Aytuğ Tolu, "995 km’de Myrmidonlar’ın Ayak İzleri – I", Sanat Kritik, 9 Ocak 2024
Politik psikoloji, Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşı sonrası liderlerin ve kitlelerin karakteristik yapısını inceleyen, sosyal psikolojinin verilerinden yararlanan, grup dinamiğine ve yapısına yönelik çalışma alanlarıyla öne çıkan bir disiplindir. Kitlelerin zihinleri, belirli bir amaç/ideal uğruna eyleme geçmesi, motivasyonu, tutum ve eğilimleri, söylemlerinin analizi; kitleleri oluşturan birey ve liderin özellikleri bu disiplin aracılığıyla açığa çıkarılır. Grupların -özellikle politik grupların- iç yapısının anlaşılmasına yönelik incelemeler Frankfurt Okulu’nun çalışmalarına dayandırılmaktadır. Bu alanda Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar, Vamık D. Volkan’ın Körü Körüne İnanç, Gustav Le Bon’un Kitleler Psikolojisi, Erich Fromm’un Özgürlükten Kaçış, Elias Canetti’nin Kitle ve İktidar, Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı, Adorno’nun “otoriteryen kişilik” ve Zygmunt Bauman’ın farklılıklara/ötekilere yönelik çalışmaları politik psikolojiye yapılan önemli katkılardır. Psikanalizin savunma mekanizmaları ve itaat üzerine geliştirdiği teorilerden, kültürel antropolojiden, davranışçılığın koşullanma deneylerinden de yararlanılır. Kitlelerin sorgulamadan liderin emirlerini yerine getirmesi Milgram ve Zimbardo deneyleriyle de test edilmiştir.
Politik psikolojinin ürettiği kavramlar edebî metinlerin incelenmesinde de önemli bir kavram seti sunar: stereotip, koşullanma, meşruiyet arayışı/rasyonelleştirme, yıkıcılık, takiye, totalitarizm, algı manipülasyonu, kardeşlik bağının kurulması, siyah-beyaz ayrışması, grup kimliği, ideal/ortak amaç, emre itaat, lidere bağlılık, hiyerarşi, örselenme, aidiyet, benlik yitimi, sadakat-ihanet, amaç uğruna her türlü aracın mubah kılınması. Edebiyat incelemeleri açısından politik psikolojinin verilerini ve kavram setini kullanmak henüz yeni bir disiplinler arası metin çözümleme yöntemi sayılabilir. Bu yönteme göre yapılan inceleme sayısının nicel açıdan fazla olduğu tespitinde henüz bulunamayız.
Canetti, her türlü kitlede bulunabilecek ortak özellikleri “Kitle daima büyümek ister, kitle içinde eşitlik vardır, kitle yoğunluğu sever, kitlenin bir yöne gereksinimi vardır.” şeklinde belirlemiştir (Canetti, 2016: 28-29). Politik psikolojinin önemli isimlerinden olan Vamık D. Volkan ise “geniş grup” olarak tarif ettiği etnik, dini, ideolojik kitle hareketlerini oluşturan insanların özelliklerini belirler. Örselenme sonucu gerileme yaşayan geniş bir grubun üyeleri şu özelliklere sahiptir:
“1. grup üyeleri bireyselliklerini yitirirler. 2. grup gözü kapalı bir biçimde liderin çevresinde toplanır. 3. grup ‘iyi’ (yani sadakatle lideri izleyen) ve ‘kötü’ (yani lidere karşıt algılanan) parçalara bölünür. 4. grup kendisiyle ‘düşman’ (bunlar genellikle komşudurlar) gruplar arasında keskin bir ‘biz’ ve “onlar” bölünmesi yaratır. 5. grubun ortak ahlak ya da inanç dizgesi, kendisiyle çatışmalı olarak algılanana karşı giderek mutlakçı ve cezalandırıcı bir hâle gelir. 6. grup aşırı derecede ‘içe alma’ ve ‘yansıtma’ düzeneği uygular ve buna bağlı olarak paylaşılmış depresif duygulardan ortak paranoid beklentilere dek değişen duygudurum oynamaları yaşayabilir. 7. grup ortak kimliğini sürdürmek adına bir şeyi yapma ‘hakkı’na sahip olduğu duygusunu yaşar. 