İlker Cihan Biner, "Makinenin Adı: Güne Söylediklerim", Postdergi, 21 Eylül 2015
Nietzsche için sanatçı bir uygarlık hekimidir. Uygarlık hekimi olan sanatçı yalnız uygarlıkların hastalıklarını teşhis eden bir uzman değildir. Güncel koşulların eleştirisini ve değişim etkisini ortaya koyan bir üreticidir. Estetik işlevi içerisinde yapıtı doğrudan bir eleştiri işlevi üstlenir çünkü yapıtı toplumsal algının uzamını eleştiren, beğenileri etkileyen, alışkanlıkları alt-üst eden bir değerdir. Yaşamın kendisine nüfuz eder.
Kuşkusuz Murathan Mungan bir uygarlık hekimi. Şiirden denemeye, romana kadar pek çok türde yapıtlar üretmiş bir sanatçı. Bu yazıda Murathan Mungan’ın bir kitabının eleştirisini yapmaya çalışacağım.
Yapıtın yürümesi, konuşması için, yapıtın düzenlenmiş yapısını bozacak yapıt içi dönemeçleri, labirentleri ve galerileri araştırmaya çalışacağım. Yapıtın haritasını çıkararak, yapıttaki yer altı kaynaklarını, beslenme ağlarını ve barınak yerlerini ortaya çıkarmaya özen göstererek, yapıttan nasıl yeni fikirler doğar sorusunun peşinde dolaşacağım.
1. Güne Söylediklerim
Murathan Mungan’ın yapıtının ismi: Güne Söylediklerim. Kitap Mungan’ın birbirinden farklı denemelerinden oluşuyor ve ‘İşler ve Günler’ adında bir metinle başlıyor. ‘İşler ve Günler’ başlığı Hesiodos’un İşler ve Günler adını taşıyan kitabına da bir gönderme niteliğinde. İş, işçilik gibi sözcüklerin emeği, göz nurunu ve zamanı işaretleyen anlamını sevdiğini belirtmiş sanatçı.
Yapıttaki metinler iki bölüme ayrılmış: ‘İstediler Yazdım’ ve ‘Güne Söylediklerim.’ ‘İstediler Yazdım’ başlığı sanatçının ‘Hayat Atölyesi’ ve ‘Tuğla’ adlı yapıtlarında da var. Sanatçı bu başlığı bu yapıtta da sürdürmek istediğini belirtmiş. Bu başlık altında sergi kataloğuna, gazeteye ve bir dergiye yazdığı yazılar var. ‘Güne Söylediklerim’ başlığı altındaki yazılar ise sanatçının özel günler nedeniyle yaptığı konuşma metinlerini içeriyor.
Metinlerin hiyerarşik bir bütünlüğünün olmaması, metinlerin yatay bir biçimde birbirlerinin içinden geçmelerine olanak sağlıyor. Yapıttaki düzenlenmiş metinleri ele almaktansa, metinleri birbirleriyle birleştirerek hangi dönemeç, labirent ve galerilerden geçileceğine ve yine metinlerdeki başka noktalardan girerek metinlerden yepyeni yer altı yuvaları hazırlayabiliriz.
2. Şimdinin Ontolojisi
Başlangıç metni olan ‘İşler ve Günler’ şöyle bir cümleyle bitiyor: ‘Bazen bir fotoğrafın, bir günün arkasında koca bir tarih durur.’ Şimdiye odaklanan bu cümle ne anlatmakta? Şimdimiz nedir? Bir günün arkasında biriken koca bir tarih neye işaret eder? 2015 Hrant Dink anma konuşması metninde 1938 Dersim kıyımı, 1978 Maraş katliamı, 1955 6-7 Eylül olayları, 1993 Madımak katliamı, Roboski ve Cumartesi Annelerinden bahseder. Çünkü gelmeyen adalet o olayların faillerinin gizliliğinde yatar. 19 Ocak 2015 yılında yapılan konuşma metni şimdinin doğasına işaret eder. O anki seslenişin ardında asırlık bir tarih vardır.
