Yalnızlığın ne çok çeşidi olduğunu anlamak için yılların geçmesi gerekiyordu” diyor Murathan Mungan son kitabı Kadından Kentler’de, 16 öyküde 16 yalnız kadın anlatırken... Yine onlarca satırın altını çiziyorum okurken. Hayat dersleri var ince ince; tıpkı diğer kitaplarında olduğu gibi. Ama üstten bakan, insanın kafasına kakan bir yazar değil. İsteyen alır alacağını, istemeyen almaz. Kitapla ilgili söyleşi için gittiğimde, sözün hayata bu denli yayılacağını biliyordum elbette. Yalnızlıktan korkulara, aileden başarıya söylediği her söz kulağa küpe olmalı. Konuşurken “Her şeyi çözmüş” diyorsunuz ama hiç de öyle “bilge bilge” oturmuyor karşımda. Bir o kadar da hayatın içinde. Kitabını da “içinden hayat geçiyor” diye tanımlıyor. Bu hayatın izini sürmek için de kitaptaki 16 şehri tek tek gezecek. Bu turne, tıpkı kitap gibi öykülerdeki kadınların yollarının kesiştiği Esenler Otogarı’nda sonlanacak.Kadından Kentler’i satırların altını çizerek okudum. Hayat bilgisi dersleri gibi... Bu kadar farkındalık size hayatı zehretmiyor mu?Zehretmez olur mu? Ama bu farkındalıklar hayatı zehretmek için değil; aksine hayata karşı içimizin kaldırma gücünü çoğaltmak için.
Kitapta 16 şehir, bir o kadar da mekân var. Belli ki çok uğraştırmış sizi.Kitapta ciddi bir amelelik var. Çok çalıştım dersimi. Fakat adisyonu okura paylaştırmaktan hoşlanmam. Çalıştıysam çalıştım, o benim vazifem. Ama okura ve sayfaya gereken miktarı aktarmak gerek.
Formülü var mı bunun?Bazen genç arkadaşlarla konuştuğumda kendimi Bolulu aşçılara benzetiyorum. “Nasıl yapıyorsunuz?” diye soruyorlar. Valla göz kararıyla... Artık ateşin altını ne zaman kısacağını biliyorsun.
“İnsan sadece cildine bakmaz, yeteneğine de bakar”Kitaptaki kadınların ortak özellikleri yalnızlıkları, değil mi?Evet, kitap bir yanıyla bütün kadın kahramanların yalnızlığına açılıyor. Öte yandan yalnızlığın da kıymeti var. Yalnızlık, var olmanın yazgısı. Bütün bir yaşamı bundan kaçarak kuramazsınız. Ancak kullanmayı öğrenebilirsiniz.
Nasıl?Bizimki gibi bir arada yaşamanın bu denli kutsandığı bir kültürde, yalnızlık öcü olarak anlatılıyor. Oysa insanı ayakta tutan yanları var. Kendinden nasıl bir insan yapmak istiyorsun? Bu bize aynı zamanda güzergahımızı da söyler.
Siz kendinizden nasıl birini yapmayı amaçlamıştınız?Ben çok erken yaşta “biri” olmaya karar vermiştim. Benim bu sanatlardan birine bulaşacağım çok erken belliydi.
Ne kadar erken?Sekiz yaşında oyun yazmaya kalktım. 12 yaşında Nâzım Hikmet’in
Yeşil Elmalar romanını okuyorum diye annem çok kızmıştı, “Sen şimdiden mi komünist oldun?” diye.
Sapmalar olmadı mı?Yalpalamalarım olmuştur. Her şey bize bağlı değil. Ama ben kendine sadık biriyim.
Ne demek bu?“Ben kendimi böyle seviyorum” cümlesini hep muhafaza etmek istemişimdir. Bu kadar kitabın üstünde imzam var, hâlâ kendimi mezun etmedim. Yeteneğimi diri tutmak için bakımını üstlendim. İnsan sadece cildine bakmaz, yeteneğine de bakar.
Nasıl bakılır yeteneğe?Bir kez okumaktan, araştırmaktan asla vazgeçmemek. Olumlu anlamda söylüyorum, doyumsuzluğunu korumak. Yaptığın işten elbette bir doyum alıyorsun. Ama doruk noktasına varmışsın hissine kapılmamak gerek.