8.Grup üyeleri, artan ölçüde bir büyüsel düşünce ve gerçekliğin bulanması durumu yaşarlar. 9. grup, yeni kültürel fenomenler yaşar ya da grup kimliğini korumak üzere geleneksel toplumsal âdetlerin yenilenmiş biçimlerini benimser. 10. grubun seçilmiş örselenmeleri ve zaferleri yeniden etkinlik kazanır ve bu da bir zaman çökmesine yol açar. 11. önderlik, grubun tarihsel sürekliliğini parçalar ve aradaki boşluğu şu tür ögelerle doldurur: “Yeni” ulus, etnik duygular, köktendincilik ya da ideoloji; buna ‘yeni’ bir ahlak ve bazen de grup için istenmeyen ögeleri defeden ‘yeni’ bir tarih eşlik eder. 12. grup üyeleri, grubun ortak simgelerinden bazılarını proto-simgeler olarak yaşamaya başlar. 13. ortak imgeler, düşman grupları giderek daha artan bir biçimde insandan aşağı özelliklerle ilişkili simgelerle ya da proto-sembollerle betimler ve insanlıktan çıkarır: cinler, böcekler, mikroplar, insan müsveddeleri. 14. grup coğrafi ya da yasal sınırları ‘ikinci bir deri’ olarak yaşar. 15. grup kendisi ile düşman gruplar arasındaki küçük farklılıklar üzerine odaklanır. 16. önderlik, aile içindeki temel güveni yıkar ve aile içindeki, normal çocukluk çağı gelişiminde ve ergenlik geçişinde ortaya çıkan rollerle (özellikle de kadınların rolüyle) çatışan yeni bir tür aile hiyerarşisi yaratır. 17. grup üyeleri ‘kan’ kavramı ile ve ortak ya da katışıksız varoluşla aşırı ilgili bir hale gelirler. 18. grup arındırmayı simgeleyen davranışlarda bulunmaya başlar. 19. grup beğenisi, güzel olanı çirkin olandan ayırmada güçlük yaşar. 20. grup, fiziksel çevresini gri-kahverengi, şekilsiz (simgesel olarak dışkısal) bir yapıya dönüştürür.” (Volkan, 2012: 86-88).
Sosyal ve Politik Psikoloji Kavramlarıyla İncelenebilecek Edebî Metinler
Günümüz edebî metinlerini incelemede disiplinler arası yöntemden yararlanmak metni çözümlemede daha etraflı veriler sunmaktadır. Bugün bir metni psikanalizin ilke ve terimlerine göre incelemek metnin derinliği hakkında yeterli bilgi sunmamaktadır. Her metin içinden çıktığı dönemden izler taşıdığı gibi bu metinleri inceleme yöntemleri de bilimsel ilerlemenin sonucu olarak farklı disiplinleri metin incelemede göz ardı etmemeyi gerektirir.
Sosyal ve politik psikoloji bağlamında incelenecek edebî metin örnekleri mevcuttur. Albert Camus’nün Doğrular adlı tiyatro metni Çarlık Rusyası’nda yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilerek kaleme alınmıştır. Oyunun tarihsel arka planı Rus siyasi tarihinde önemli bir yere sahip olan 1905 İhtilali öncesinde gelişen toplumsal hareketliliğe dayanır. Oyunun konusu, Sosyalist-Devrimci Parti (SR) içinden çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bir gençlik grubunun Rus yönetici Grand Dük Alexandroviç’e düzenledikleri suikast üzerine kuruludur. Suikasti gerçekleştirmekle görevli Kaliayev, çarın arabasında çocukların bulunduğundan bombayı atamamıştır. Kaliayev ve arkadaşları, grup içi tartışma sonucunda suikastin gerçekleştirilmesi için çocukların çarın arabasında olmayacağı bir zamanda suikastin yapılmasını kararlaştırırlar. Kaliayev, Grand Dük’ün arabasının geçişi sırasında bombayı atarak suikasti gerçekleştirir. Kendisi ise yakalanarak zindana atılır ve sonrasında idam edilir. Kaliayev’in grup içi tartışmasında etik yönden karşısında durduğu kişi Stepan’dır. Stepan; sınırsız yıkıcılığa sahip, amaca giden her yolu meşru kabul eden, işkencede yaşadığı