2015 Hrant Dink’i anma konuşması metninden bir cümle: ‘Bu coğrafyanın halkları, düzayak yapılmış çözümlemeler, üstünkörü saptamalarla ışıklandırılmayacak kadar karmaşık, çok katmanlı bir geçmişten, tarihin labirentinde kaybolmuş pek çok hikâyenin içinden geçip gidiyor.’
Bir uygarlık hekimi olan sanatçı kendi coğrafyasındaki fay hatlarını izleyerek tarihin labirentlerinde kaybolmuş hikâyelere işaret ediyor ve çok katmanlı bir geçmişi hatırlatıyor. Çünkü şimdinin ontolojisi fay hatlarını izleyerek tarihsel bir kavrayışa ulaşmak ister.
Kitaptaki bir başka metin olan ‘Dara Mirada’ tarihin labirentinde kaybolmuş Ezidiler’le ilgilidir. Metin Ezidiler’in kader haritası ya da soy/neseplerine dair bir araştırma değildir. Bir halkın fay hatlarını izleyerek onların nasıl iktidar ilişkilerine maruz kaldıklarına ve tarih sahnesinden nasıl silinmeye çalışıldıklarına odaklanmakta. O metinden başka bir cümle: ‘Geçmişin bu arkeolojisi, bizi ucu günümüzdeki tartışmalara ve bölgede hâlâ kanla fokurdayan çatışmalara uzanan pek çok şeyin kaynağına ulaştırırlar.’
Mevcut politik olanaklılık alanını genişleten ‘Dara Mirada’ adlı metin fay hatları boyunca resmi tarih ideolojisini alt-üst etme zeminini de taşıyor. Çünkü Ezidi halkının kırılma tarihlerinin özellikle üzerinde duruyor ve halk üzerindeki iktidar mekanizmalarını ifşa ediyor.
Ezidilere dair bir fotoğraf albümünün önsözü olan ‘Dara Mirada’ adlı metin şöyle bitiyor : ‘Çok yıl sonra Ezidiler için yazdığım bu yazıya ‘Dara Mirada’ yani dilek ağacı başlığını koyarak, tüm insanların dili, dini, mezhebi, inancı ya da inançsızlığı, cinsiyeti, teninin rengi, etnisitesi, siyasi görüşleri ve her çeşitten kimliği nedeniyle yargılanıp dışlanmadığı, ötekileştirilmediği, zulüm görmediği bir dünya dileğimi bu kadim inancın dilek ağacına asmak istedim.’
Bu cümleler bir dünya dileği olsa da, cümleler arasında beliren ‘cinsiyet’ ifadesi kitaptaki ‘Köprüdeki Kadınlar’ adlı metinde kendini bulur. Bu metin erkek egemen değerlerle işleyen koca bir sisteme işaret etmekte. Coğrafyanın ötekine tahammülsüz bir ruh iklimine teslim edildiğini belirten sanatçı, metnin ilerleyen satırlarında coğrafyaya damgasını vuran cesur kadınları teker teker anar.
‘Köprüdeki Kadınlar,’ ‘Dara Mirada’ ve ‘2015 Hrant Dink Anma Konuşması’ ‘biz kimiz’ sorusuna yönelirken hem tarihe hem de felsefeye politik bir görev yükler: Beden ve bedenlerimizi tanıma görevi.
Şu cümle ise 2013 Londra Uluslarası Kitap Fuarı Kapanış Konuşmasından: ‘Bizi dünyalı kılan şey başkalarını tanıma ve kabullenme gücümüz.’
3. Kaçış Çizgileri
Deleuze ‘belki yazmak kaçış yollarıyla temel ilişki içindedir’ der. Ama kaçış yolu Deleuze’e göre önceden var olan değildir. Yoğun bir gücüllük üretir.