“İçindeki olimpiyat ateşini diri tutmak çok önemli”Yazarlıkta ustalık mertebesine ulaştığınızda ne oluyor? Ustalığın da sorunları var. Birçok yazarın ve şairin sadece ustalığına yaslanarak içi boşalmış şeyler yazdığını görüyorum. Kalp çarpıntısı yok, sadece teknikle yazıyor. Kendi adıma hep söylerim: İçimdeki şair ölürse ölür, ne yapayım?
Ne olur o zaman?Sahneden inmen gereken yeri bileceksin.
Yapabilir misiniz bunu?Yapmak gerekir. Sonunda kendi kendimin karikatürü olarak sahneyi terk etmek istemem. Gider bahçecilikle uğraşırım, laf mı?
Önleminiz var mı buna karşı?Öyle bir durumda kalmayayım diye sürekli yakıt tazeliyorsun. İçinizdeki olimpiyat ateşini diri tutmak çok önemli.
“Şimdiki aklım olsa bütün kitaplarımı takma adla yazardım”Bugünden yazarlığınızın ilk günlerine baktığınızda ne görüyorsunuz?Şimdi insanların belki hayal etmekte zorlanacakları bir şey söyleyeyim. Benim
Son İstanbul kitabım birçok yayınevinden geri döndü, basılmadı.
Cenk Hikâyeleri’ni bitirdim, o da basılmadı. Bugün baktığınızda çekmeceye kilitlenmiş o kitaplarla aynı evde yaşamanın yirmili yaşlarındaki bir insan için nasıl bir cehennem olabileceğini hayal edebilirsiniz. Böyle bir zamanda bir tek şeye inandım: Sizi yazar yapan şeyden vazgeçmeyeceksiniz. Ben meşhur olmak için yazar olmadım. Şimdiki aklım olsa hepsini takma isimle yazardım.
Niye?Bütün samimiyetimle söylüyorum. Şimdi hiç kimse olmayı çok isterdim.
Ne zararını gördünüz Murathan Mungan olmanın?Televizyon şöhreti değilsin, sokakta seni kimin tanıyıp kimin tanımadığını bilmiyorsun. Bu kadarı bile bir insanın paranoyak olması için yeterli. Edebiyat şöhreti gibi şöhretlere ara şöhretler diyorum ben. Sizi tanıması gerektiğini düşündüğünüz insan adınızı bile duymamıştır, gittiğiniz herhangi bir yerdeki garson kitaplarınızdan söz edebilir.
Seda Sayan da programında kitabınızın çıkış tarihini verebilir.Evet, sağolsun anmış. Türkiye’nin bu tür sürprizleri var, lunapark gibi. Hangi aynada nasıl çarpıtılacağınızı da bilemiyorsunuz, hangi dönmedolapta kimle karşılaşacağınızı da. Şöhret geçer, insanlar ölür, yazarlar gömülür. Ama kitaplarda kalan, o kitabın yazarını yazar yapan şeyi görmektir. Sayfayı ürperten şey de budur. İşin diğer tarafı fani ve tali. Eğer gırtlağında düğümlenmiş dört-beş tane kelime yoksa, içini kamaştıran birkaç söz, parmaklarını karıncalandıran harfler yoksa hepsi gelir geçer.
“Bizim erkeklerin jöle ile bu kadar barışacağını düşünemezdim”Neden kadınlarla kentleri bir araya getirdiniz bu kitapta?Türkiye’de kadınlar ve kentler iki gösterge. Kadın bedeni hâlâ bir kimlik ve politika nesnesi. Kadın kıyafet inkılabıyla başlayan süreçte bir form kazanıyor, şimdi günümüzde türban sorunuyla başka bir form kazanıyor. Ama erkekler inkılaptan bu yana kravatlı oturuyor, onlara bir şey olduğu yok!
Kimlik sorunu neredeyse yalnızca kadın için geçerli.Diyorlar ki, Meclis’te çok kadın olsun. Taşıdığı nüfus cüzdanının rengi onu kadın yapmaya yetmeyecek bir sürü kadın var şu anda Meclis’te. Türkiye’nin şahane çelişkilerinden bir tanesi, bu kadar ataerkil bir toplumda ilk kadın başbakanımızın Tansu Çiller olması! Birtakım kadın bakanları ve kadın milletvekillerini saymıyorum, nezaketimden!
Nasıl kadın olunur?Bir kimlik bilincidir bu. Sahip olduğunuz organ sizi kimlik sahibi yapmaz. Bir farkındalık halidir kadın olmak.
Kadından Kentler’deki kadınların hepsi bu anlamda “kadın” ve hepsi mutsuz.Edebiyat bir sorun sanatı. Bir adamla kadın varmış, çok mutlu yaşamışlar. Bitti. Bunu kimse okumaz. Ben bu kitapta mutlu-mutsuz ayrımından ziyade, “Sorunlar karşısında içimizi nasıl güçlendiririz?”e baktım.