örselenmişlik nedeniyle merhamet duygusunu yitiren, Rusya’nın kurtuluşu ideali uğruna gerekirse çarın arabasındaki çocukların ölmesini savunan bir karakterdir. Hayatı siyah-beyaz renkleriyle algılarken kendi grubunu “biz”, karşısında yer aldığı ve yıkmak istediği çarlık mensuplarını “onlar/düşman” olarak algılar. Bu nedenle düşman kabul ettiği kesimin çocuklarını da bu kategoriye yerleştirerek stereotip bir algıya sahip olur. Stepan karakteri, kendi arkadaşını diğer arkadaşlarının gözü önünde infaz ederek “cezalandıran” siyasi portre Naçayev ile kesişmektedir. Tarihte bu tür bir yapılanmanın ilk örneğiyse Hasan Sabbah’ın suikast eylemleri için kurduğu örgütlenmedir. Zehirli hançer kullanan Haşhaşiler ilk politik suikastleri belirli bir grup ve ideal uğruna gerçekleştirirler. İngilizcedeki “assassination” sözcüğünün temeli bu yapılanmanın “Haşhaşin” adından türetildiği düşünülmektedir. Lewis’e göre (2016) Haşhaşiler’in mahareti suikast ve entrika konusundaki ustalıklarıdır, bu yönüyle ilk teröristler sayılmışlardır. Haşhaşiler, Vladimir Bartol’un Alamut romanında Hasan Sabbah’ı ve fedailerini konu edinmesiyle edebiyata yansımıştır.
Kafka’nın Ceza Sömürgesi eserindeki olay bir adada geçer. Tedavülden kaldırılan bir infaz makinesinden sorumlu subay, bu makinenin hâlen en yetkin infaz aracı olduğuna inançla bağlıdır. Adaya gelen ziyaretçiye infaz makinesini tanıtır. Suçlu olarak hüküm giyen kişinin vücuduna işkence yöntemiyle damgalanma yapılır ve makine suçluyu en ağır işkencelerden geçirerek öğütür/infaz eder. İdeali için makineye yatan subay, meşru kıldığı infaz yöntemi uğruna kendini feda eder.
Harold Pinter’in Git Gel Dolap adlı tiyatro oyununda iki kişilik kiralık katil ekibinin emirlere sorgusuz şekilde itaat etmesi konu edilir. Bir cinayet eylemi için görevlendirilen ekip bir mekânda bekler ve git gel dolap aracılığıyla gelen mesajları/talimatları uygular. Ekipteki bir katil, emirleri sorgulamaya başladıktan sonra git gel dolap aracılığıyla son gelen talimat, sorgulayan katilin öldürülmesi yönündedir. Talimatların üst kattan git gel dolap aracılığıyla uygulanması hiyerarşi ve otoriteye itaati sembolize eder. Seçilen mekân buna uygun dekorlarla şekillendirilir. Otoriteden aldığı emri sorgulamadan ekipteki arkadaşını öldüren kişi, benlik yitimine uğrayan bir karakterdir.
Orhan Kemal’in Murtaza eserinde başkarakter Murtaza gece bekçiliği yaparken mahallenin tüm sakinlerinin kanun ve yönetmeliklere uygun yaşaması için baskı yapar. Kohlberg’in tezine dayanan kanun düzen eğilimine uygun bir karakterdir. Evinde gece çalışmak zorunda kalan emekçi bir ailenin ışığını kapattıran Murtaza, bunu yapmanın ülke menfaati için gerekli olduğuna inanır. Onun bu itaatkarlığı amirlerini bile rahatsız eder. Günün birinde, bu özelliğinden dolayı bir patron ona fabrikasında iş verir. Fabrikada da işçilere baskı yapar, burada çalışan kızına tembellik ettiği ve çalışmasını “hakkıyla” yerine getirmediği iççin şiddet uygulayarak onun ölümüne neden olur. Murtaza, otoritereye bağlı itaatkâr bir karakter olarak kendisine amirleri tarafından verilen her talimatı sorgulamadan yerine getirir, hatta onlar talimat vermediğinde bile her sorunu kendine dert edinerek uykusuz kalıp görevinin sınırlarının dışına çıkan bir insandır. Çalışmayı kendinin ve ailesinin ihtiyaçlarından ziyade kamunun ve otoritenin çıkarları uğruna görev olarak görür.
