Sevda Şener, "Yerküre yazılmak için vardır", Notos Kitap, Nisan-Mayıs 2012
Şairin Romanı özenle, emek verilerek yazılmış olan, tadını çıkarmak için okurundan da haklı olarak özen ve emek isteyen sıradışı bir başyapıt. Murathan Mungan okuduklarını, öğrendiklerini, gözlemlediklerini hayal ettikleriyle harmanlamış Şairin Romanı’nı yazarken. Bu muhteşem birikimi şiirli bir dille aktarmış ve dolantılı bir olay dizisi omurgasına oturtmuş. Ortaya bildiğimiz roman türlerinin hiçbirine tam uymayan bir yapıt çıkmış. Geleneksel, karakter ve öykü odaklı Batı romanına seçenek oluşturacak yeni bir roman türüyle karşı karşıyayız da diyebiliriz. Bilimkurgu romanlarında, bildiklerimizin yanındaki bilmediklerimizin uyandırdığı korkulu heyecanın yerini, bildiğimize yeni fark edişlerle yaklaşma, hayalimizde yeni lezzetler üretme duygusu alıyor bu kültürkurguda. Karakter analizini, olay örgüsünü dışlamayan, ama merakı, olayların gelişim doğrultusuna değil, genelde insanın ve doğanın hem açık hem örtük gerçeğine, zaman içinde üretilmiş olana yönelten ve bu birikimi düşsel olanla çoğaltan bir yapısı var romanın. İnsana, doğanın, el emeğinin, sanatın güzelliğini, iyiliğin, merhametin, şefkatin değerini, hayal gücünün özgürleştirici gücünü duyumsatıyor; bildiklerimizin anlamı üstünde bir kez daha düşünmeye, bilemediklerimizin gizemini kabullenmeye çağırıyor.
Şairin Romanı yazarın her birine ayrı bir ad koyduğu yedi bölümden oluşmuş. Her bölüm, içerdiği öykünün aşamalarını gösteren bölümcüklere ayrılmış. Bölüm sonlarında önceki bölümlerindeki öykülerin gelişimini gösteren bölümcükler yer alıyor. Böylece ayrı ayrı öykülerin birbirine dolanması, birlikte izlenmesi sağlanmış. Kitabın son bölümlerinde, olay gelişiminin hızına uygun bir tartımla izlekler arasındaki dolaşımın daha da sıkılaştırıldığını görüyoruz.
Şairin Romanı’nın sağlam bir yapısı, incelikli bir kurgulaması var. Roman bir masal diyarında, aynı hedef noktasına doğru yapılan üç yolculukla başlatılmış. Üç ana yol öyküsünden birinin kahramanı, son günlerini doğduğu yerde geçirmek üzere yola koyulmuş ünlü bir şair, ikincisininki bilgisini halkıyla paylaşmak üzere kent kent gezip konuşmalar yapan bir şiir filozofu, üçüncüsüyse şairleri öldüren katilin izini süren bir atlı polistir. Yollar boyunca içinden geçilen doğal güzellikler, yaşantıları paylaşılan yerleşim yerleri, dostluklar kurulan güzel insanlar hakkında bilgi ediniriz. Yapının taşıyıcı direklerini bu üç uzun yolculuk oluşturmuştur. Bu üç kişinin yolculuk serüveni, işlenmiş ve işlenmekte olan cinayetler bağlamında kesişir. Roman ilerledikçe, bazısı elli yıl önce işlenmiş, bazısı şimdiki zamanda işlenmekte olan cinayetlerle, yollarına devam eden yolcularımız arasında, kimi doğrudan, kimi dolaylı ilişkiler kurulduğu görülür. Cinayet öykülerinin kendi içlerinde mantıklı bir kurgusu vardır. Bu kurgu, Shakespeare’in Yanlışlıklar Komedisi, Veronalı İki Centilmen adlı oyunlarında olduğu gibi, ikiz benzerliğinden doğan yanlış anlamalarla karmaşıklaştırılmıştır. İtinayla yerleştirilmiş, ama kolayca gözden kaçırılabilen önsemeleri, dikkatsiz okuru heyecanlandıran şaşırtmacalar izler. Yazarın, Batı romanının karakter ve olay odaklı kurgulamasına sadık kaldığını, olayları neden sonuç ilişkisi içinde geliştirdiğini, yanlış anlamalarla karmaşıklaştırdığını, sonra da bu iskeletin çevresini Doğu masallarına özgü rüyalar, hayaller, duyumsamalar, sezgilerle donatmış olduğunu görürüz.