Erkekler için de böyle bir kitap yazılabilir mi?Yazılamaz ama başka bir şey yazılır. Kadın olmak çok zor da erkek olmak çok mu kolay? On iki yaşından başlayarak erkek olduğunu ispatlamanın oyunlarına zorlanıyorsun. Ve o sırada ruhundan vazgeçerek, kendini kısırlaştırarak var oluyorsun. Ataerkil toplumda erkek imgesinin dönüşümleri de ilginç. Mesela bizim toplumda erkeklerin jöleyle bu kadar barışacağını düşünemezdim. Jöle beni yanılttı!
Epilasyon da yapıyorlar, botoks da...Aynı noktaya geliyoruz işte, değişimi görmek. Benim
Soğuk Büfe kitabımda bir yazım vardır. “Batı’nın teknolojisini alacağız, ideolojisini almayacağız” üzerine. Bu bir paket kardeşim, onu verince içinden çıkıyor! Çıkmadığı zaman da intikamını alıyor. Uzun yıllar Türkiye’deki ciddi ev kazalarından biri düdüklü tencere patlamalarıydı. Şimdi de en solcusu da en sağcısı da, kendi kültürü ideoloji üretmediği için cep telefonlarıyla yakalanmaktan kurtulamıyor. Ama bunların ideolojiden anladığı tek şey, cinsellikle ilgili ahlâk. Ahlâkı sadece cinsellik alanının bir kavramı zannediyorlar. Bu kadar muhafazakar bir toplumun türkülerinde “gece gelme gündüz gel, tenhalarda buluşalım”lar var. İngiliz folklorunda Türkiye’deki kadar baldız üstüne türkü var mı?
“Kendi adıma becerebildiğim şey, mazimle el sıkışmak”Aileden söz edelim biraz da...Aileler hem tuzağımız hem de mektebimiz. Yaşım gereği rahat söyleyebilirim; kimi şeyler ailede öğreniliyor. Rahmetli annemin bir lafı vardı, “Zevk ve izan öğretilmez, kendini zorlama” derdi. Bu bilgilerin seni nasıl oluşturduğunu tam da bilemiyorsun. Tabii aile yaraları da başka...
Yaraların da bir o kadar etkisi var.Olmaz mı? Hayatınızı yaralarınıza teslim etmemeyi öğrenmelisiniz. Bütün hikaye orada düğümleniyor. Baş edilemeyen yaralar sahiplerinde yarayı sevmeye dönüşüyor, onları çirkin bir teşhirciye dönüştürüyor. Yarasıyla oynamayı bir tür yaratıcılık, edebiyatçılık sanmak da var.
Mutsuz çocukluğun yaratacılığı beslediği doğru mu?Çocukluk elbette çok zengin bir kaynak. Fakat orada da bir tuzak var. İnsanlar kimi zaman hafızalarını yanıltabiliyor. Çocukluk ne bir cennet ne de bir cehennem. Kimilerinin çocukluklarını taşıyamadıklarını görüyoruz.
Siz barıştınız mı çocukluğunuzla?İnsanın mazisiyle el sıkışması gereken yerler var ve bu çok geç olmamalı. Kendi adıma becerebildiğim şey, mazimle el sıkışmak. Hâlâ insan olarak en zor şeye; hayatımda kötülüğünü ve karanlığını gördüğüm insanları affetmeye çalışıyorum. Çünkü ne kadar çok insan affedebilirseniz o kadar özgür oluyorsunuz.
“Sürekli geçmişe dönüp bakarsan boynun tutulur” Büyük başarı kazanan kitaplardan sonra nasıl etkilenir yazarlığınız?Bazen başarı sizi felç eder. Aynısından yapmak istemiyorsunuz. Bir sanatçıyı bekleyen tehlikelerden bir tanesi de kendi inşa ettiği binanın enkazı altında kalmaktır. O depremin çaresi de, Işıkara’sı da yoktur.
Öncüsü de yok mudur?Vardır tabii. Ama insanın yirmi dört saat alarm halinde kendine gözetleme kulesinden bakması çok mümkün değil.
Başarısızlık korkunuz ne oranda?Benim için başarı kendini gerçekleştirmektir. Daha çok para kazanmak, Oscar almak falan değil.