Politik psikolojiyi yansıtması açısından ilk örneklerden olan Dostoyevski’nin Ecinniler romanı Luka 8. Bölüm ile başlar. Bu bölüm politik psikoloji esas alınarak edebî metinlerin incelenmesinde önem arz eder:
“27-İsa karaya çıkınca kentten bir adam onu karşıladı. Cinlere tutsak olan ve uzun zamandan beri giysi giymeyen bu adam evde değil, mezarlık mağaralarda yaşıyordu. 28-Adam İsa’yı görünce bir çığlık atıp onun önünde yere kapandı. Yüksek sesle, ‘Ey İsa, yüce Tanrı’nın Oğlu, benden ne istiyorsun?’ dedi. ‘Sana yalvarırım, bana işkence etme!’ 29-Çünkü İsa, kötü ruha adamın içinden çıkmasını buyurmuştu. Kötü ruh adamı sık sık etkisi altına alıyordu. Adam zincirler ve kösteklerle bağlanıp başına nöbetçi konulduğu hâlde bağlarını paralıyor ve cin tarafından ıssız yerlere sürülüyordu. 30-İsa ona, ‘Adın ne?’ diye sordu. O da ‘Tümen’ cevabını verdi. Çünkü onun içine bir sürü cin girmişti. 31-Bunlar, dipsiz derinliklere gitmelerini buyurmasın diye İsa’ya yalvarıp durdular. 32-Orada, dağın yamacında otlayan büyük bir domuz sürüsü vardı. Cinler, domuzların içine girmelerine izin vermesi için İsa’ya yalvardılar. O da onlara izin verdi. 33-Adamdan çıkan cinler domuzların içine girdiler. Sürü dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğuldu. 34-Domuzları güdenler olup biteni görünce kaçtılar, kentte ve köylerde olayın haberini yaydılar.”
Politik Psikoloji Bağlamında 995 km
Murathan Mungan’ın 995 km romanı geçtiğimiz aylarda okuyucuyla buluştu. 264 sayfadan oluşan roman, Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Kara polisiye türünde bir eser. Roman iki bölümden ve yirmi altı başlıktan oluşuyor. Romanda, ülkenin yakın geçmişi hakkında bellek tazeleyen bir olay örgüsü hâkim. 90’lı yıllardan 2000’lerin başlangıcına kadar geçen süreç; kısa bir zaman dilimine yerleştirilerek kaleme alınıyor. 90’lı yılların faili meçhul cinayetleri, romanda gazeteci Saim Baran’ın öldürülmesi üzerinden sahneleniyor. Romanın başkarakteri/tetikçi, gazeteci Saim Baran’ı Diyarbakır’da öldürüyor. Tetikçi, Cihadın Askerleri diye adlandırılan radikal İslamcı bir yapılanmanın militanı. Aynı zamanda varlığı resmî makamlarca inkâr edilen güvenlik ve kolluk birimleri içinde oluşturulmuş yasadışı JEM adlı bir yapılanmada görev alıyor fakat JEM, onun Cihadın Askerleri’nin bir militanı olduğunu bilmiyor. Otelden alınan Saim Baran, tetikçi tarafından bir tarlanın kıyısında öldürülmeden birkaç saniye önce tetikçinin söylediği “Yolun sonu” cümlesini duyar ama tetikçi için de sonun başlangıcıdır bu cinayet eylemi. Cinayet sonrası JEM tarafından Diyarbakır’dan Alanya’ya gönderilen tetikçi üç otobüs değiştirerek toplamda 995 km yol alıyor.
Mungan’ın 90’lar Türkiye’sini anlatıya dönüştürdüğü eseri üzerine çeşitli yazılar kaleme alındı. Bu yazılarda öne çıkan görüşler, metnin -açıkça ifade edilmese de- belgesel roman olduğunu işaret ederek dönemin politik atmosferiyle roman kurgusu arasındaki ilişkiye yönelik tartışmaları oluşturuyor. Bu yazımızda 995 km politik psikolojinin veri setiyle incelenecek.