Romanın çok yönlü, çok katmalı içeriği ve karmaşık yapısı akla şu soruyu getirebilir. Yazar böyle bir kültür birikimini, bu boyutta bir düşsel zenginliği, bu denli şiirsel bir anlatımı neden katil izi sürme, cinayeti çözümleme gibi polisiye bir kurgu eksenine oturtmuş? Neden okurun içeriğe odaklanmış ilgisini, sonuca yönelik merakla çelmelemiş? Sanırım bu soruların yanıtı yapıtın ana temasında. Murathan Mungan genelde hayranlıkla ve şefkatle yaklaştığı, iyiliğini ve güzelliğini öne çıkardığı yaşamın içinde barınan kötülüğü de göstermek, merhametin karşısındaki acımasızlığa, özverinin karşısındaki bencilliğe, alçakgönüllülüğün karşısındaki gösterişçiliğe işaret etmek amacıyla, suçluyla suçsuzu, zalimle mazlumu, gerçek olanla sahte olanı aynı döngü içinde ele alan iç içe iki cinayet serüveni kurgulamış. Sonra da bu serüveni, romanın sarmal olarak gelişen üç ayrı yol öyküsüne yerleştirmiş.
Yol öykülerinin yer aldığı mekânlar ismiyle müsemma kılıyor romanı. Çünkü olaylar, şiirin önde gelen bir değer sayıldığı, şairlerin saygı gördüğü, şiir okuma gecelerinin, şiir yarışmalarının düzenlendiği, seçilen şiirlerin bayraklara yazılarak kale burçlarında dalgalandırıldığı bir ortamda geçiyor. Bu ortamda yaşlılar, “bilgi birikimleriyle, tarihin, bilginin, deneyimin, belleğin aktarıcıları, Yerküre belleğinin koruyucuları olarak kabul ve saygı” görüyorlar. (s. 425)
Yazar, olayların geçtiği gezegeni Yerküre ve bu küredeki bölgeyi Anakara olarak adlandırmış, bir düş diyarı yaratmış. Gene de insana tanıdık gelen bir yanı var bu ortamın. Örneğin, zaman ve mekân endüstrileşme öncesinin Avrupa’sını anımsatıyor. Ulaşım kalyonlarla, atlı arabalarla, posta arabalarıyla sağlanmakta, aydınlatma için lambalar, fenerler kullanılmaktadır. Yolcular hanlarda, konuk evlerinde konaklamakta, kahve evlerinde, çay bahçelerinde dinlenmektedirler. Üretim, dokumacıların, hallaçların, dibekçilerin, kâğıt hamuru yapanların, defter dikenlerin, hamur yoğuranların, şekercilerin el emeği ile sağlanmaktadır. Hüner sanatla eş değerdedir. El emekçilerinin yanında, çarşı ressamlarına, falcılara, bakıcılara, rüya tabir edenlere, rüya terbiyecilerine yer verilmiştir. Her biri ayrı ayrı betimlenmiş olan kentlerde şiir toplantıları, şenlikler düzenlenmekte, taklitli oyunlar oynanmaktadır. Dikkatimi çeken, yazarın ele aldığı zaman diliminde ve mekândaki yaşama biçimini ayrıntılarıyla anlatmasına karşın, ticaretten, alışverişten, özellikle de paradan hiç söz etmemiş olmasıdır. Yönetim biçimine de yer verilmemiş, yalnızca bir zamanlar bağımsız devlet olmuş bir kentin halk temsilcilerinin yönetimine geçmiş olduğu açıklaması yapılmış, genelde, adil ve eşitlikçi bir düzenin egemen olduğu ima edilmiştir.
Şairin Romanı’nın baskın özelliği anlatımındaki şiirselliktir. Yazarın şair tabiatı çıkmıştır orta yere… Üç ayrı yol güzergahında yer alan doğal ortam, dağlar, ormanlar, ırmaklar, çiçekler, yerleşim yerleri, konaklama mekânları şiirli bir dille anlatılmış, gerçeklerle düş ürünü olanlar, mantıklı ilişkilendirmelerle bilgi ve mantık sınırını aşan betimlemeler harman edilmiştir. İster gerçek olsun, ister hayal ürünü, ister aşikâr olsun ister gizemli, ister tanıdık gelsin ister yabancı, hepsini tutarlı ve inandırıcı kılan bu bütünleyici şiirsellik ve bu şiirli anlatımla dile gelen doğanın düzeni ve bu düzenin gizli şifresidir.
