1986-93 tarihli şiirler yer alıyor Omayra'da. İlk üç kitabı Osmanlıya dair Hikâyat, Kum Saati ve Sahtiyan'ın sesini 90'lı yıllarda sürdüren bir niteliği var kitabın. 1993 tarihli "Hazar Kaplanı" kitabın bizce en güzel şiirlerinden biri:
Hazar Kaplanı
yazgı ol yazı
düş kaplanı
düş kaplanın düştüğü suya
geçme karanlık duvar
uykun haram başka birine
sol elinde unuttuğun yazı
sırtında sırtlandığın sınırlar
bunca yıl uykusuz çeteciler gibi bekledim başını
bunca yıl saklandığın dağları içimde taşıdım
soyun tükendi ama ardında hâlâ avcıların var
değişmedi hayat hakkındaki yırtıcı tasavvurun
ormanını aydınlatan birkaç ışık yılı
ve ütopyalarını gömdüğün parçası kayıp haritalar
orman kapladı yazımı. orman seğiriyor tenimde sen ilerledikçe
taşların düşünü gören taşıl katmanlar
aralanırlar
dünyanın başlangıcında yer alan madenler, bitkiler
ve ilk gecelerinin düşünü gören kelimelerle
yazgı ol yazı
düş kaplanı
düş kaplanın düştüğü suya
korkma yoktur
geçilmez karanlık
yıkılmaz duvar
gideceği yolları sırtında taşıyan
sevdiğine kemer
düşmanına kamçı
hazar kaplanı
düştüğümüz yolları bize yamayan yolculuk
geçit vermiyor başka birine
yolunu şaşıran sığınak
dilin tuzağında göçebe
yeni mekânlarda giydiğimiz çemberler
bizi yineler
bizi yineler
bir yanımız vecdin kanı
anonim sicil
bir yanımız yüzyılın bombardımanı
episteme episteme
kullanılmış bütün yüzyıllar
geriniyorken gövdemizde
bir hazar kaplanı duruyor ayaklarımın ucunda
uyuşmuş ağaçlar öğle üzeri buhur
güneşin testisi yanı başımızda, ayın sateni, ışığın suyu
ve başka şeyler
Babil yıkılırken toprağa karışmış
kimselerin bilmediği o eski kelimeler
başkalarına giz gelen görünüşümüze
eşlik eder
kendimizden yepyeni bir burç yarattık, yalnız ikimizden
takvimleri döndürüyoruz taş saatlerde
bir biz biliyoruz ayın zamanını
ölçülmeyen yüzyılların ölçüleriyle
güneşe karşı yekpare bir akının içinde
gidip geliyoruz tarihe başka bedenlerle
hazar kaplanı seyrek hayvan benim hayvanım
gidelim artık buradan bu çağa kalmayalım
tarih toza dönüşür
yılan tadında efsane yürür bizimle
gövdenin tenha benleri
uzak yıldızlar gibi
kaderlerimizi belirler
amber günleriydi
safran gizleri
tekin olmayan çağlardan ve coğrafyalardan geçiyorduk
ölü kelimelerin aydınlanma anlarında
görünüyorduk başkalarının gözlerine
yalnızca bir an görünüyor
sonra karışıyorduk Ahura Mazda'nın göndereceği
ergimiş metal seline
içine kapandığın, içine döndüğün söyleniyor
yalınlığın, soylu titreşimin
buharlaştırıyor gündüzü
umutsuzluğa benzemiyor geri çekilişin
soluduğun gök, kullandığın toprak, ayıkladığın zamanlar
kendine çevrinen takımyıldızı
her şey büyük bir kehaneti işliyor
dolu bir yay gibi gerildiğin
belli bütün yollara birden ineceksin
gözlerin, seyrelirken rengi azalan zehir
Babil'i dağıtan Kulenin kütüğüne kayıtlı
akşamüzerleri gezindiğimiz yerler
geçilir; buradan da bir yol vardır öteye
eşyadan esrara giden yolu kaç yılda geçtik; geçilir
gözlerin, bağlı ayin
tekil dinler
bağlar birbirimizi birbirimizin gözleriyle
kum kanıyla karılır karanlığın sesi, çölde
önümüze çıkan kurumuş bir post
bizden öncekilerin giyindiği beden
yüzleştirir bizi seçtiklerimizle
vahiy, boşalan yayın gerilimi tehlikeli kelimeler
o postun yollarını fal gibi sürdüğümüz kehanet
ya düştüğümüz yol sırtımızdaki değilse
tedirgin ruhlardır
başkalarının zamanlarını değiştiren
kendi bedenleriyle
bir alaşım seninle düş kaplanı
yazgı ol yazı
tabletler kadar uzaklaş boşaltılmış anlamlarından
yeniden bulunana kadar yepyeni kazılarda
uzaklaş git buradan
dilsizliktir asıl resimleri görünmez okunmaz eden
her şeyin öldürene kadar görüntülendiği
parçalanmış algı
erteler
bir öğle üzeri buharında
yalnızca bir an için
göründüğümüz o alaşımı
gözlerden saklıyoruz birbirimizi
büyük kentlerde ışıklı caddelerde
yanımızdan geçip gidiyor
azımızı verdiğimiz kimseler
bizi gördüklerini söylüyorlar hatta tanıdıklarını
onlarla aynı karanlığı kullanmıyoruz oysa
çok az kelime ve birkaç gülümseyiş bırakıyoruz
bu, onları yanıltmaya yetiyor
kendi sırtlarımıza kendi sınırlarımıza dönüyoruz
geçirgen gövdelerimizin çizgileri
birbirine karışarak okunmaz ediyor
hazar kaplanıyla benim durduğum yeri
sonra bizi gördüklerini söylüyorlar hatta tanıdıklarını
onlarla aynı zamanı kullanmıyoruz oysa
birkaç kelime ve uçucu bir gülümseyiş dışında
soyu tükenmiş kemerin, soylu kamçının gömüldüğü remizler
nasıl okunur bir orman masalı
büyük kentlerde
nasıl çözülür beş giz, yedi simge
hazar kaplanı seyrek hayvan benim hayvanım
kapısı kilitlendi varoşların
herkes tehlike içinde