Grup Yapısı ve Dinamiği Açısından Cihadın Askerleri
Grup, radikal İslamcı bir ideolojiye sahiptir. Amacı yeryüzünde tekrar “asrı saadeti” kurmaktır, İslam’ın yönetimi ele geçirmesiyle bu amacın gerçekleşeceğine inanır. Silahlı mücadele yürütür. Amaca giden her yolu mubah kılar. Mevcut laik rejimi “tağuti” olarak nitelendirir. “Dağdaki mürtet örgüt” dediği Kürt yapılanmasıyla mücadele ederken JEM ile “düşman ortaklığı” çerçevesinde bu yapılanmaya ve karşılarında yer aldıkları kesim ve kişilere yönelik suikastler düzenler. Adı konmamış iş birliği cemaatin ileri gelenleri tarafından geçici bir ittifak kabul edilir çünkü “dağdaki mürtet örgüt” yok edildiğinde JEM ve “tağuti rejimin” güvenlik güçlerinin silahının Cihadın askerlerine döneceği lider kadrolar tarafından dile getirilir. Saim Baran cinayeti de JEM tarafından planlansa da cemaatin ileri kadroları tarafından memnuniyetle karşılanır.
Cihadın Askerleri’nin yapılanma biçimi dili, mekânı ve zamanı yeni kavramlarla algılanacak şekilde dönüşüme uğratır. Güvenlik güçlerinin eline geçip sorguda çözülen militan için “yanmış”, militanların haberleşme mekânları “sinyal noktası”, yapılanmanın ileri kadrolarının güvenlik amacıyla şehir değiştirmesi “hicret”, Cihadın Askerleri tarafından mimlenip infaz edilecek insanlar “ameliyat edilecek kişiler”, gizlilik gerektiren durumlarda kullanılan evler “emin evler”, Şırnak “Saadet Bölgesi”, laik-seküler kesimler “hizbuşşeytan”, cemaatin askeri kanadı ataerkil bir kavramsallaştırmaya başvurularak “Cemaatin Oğulları” diye adlandırılır. Gizliliğe en üst düzeyde önem verilir. Kağıda yazılan notlarla ve şifreli dille iletişim kurulur, talimatın yazıldığı kağıt okunup ezberlendikten sonra yakılarak yok edilir. Hücre tipi bir örgütlenme esas alınır. Çay ocağı, kırtasiye ve kitapçı dükkanları cemaat mensuplarının ve sempatizanlarının iletişim kurma yeridir. Geceleri camilerde eğitimler verilir, cami anahtarını teslim etmeyen imam öldürülür. Herhangi bir bildiri, pankart ve afiş kullanılmaz; suikaste uğrayan kişiye arkadan yaklaşılarak ensesine ateş edilir. Cinayette Takarov ve Makarov gibi silahlar kullanılması ve cinayetin işlenme biçimi yapılanmanın imzası olarak kabul edildiğinden eyleme cemaat tarafından sahip çıkılmaz çünkü gizliliğin ihlal edilmemesine dikkat edilir. Silahlı mücadeleyi esas alan Cihadın askerleri satırlı cinayet eylemlerine de imza atar. Silah eğitimini, istihbarat toplama ve takip atlatma yöntemlerini İran’da alırlar.
Cihadın Askerleri dikey hiyerarşiyi esas alan bir yapılanmaya sahiptir. Cemaatin lideri “başimam” olarak adlandırılır, tüm bilgiler ve militanların özgeçmişleri o arşivler. Onun altında “Şura” kabul edilen bir komite bulunur, buraya girmenin şartı “molla” olmaktır. Piramitte yer alan başka konum da seydalardır. Piramidin en geniş yer alan tabanı da emirleri yerine getiren cemaatin tabanını oluşturan insanlardır. Cemaate biat yemini ederek katılan kişilere verilen kod adlar ise Peygamber devrinden seçilir: Yasir, Ammar, Musab bin Umeyr… Silahlı eyleme katılan askeri kanat militanları “Cemaatin Oğulları” olarak kabul edilir ve buraya girebilmek için referans gerekir, sonra şehrin çıkışındaki yerleşim birimi dışında kalan bölgelerde atış talimi yaptırılır. Güvenlik güçlerinin yakaladığı bir militan, sorgu sürecinde diğer militanları deşifre etmemek için “sahte/hayali profil” üreterek diğer militanların kaçması için zaman kazanmasını sağlar. Sahte profilin ayrıntılı özellikleri emir-komuta hiyerarşisi çerçevesinde militanlara eylem öncesinde ezberletilir. Satırla işlenen cinayetlerden sonra güvenlik birimlerinin dikkatini çeken yapılanma, satır satın almaz. Cemaat içinde yer alan kadınlar güvenli evlerde toplanarak satır bilerler. Kadınların daha geri planda yer aldığı ataerkil bir yapı içinde hareket edilir.