Yol öyküleri, masallarda olduğu gibi, güzergâh üzerindeki doğa örtüsüne ve yerleşim yerlerine ilişkin dile getirilmek istenenlere uygun izlekler oluşturmuştur. Yazarın gözlemledikleriyle, okuyup öğrendikleriyle düşledikleri birbirini bütünlemiştir. Dağlar, kırlar, ağaçlar, otlar, çiçekler her seferinde farklı renklerle, farklı ışıklar altındaki farklı biçimlerle önümüze serilir. Betimlemeler şaşırtıcı olduğu kadar inandırıcıdır da. Örneğin, yol öykülerinden ilkinin kahramanı yaşlı Şair Bendag, sabah rüzgârını kendi duyularının süzgecinden geçirerek selamlarken bizim duyularımızı da uyarmayı, anılarımızı canlandırmayı başarıyor romanın daha en başında:
“Açık denizde dev dalgalarla boğuştukları aylarca süren fırtınalı deniz yolculuğunun sonunda o sabah, Anakara’nın güneybatı körfezine özgü yumuşak rüzgârın o tanıdık kokusuyla uyandı. Kendine özgü bu sakız kokusuyla birlikte Bendag’ın kendisinden önce gömülü anılarını uyandırdı körfez rüzgârı; belleğinin kuytu derinliklerini uyandırdı. Güneybatı körfezinin sezdirmeden insanın içine işleyen meltemiydi bu. Bunca yıl başka hiçbir denizde, hiçbir körfezde karşılaşmadığı ve ne zamandır unutmuş olduğu belli belirsiz denilebilecek bu incecik kokuyu, döndüğünde onu karşılayacak şeyler arasında saymak aklına bile gelmemişti. Çok uzaklardan erimiş bir tül gibi esen bu uçucu koku, yaşandıkça iyice hafiflemiş olan uykusunu taze bir çay yaprakçığı gibi usulca açıverdi.” (s. 9)
Şiir düşünürü Mottah’ın açıklamaları ise, anlatanın düşünce yapısı gereği, doğal olanın yararı, sanatla, şiirle bağlantısı, insan emeğiyle ilişkisi yorumlanarak sunulmuş:
“Bu bölgenin kayalarının doğal dokusu kınalıdır, kızıl ve yeşil kınalı. Her şair tükürüğüyle bunları ıslattıktan sonra sağ avucunun içinde, kalem tutan baş ve işaretparmağına sürerek kına yakar; şiirin esin perilerine bir saygı gösterisidir bu. Bu kınalar uzun zaman çıkmaz insanın elinden. Şaire güç verir.” (ss. 84-85)
Yazarın, sık sık farklı özellikler taşıyan taşlara yaklaşımı, taşların gizemli güçlerine ilişkin açıklamaları dikkat çekiyor. Hayvanlar âlemindeyse, en iltimaslı olanlar kuşlar. Her bölümde yolculuklara kendine özgü özellikleriyle farklı kuşlar eşlik ediyor; kuşların bu özellikleri eklemlendikleri bölümün alt anlam katmanına belli belirsiz göndermeler yapıyor.
“... bir tek bu bölgeye özgü gölge kuşlarıdır bunlar. Sayıları azdır ama uzun yaşarlar. Bunların en genci bile atalarının atasını tanır. Sabırlı, sakin, bilgedir Gölge Kuşu. Anakara’da çok kimse bilmez, kimileri onu şairlerin uydurduğu hayali bir kuş sanır. Neden Gölge Kuşu dendiğine gelince, kanatlarının gölgesi toprağa düştüğünde hiçbir insan o gölgeye basamazmış. Gölgeleri tabiatın bilinmez güçleri tarafından kutsanmıştır onların.” (s. 110)
“Ancak önemli haberler, ivedi haberler, doğada az sayıda bulunan, soyu tükenmekte olduğu için özenle korunup kolay kolay göğe salınmayan bu kuşlara emaret edilirdi,” açıklamasının yapıldığı, bir tür kartal ve şahin kırması Kılıçkanat kuşu hakkındaysa şu bilgi verilmiş:
“Gökyüzünde yıldırım hızıyla uçarken ardında beyaz köpüklü bir iz bırakan bu kuşa, sert ve keskin kanatlarının yoluna çıkan bulutları biçip geçmesi nedeniyle Bulutbiçen de denir, ardında bıraktığı iz gökyüzünün görünmeyen yaralarını hatırlatırdı.” (s. 530)
Romanda daha onlarca benzeri olan bu gibi ince betimlemelerden yerleşim yerleri de nasibini almıştır. Yolcular, her birinin kendine özgü kaleleri, meydanları, yolları, kapıları, kuleleri, konaklama yerleri, konuk evleri, hanları, çay bahçeleri, oyun alanları, havuzlu, bahçeli evleri olan kentlerde konaklarlar. Örneğin, yolcuların romandaki son durağı olan ve gökte on üç dolunayın aynı zamanda görülmesini Yıl Şenlikleri ile kutlayan Odragend’e koca bir bölüm ayrılmıştır:
“Rüzgâra bırakılmış okunmayı bekleyen sayfalarıyla hep açık bir kitap gibi duran, Anakara’nın tarihsel katmanları en okunaklı yerleşimlerinden biriydi burası. Bu yüzden sokaklarında meydanlarında dolaşırken yalnızca kentin içinde değil, zamanın içinde gezer gibi olurdu insanlar. Hem yaşayan canlı bir şehir, hem açık bir müzeydi âdeta.”