En büyük başarınız nedir?Bilmiyorum. O kadar başarı hastası biri değilim. Birçok anlamda azınlıktan biri olarak insanın iyi kalması çok zordur, bir süre sonra kendini kötülükle savunmaya başlar. Buna yenilmedim. Belki de en büyük başarım, iyi kalmayı başarmaktır.
Hiç pes ettiğiniz anlar oldu mu?İyi bir insan olmaktan, hayır. Toy zamanlarımda kimi fevri anlarım olmuştur, onlardan duyduğum pişmanlık da beni büyüttü. Ama sürekli geçmişe dönüp bakarsan boynun tutulur.
“Açıkçası bazen, şiddete başvuranları anlıyorsunuz”Öfkenize nasıl engel oluyorsunuz?Eskilerin deyimiyle aklıma mukayyet olmaya çalışıyorum. Bizler yorgun bir kuşağız. Şu ömrümde üç tane darbe gördüm. Üstelik bu darbelerin çoğunun nesnesi kitap korkusu, düşünce özgürlüğüydü. Bütün bunlara rağmen kitabı ve düşünceyi seçmiş biri olarak zaten yeterince cehennem hayatı yaşamışım. En iyi muhalefet biçiminin işini daha iyi yapmak olduğunu düşünüyorum.
Bu muhalefet yerine ulaşmazsa?Açıkçası şiddete başvuranları bazen anlıyorsunuz. Açlık sınırında bu kadar insanın yaşadığı bir ülkede, bir düğünde kafasından bilmem kaç bin dolar akıtılanları gördüğünüzde, eğer yazar ya da şair değilseniz, bir mecranız yoksa, Kalaşnikof’tan daha iyi bir araç yok. Bu sistem bunu hissettiriyor.
“Bahçeli bir evde yaşamanın hayalini kuruyorum”Çok üretken bir yazar olduğunuz malum. Hayata vakit kalıyor mu?Şu aralar hiçbir şeye kalmıyor. Birkaç yıl Madrid’de yaşamak istiyorum, 2010’dan sonra birkaç yıl yazıp bitirsem bile kitap yayımlamayı düşünmüyorum. Bir tür mola.
Başka neler var hayatınızda? Maç seyreder misiniz mesela?Fenerbahçeliyim, Dünya Kupası maçlarını ve milli maçları seyrediyorum. Ama futbol tutkunu değilim. Müzikle ve sinemayla çok ilgili olduğumu biliyorsunuz zaten. Bir de zaman azalıyor ve insan işine yoğunlaşıyor.
Zaman azalıyor demek için çok genç değil misiniz?Eğer hayallerimle ölçecek olursak zaman bitti bile sayılır. Benim 80’den önce ölmemem lazım, bundan eminim. Ama biraz sürprizler istiyorum. Mesela bahçeli bir evde yaşamanın hayalini kuruyorum.
Yazmak dışında başka hiçbir şeyden para kazanmadınız, değil mi?Hayır. Büyük bir zardı, bunu attım. Ya batarsın ya çıkarsın dedim. Büyük kumardı ama elimdeki kartların çok güçlü olduğunu biliyordum.
B planınız var mıydı?Vasat bir yetenek çıktık ama yazıyı öğrendik, bari para getirecek başka şeyler yazayım diyebilirdim.
Yine yazı yani.Su mühendisi olacak halim yok.
▪ "Beşi bir romanda!" |
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004 |
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar" |
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004 |
▪ "Amok koşucusu" |
Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008 |
▪ "Edebî Maratoncu" |
Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007 |
▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm" |
Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008 |
▪ "Kadından Kentler" |
, Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008 |
▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar" |
Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008 |
▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim" |
Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008 |
▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak" |
Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008 |
▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım" |
Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008 |
▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın" |
Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008 |
▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..." |
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007 |
▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!" |
Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023 |
▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl" |
Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014 |
▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı" |
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014 |
▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken" |
Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016 |
▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım" |
Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017 |
▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim" |
Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017 |
▪ "Merakı Bulaştırmak" |
Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022 |
▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!" |
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000 |
▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?" |
Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001 |
▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor" |
Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002 |
▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı" |
Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002 |
▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız" |
Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002 |
▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı" |
Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004 |
▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir" |
Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005 |
▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil" |
Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005 |
▪ "Klonlanmak istiyorum" |
Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005 |
▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!" |
Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar |
▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana" |
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006 |
▪ "Melodram her an hayatımızın içinde" |
Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007 |
▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli" |
Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007 |
▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık" |
Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007 |
▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım" |
Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007 |
▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi" |
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011 |
▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı" |
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014 |
▪ "Bu toprakların asli meseleleri" |
Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014 |