Cihadın Askerleri, laik rejimi “tağuti rejim” olarak adlandırıp İhvancı ve Selefi ideolojileri esas alarak rejimi yıkmaya çalışır. Cemaatin demografisinde Kürt nüfus ağırlıkta olsa da cemaat içinde Kürtlükten çok Müslümanlığın öne çıkarılması esas alınarak ortak kimlik din hatta Sünni mezhep üzerinden şekillendirilir, İran ile yapılan iş birliği de -Şii olduğundan- militanlar arasında huzursuzluğa neden olur. Milli kimliğe dayalı yürütülen tartışmalarda grubun kimlik inşası Hoca’nın şu sözlerinde açığa çıkar: “Unutmayın, bizim için dünyada bir Müslümanlar vardır, bir de kâfirler” (Mungan, 2023: 72). Hoca’ya -aslında cematin ideolojisine- göre kavmiyetçilik yapmak ümmeti böler, anadil yerine onları Allah’a bağlayan yalnızca kalplerinin dili geçer.
Cinayet işleme eylemini asrı saadeti getirmek için yaptıklarını, “mürtet” kabul ettikleri kişileri katlederek; aslında onları Allah’ın huzuruna hesap vermeye gönderdiklerini militanlara aşılayarak, Hoffer’in “uydur-inan-hareket geç” dediği pratiği sergileyerek, şiddete ve yıkıcılığa meşruiyet üretimini “rasyonelleştirme” diye adlandırılan savunma mekanizmasına uygun hâle getirerek gerçekleştirir: Hoffer’ın (2005: 106) ‘’Ölmek ya da öldürmek, büyük bir törenin veya dramatik bir oyunun bir sahnesi durumunda olduğu zaman kolay görünür. Gözünü kırpmadan ölümün karşısına çıkabilmek için şu veya bu şekilde bir uydur-inan etkeni gereklidir’’ görüşüyle uyuşmaktadır.
“Fransız Devrimi’nin modern düşünce üzerinde bıraktığı en derin izlerden biri, iktidarlarını yıkmak istediğimiz yöneticilerin meşruluklarını yok etmemiz gerektiğine bizi ikna etmiş olmasıdır. Yöneticilere olan inancı ortadan kaldırırsanız, onların rejimlerini de ortadan kaldırabilirsiniz. Bu inancı kanıtlayan tek bir olay varsa, o da 1793’te XVI. Louis’nin öldürülmesidir” (Sennett, 2014: 55).