Yayılma, çoğalma ya da iktidar ilişkilerini istila etme etkisi yaratır. Belirli güçlere karşı öznel bir tepkiyle üretilmiş ve her daim güncellenebilir bir yapıt oluşturur. Yenilikçi bir biçim olarak tikelin gücü, der Deleuze. Tikelin gücünü şöyle vurguluyor Murathan Mungan: ‘Hepimizin hayatı biriciktir. Dünya kurulalı beri yaşamış milyarlarca insanın her birinin hayatı biricik. Biricikliğin yalnızlığı insanoğlunun temel öyküsüdür.’ (Kitaptaki 2015 Dünya Öykü Günü Bildirgesinden.)
Tikel olma hali, yani bu küçük konumdur yeniliğe açılan. Yeniliktir kaçış çizgileri yaratan.
Kitaptaki diğer metinlerden biri ‘Sevim Burak’ın Çengelliiğneleri’ başlığını taşıyor. Metnin başlığını şöyle de değiştirebiliriz: ‘Sevim Burak’ın Kaçış Çizgileri.’Metinde sanatçı Sevim Burak’ın metinlerinin dikotomik çerçevelere (anonim dünyanın hikâyeleri, ortak edebiyat tutumları, Kemalizm, toplumcu gerçekçilik) indirgenemeyeceğini vurgular. Aksine, der Mungan: ‘Birbirinden çoğalan akan metinler.’ Çok seslilikle birlikte Sevim Burak’ın metinlerindeki kaçış çizgilerinin farklı halleri, farklı çizgi tipleri ve bunların iç içe geçmişliği hayatın yeniden yapılabilir haritasını oluşturuyor.
Şöyle diyor yazar: ‘Biz Sevim Burak özelinde yalnızca kendi yazdıklarını doğru anlatmaya çalışan bir yazarı değil, aslında anonim bir zihniyetle, herkesi birörnekleştirmeye çalışan baskıcı bir ortamda bireyselliğini savunan sanatçının sesini de duyarız.
O yüzden ben bu yazıyı sadece Sevim Burak’ın kendi yazarlığı için değil, edebiyatımızda bütün kenarda bırakılmış, kıyıda unutulmuş, kenara çekilmeye, kızağa itilmeye çalışılan yazarların sesi olarak okuyorum.’
4. Bir deneyim alanı olarak ağın gördükleri
Yapıttaki ‘Ağın Gördükleri’ adlı metin Murat Germen’in fotoğraf albümü için yazılmış bir sunuş yazısı. Mungan, Murat Germen’in fotoğraflarını derinlemesine incelemekten kaçınmamış. Fotoğrafları ‘zaman ve mekan,’ ‘sinemaskop duyarlılık,’ ‘hacim,’ ‘geometri,’ ‘verev kesişmeler ve merkezsizleşme,’ ‘ışık ve aydınlatma,’ ‘gerçeklik ve imge,’ ‘metinsel altyapılar,’ ‘iki döngüsel parametre,’ ‘an fotoğrafları,’ ve ‘haz’ gibi bambaşka alt başlıklarda inceliyor. İncelemeler dışarı dönük bir çift gözlük gibi. Her bir alt başlık okundukça çoğalıyor. Böylelikle fotoğraf bir yorumlama değil bir deneyim alanının kendisi haline geliyor. Metinde Mungan’ın Paul Valery’den alıntıladığı bir söz var: ‘Resim üzerine konuşmaya kalkan kişi sürekli özür dilemek zorunda kalır.’Mungan bu alıntıdan sonra şöyle devam eder: ‘Bence bu söz nicedir fotoğraf için de geçerli’
İşte deneyim alanı olarak fotoğraf!
5. Bir Makine
Her sanat yapıtı bir makinedir. Bir anlama ya da yoruma indirgenemez. Esas mesele yapıtı çalıştırabilmektir. Çünkü yapıt çalıştırılmazsa beraberinde kullanım sorunu ortaya çıkar. Görüldüğü üzere Güne Söylediklerim bir makine. Yapıt içinde birbirinden farklı gibi duran metinler toplumsal bedene etki eden siyasi etkiler üretiyor.
Güne Söylediklerim her daim çalışabilecek, içerisindeki metinler dönüp dönüp tekrar çalıştırılmayı hak eden bir etki yaratmayı başarıyor.
Bu metinler çoğalmayı, çoğaltılmayı bekliyor.