriliyor? Bu farklı yaklaşımlar egemen gıda sistemini nasıl sorunsallaştırıyor? Bu yaklaşımların gıda sisteminin geleceğine dair görüşleri ve önerdikleri yol haritaları neler? Gıda sistemindeki sorunları ve daha adil ve sürdürülebilir gıda politikalarına nasıl ulaşılabileceğini irdelemeyi amaçlayan kitabımız gıda konusunu politik ekolojiden toplumsal cinsiyet eşitliğine, sağlıktan beslenmenin sürdürülebilirliğine, agroekolojiden teknolojik gelişmelere çeşitli boyutlarıyla ele alıyor. Dünyada ve Türkiye’de gıda sisteminin yapısı ve işleyişi ile bunlardan doğan ekonomik, sosyal ve ekolojik sorunların, mücadelelerin ve çözüm arayışlarının tartışılabildiği bir zemin sunmayı hedefliyor.

Sağlıklı, adil, sürdürülebilir ve krizlere dirençli bir gıda sistemine ulaşmanın yolu, gıdanın bir hak olarak ..

 
Çeviri: Kübra Kelebekoğlu

Bilge Karasu ile Walter Benjamin arasında bir bağ olabilir mi? Birbirinden farklı ve uzak görünen bu iki isim arasında ortak noktalar var mıdır? İkisini karşılaştırmak mümkün müdür?

Hafıza Kazısı Bilge Karasu’nun Lağımlaranası ya da Beyoğlu başlığı altında toplanmış metinlerini Walter Benjamin’in Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin’de Çocukluk ve hafıza ile ilgili diğer metinleriyle birlikte okuyan ve Karasu’nun metinlerindeki tarihsel hafıza katmanlarını araştıran bir çalışma. Ülker Gökberk kişisel olarak da tanımış olduğu Bilge Karasu’nun anlatılarında kurmacayla birlikte var olan gerçeklik parçalarını bulup çıkarmaya çalışırken Lağımlaranası’nı kişisel ve kolektif hatıraların yansımış olabileceği bir Beyoğlu anlatısı olarak okuyor. Gökberk “hafıza kazısını” bağlamına oturturken Benjamin’in yanı sıra Freud, Bergson, Ricoeur, Barthes gibi düşünürlerin geliştirdiği yaklaşımlardan yar ..

 
Çeviri: Mehmet Hakkı Suçin

Yolları Basra’daki bir kaçakçının yazıhanesinde kesişen üç Filistinlinin hikâyesi Güneşteki Adamlar. Göğsünü dayadığında sanki yerin kalbini duyacak kadar toprağa bağlı ihtiyar bir köylü, haksızlığa karşı mücadelesi zindanın yolunu gösterdiğinde kaçmaktan başka çaresi kalmayan genç eylemci ve okulu bırakıp gerçek dünyada “pişmek” zorunda kalan toy bir öğrenci. Kuveyt’e varıp, Körfez’in bu zengin ülkesinde çalışıp para kazanmaya başladıklarında yalnızca kendilerinin değil arkalarında bıraktıkları Filistin’in, ailelerinin, sevdiklerinin de talihini değiştirmeyi umuyorlar. Yola koyulduklarında, geride kalan acı hatıraların yanı sıra çölün dayanılmaz sıcağıyla da baş etmek zorundalar. Yolculuk sona erdiğinde Filistin’den, onun acılı tarihinden hiç uzaklaşamadıklarını görüyoruz.

Güneşteki Adamlar, 1963’te yayımlandıktan sonra da yazılmaya devam eden bir metin. Onu aynı zamanda çölde kavrulan, okyanusta boğulan, kamyon kasasında yahut bir uçağın bagajında buz tut ..

 
Çeviri: Siren İdemen

Bir varmış bir yokmuş, bir Unutkanlar Krallığı varmış. Tepesinde Kafalar, ovasında Eller yaşarmış. Kafalar Eller’i yönetirmiş. Bir gün gelmiş, Eller artık çalışmamaya karar vermiş. Prenses Emel saraydan kaçmış ve neler olup bittiğini anlamak için yola koyulmuş. Bilin bakalım kiminle tanışmış?

Küçük Filozoflar Dizisi, 9-14 yaş çocukları için filozofların hikâyelerini anlatan çok güzel resimlenmiş kitaplardan oluşuyor. Diziyle çocukların felsefeye zevkli bir giriş yapmalarını, kendi sorularının peşinden gitme alışkanlığı kazanmalarını amaçlıyoruz. Simone Weil Unutkanlar Krallığı’nda dizinin yirmi dokuzuncu kitabı.

 
Çeviri: Fatih Özgüven

Genç bir adam yortu tatilini geçirmek üzere kaldığı pansiyondan çıkar, bisikletine atlar, bir yerde mola verir, ardından korkunç bir trafik kazası geçirir. Bulutun İçinden Bir Ses harikulade bir biçimde edebiyatta eşine az rastlanan bir şeyi, roman kahramanının bedeniyle aniden ve iradesi dışında değişen ilişkisini konu edinir. Uzun ve acılı iyileşme dönemi onu sadece bedenini değil, çevresindeki insanları, tabiatı, nesneleri, manzaralarla olan ilişkisini de sınamaya, yeniden tarif etmeye götürecektir.

Her acı bedensel acıların keskinliğiyle anlatılabilir, anlatılmalıdır.

“Dışındaki şeyler yüzünden ağlamazsın, içerideki şeyler yüzünden ağlarsın. İnsanlar başkalarını ağlarken görünce bu nedenle o kadar utanır, kızar ve kendilerini suçlu hissederler. Ne kadar deneseler de kendileri içeride olamazlar. Kapı yüzlerine kapanmıştır, sadece salya sümük suratı görürler. Ve hiçbir zaman içeride olamadıkları için, onları rahatsız eden gözyaşlarının dökülmesinden n ..

 

Hasan Turgut Gülten Akın’ın şiiri üstüne bu kapsamlı incelemesine, ortadan, “aktivizm dönemi” olarak düşünülebilecek orta döneminden başlıyor ve “keşif dönemi” denebilecek ilk dönemi ile “melez dönem” denebilecek son dönemini bu ortaya referansla anlamlandırmaya çalışıyor. “Dönemsel arayışların yön vermesiyle aldığı formlar değişse de daima acil ve meşru bir talep olarak gündeme taşınan eşitlik, gücünü artırır ve bu gücünü muhafaza etmeyi sürdürür. Buradan bakıldığında, Akın şiiri, herkes ve her şey için eşitlik kurmaya çalışan bir sistem uğruna verilen mücadelenin ve bu mücadeleye eşlik eden kaçınılmaz zorlukların izdüşümüne dönüşmektedir,” diyen Turgut, Gülten Akın’ın şiirindeki eşitlik ve ortaklık arayışını Bruno Latour’un aktör-ağ teorisi ve Kojin Karatani’nin izonomi kavramından yola çıkarak okuyor. Şairin ana güzergâhlarının yanı sıra sapaklarını da dikkate alan kitap ortaklık alanı olarak ilk bölümde şehre, ikinci bölümde doğaya, üçüncü bölümde anneliğe, dördüncü bölümde kan ..

 
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2023. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X