Saim Baran cinayeti sonrası Diyarbakır’dan yola çıkan tetikçi başkarakter Adana’ya geldiğinde Şura’da yer alan ve kendisini cemaate kazandıran yöneticiyle görüştüğünde cinayet eyleminin rasyonelleştirilmesi, eyleme meşruiyet kazandırılması şu ifadelerle açığa çıkar:
“İyisin, hoşsun inşallah?’ diyor Hoca. Yanıtını beklemeden hemen, ‘Allah hayrını kabul etsin,’ diye ekleme gereği duyuyor. Hoca’nın bu sözünden onun Saim Baran olayını öğrenmiş olduğunu anlıyor. Her infaz sonrasında, ‘Allah hayrını kabul etsin,’ diye temenni etmek Cihadın Askerleri’nin adabındandı ne de olsa… Sesinde takdir belirten bir tonla, ‘Gerçi bu iş için seni biz vazifelendirmedik ama gene de Allah seni razı olduğu kullarından eylesin, bir münafıkı daha Allah’ın huzuruna hesap vermeye göndermişsin. Son görüştüğümüzde sana, ‘Her bir şehidimize karşı üç infaz gerek,’ demiştim. Allah azim bu seferki üç infaza bedel oldu. Yetmiş senedir insanların aklını, fikrini, ruhunu zehirlemiş bir mürtedi dünyanın defterinden silmişsin. Ümmetimi dinden imandan eden, kim bilir kaç yolunu şaşırmış gafili dağdaki eşkıyanın kucağına atan bir kâfir daha eksildi senin sayende. Şeytanın fısıltılarına bel bağlamış kişilere bir darbe daha indirdin. Kuvvetli bir darbe! Allah katında kıymetinin misliyle bilineceğinden hiç şüphen olmasın! (…) Malum, bizimki dava ortaklığı değil, düşman ortaklığıdır. Bizim cenahımızdaki maksat az verip çok almaktır. İlahi rızaya kavuşana kadar kat edilmesi gereken yollar, sineye çekilmesi gereken çileler, zaruri, mecburi hâller vardır. Biliyoruz ki mürtet örgütle mücadelede biz onlar için geçici bir vasıtayız sadece, ilk fırsatta gözden çıkarılacak bir vasıta… ama biz de kendi davamız, kendi hedeflerimiz için onları bir vasıta olarak kullanmıyor muyuz? İki tarafın da bilip de sustuğu bir vaziyet değil midir bu? Bu malumun ilamı sözlerim boşuna değil.’ Duvardaki saati işaret eder, ‘Rabbimin saati işliyor,’ dedikten sonra derin bir nefes alıyor. ‘Susmanın müddetinden iyi faydalanmak gerek. Onlar kendi maksatlarının zamanına bakar, biz bizimkinin vakt-i saadetini kollarız, silahlarını bize doğrultacakları gün uzak değildir. O güne kadar ne yaparsak ne yaptırırsak davamız hanesine kâr yazılacaktır!” (Mungan, 2023: 94-95).
Hoca’nın tetikçiye söylediği sözlerde görüldüğü gibi Cihadın Askerleri amacına ulaşmada her türlü aracı kullanmayı, hatta nihai “düşman” olarak gördüğü kesimleri bile tali “düşman” olarak gördüğü kesimlerle mücadele ederken geçici de olsa yol arkadaşı kabul ederek “Düşmanımın düşmanı dostumdur!” motivasyonuyla hareket edip ilkesiz bir tavır sergiler. Bu ilkesizliği tabanı oluşturan militanlara açıklamada rasyonelleştirme yöntemine başvurur. Hoca hiyerarşide eski başimamın sağ kolu/yardımcısı olduğundan onun her sözü tetikçi üzerinde sorgulanmaya kapalı “hikmetli söz” ve motivasyon kaynağı olarak kabul görür.
Cihadın Askerleri için insanlar ikiye ayrılır: biz ve onlar. Biz denilen özne, asr-ı saadeti yeryüzüne hâkim kılacak olan kendileridir. Onlar diye adlandırdıkları özne de “tağuti” rejimin kurumları ve çalışanlarıdır, bu yüzden rejimin camilerinde ibadet etmezler. İslami feminist dedikleri bir yazarı hedef hâline getirirler. Diyarbakır’da gazete bürosunda bir muhabirin ensesinden vurulma nedeni ise Cihadın Askerleri’nin JEM ile bağlantısına yönelik haber yapmasıdır. Komünist bir öğretmenin evi basılarak öğretmen infaz edilir. Dağdaki mürtet örgüt, bölgede İslam’ın yayılması önünde en büyük engellerden görülür. “Biz” ve “onlar” şeklindeki keskin sınırlarla belirlenen ayrışma, yaşamın siyah ve beyaz renklerle algılanmasına neden olur, ara renk yoktur. Cuma’ya gidip oruç tutmak Müslümanlık için yeterlilik şartı kabul edilmediğinden cemaatin yaşam biçimi dışında yaşayanlar “onlar” olarak kabul edilir. Bu stereotip algının sonucu yeri geldiğinde onlardan birinin infazına kadar varan bir süreci başlatır. Hatta bölgedeki rakip cemaatler bile düşman ve sapkın olarak kabul edilir. Bu yönüyle Cihadın Askerleri dayatmacı/sekter özellikler taşıyan bir gruptur. Onlar düşmandır ve bu yüzden bizden biri öldürüldüğünde Hoca’nın ifade ettiği gibi intikam amaçlı karşılığında üç mürtet/kafir öldürülmelidir. Zorun toplumu dönüştürücü gücüne inanırlar. Farklılıklara hoşgörü kabul görmez; cemaatin, hayatı ve insanları algılayışında ön kabulün önemi vardır. Modern hukuk sistemi, cemaat tarafından reddedilir. Bu yüzden din adına işlenen cinayetin suç sayılmasına karşı çıkarak meşruiyet zeminini güçlendirmeye çalışır: “Bildiğin gibi zulümde perva göstermeyen laik devlet ve onun beşerî hukuku İslami mukaddesattan uzaklaşmış kişilerin infazını cinayet sayıyor’ diyor. ‘Allah uğruna yapılanların gözlerinde hiçbir hükmü yok! Beşerî hukuka bel bağlamışların dağıttıkları adaletten nasibimize bir hayır düşmediğini görüp öğrenmedik mi bunca zaman? Lakin Allah’ın emri ve izniyle bitecek elbet bu asr-ı zulüm! Bu modern ebucehiller devri!” (Mungan, 2023: 101). Hoca’nın sözlerinde geçen zamanın ebucehiller ve zulüm devri olarak tarif edilmesi, Allah’ın saatinin işlediğini ifade etmesi grubun zamana yüklediği anlamın dile yansımasıdır. Hoca’nın sözlerine yansıyan zulme uğramışlık algısının şiddet eyleminin meşruiyete dönüşmesine etkisi Canetti’nin bu konudaki görüşleriyle örtüşmektedir: ‘’Bir kitlenin iç yaşamının en çarpıcı özelliklerinden biri zulme uğramış olma duygusudur, bu duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara yönelttiği kendine özgü bir öfke ve sinirliliktir’’ (Canetti, 2016:22).
Cihadın Askerleri her ne kadar kaıp kapı gezip “tebliğ” faaliyetinde bulunarak halkı kendi davalarına katılmaya çağırsa da “örselenmişlik” diye kavramsallaştırılan toplumun dışına itilmiş kişilere de ulaşmaya çalışır. Zoru, tarihi ilerletici bir araç olarak görerek “berduşları ve başıboşları” İslam’a davet etmek güzellikle olmasa da zorla gerçekleşecektir. Zorun kapsamında çeşitli işkenceli sorgular da vardır. Kaçırdıkları bir iş insanı havasızlıktan ölür, sorguya aldıkları kişilere domuz bağı uygulanır. Yeni başimamın işkenceli sorguların kayıt altına alınması ve cemaate katılacak kişilerden ayrıntılı biyografik bilgiler istenmesi yönündeki talimatı aynı zamanda paranoyak lider prototipine örnektir.
“Yeni başimamla birlikte bazı şeyler değişmişti cemaatin içinde. Sürekli raporlar tutuluyor, sorgulamalar videoya çekiliyor, hemen her şey kayıt altına alınıyordu. Şartlar değişmiş, sorguda kafaya poşet ya da bidon geçirmek, naylon eritip çıplak tene damlatmak, hayaları burmak gibi konuşturma taktikleri gelmişti bir de…” (Mungan, 2023: 90).
Rejimin “tağuti” olarak adlandırılmasına rağmen, cemaat mensupları okullarda ve çeşitli önemli makamlarda kendilerini gizleyerek çalışırlar. Haşhaşi bir taktik olarak “düşman” saflarına sızma girişimi, istihbarat toplamak adına takiyeye başvurmaktır. Başkarakter tetikçi, JEM içinde Cihadın Askerleri’ne yönelik yapılacak operasyonların bilgisini cemaate sızdırarak önlemler alınmasını sağlar. Çarşaflı kadınların dikkat çekmediği için kurye olarak kullanılması ve onlara para toplattırılması, çocuklara gözcülük yaptırılması istihbarat çalışmasının ve lojistik sağlamanın yöntemlerindendir.