“Yolu buraya düşenler ne kadar büyüsüne kapılsalar da sokakların, evlerin, yapıların, anıtların kendilerini bütün varlıklarıyla dayatan diriliği nedeniyle, ister istemez uyanık bir dikkatle, yoğun bir tarih ve zaman bilinciyle geziyorlardı kentin dört bir yanını. Anakara’da birbirinden ilginç onca büyük şehri içinde Odragend’e büyüleyici bir çekim merkezi özelliği kazandıran şey, belki de kuruluşunun ilk sihrine kadar geri giden bu tekinsiz ve karşı konulmaz güçtür.” (ss. 421-426)
Romanda, toprağı çömleğe, ağacı kapıya, kâğıdı deftere, tahılı çöreğe, meyveyi şerbete dönüştüren ellerin hünerini incelikli betimlemelerle kutsayan anlatımlara da yer verildiğini, kıvrak dansların, şaşırtıcı oyunların, coşkulu gösterilerin, kesilecek ağacın ruhundan izin isteme töreni gibi gizemli törenlerin anlatıldığını görürüz.
Murathan Mungan romanının asal kişilerini hem dış görünüşleriyle tanıtmış, hem ruhsal durumlarıyla, karmaşık düşünceleriyle ele alarak onlara karakter boyutu kazandırmıştır. Karakter ayrıntıları, hem bu kişilerin özel insanlar olarak ilgimizi çekmesini sağlar, hem de romanın ana temasını destekler. İkincil roman kişilerinin çok kendine özgü tipik özellikleri de romanın ana ve yan temalarını aydınlatacak biçimde vurgulanmıştır.
Birinci yolcu Bendag yüz yaşında bir şairdir. Genç yaşta kazandığı ünün baskısından kurtulmak için yurdundan ayrılmış, yalnızlığı seçmiş, şiir yazmayı bırakmış, yıllarca başka diyarlarda gezdikten sonra başladığı noktaya gelmiş, doğduğu yerde ölmek amacıyla Anakara’ya dönmüştür. Tanınmaktan kaçınması, şair kimliğini saklamaya çalışması yüzünden kendini olayların içinde bulacaktır. Bendag karakterinde öne çıkan iki özellikten biri ölüm hazırlığı içinde olması, sona gelmiş olmanın hüznünü yaşamasıdır. Kalan günlerini kaygısızca, gürültüsüzce, doğanın tadını çıkararak yaşamak ister. Ama, renginde, kokusunda, ışığında doğayla bütünleşmek, insan emeğinin hünerine tanık olmak, güzel bir rastlantıyla karşılaştığı bir dost elinin sıcaklığını duymak, yaşama gücünü tazelemiş, onda yeniden şiir yazma isteği uyandırmıştır. Ölüm gerçeği ile yaşama dürtüsü arasındaki çelişkiyi yaşar. Bendag ikinci çelişkisini şair kişiliğinde yaşamaktadır. Ona ün kazandıran şiiri neden bıraktığı, kimliğini gizlemede neden o kadar ısrar ettiği, bu tavrının alçakgönüllüğünün göstergesi mi olduğu, yoksa unutulmuş olma endişesinden mi kaynaklandığı soruları akla gelir. Düşüncemizi sanatçının değerinin bilinme ihtiyacına, kazandığını yitirme korkusuna, kalıcı olma özlemine yöneltir.
İkinci yolcumuz Moottah bir şiir filozofudur. Yirmi yıldır evine kapanmış, çok okumuş, kendini bilgi ile donatmış, bildikleri üstünde düşünmüş bir bilge kişidir. Artık evinden çıkmaya, Anakara’yı dolaşıp bildiklerini düşündüklerini başkalarıyla paylaşmaya karar vermiştir. Yanına dokuz yaşlarında iki yardımcı çocuk alarak yola çıkar. Konakladıkları yerlerde konuşmalar yapar. Bilgilendirici, düşündürücü konuşmaları her yerde rağbet görür. Karakterinin baskın özelliği, meraklı bir araştırıcı, birikimli bir doğa bilgini ve iyi bir eğitici olmasıdır. Aynı zamanda sadık bir dosttur. Olaylara bu nedenle karışmış olduğu anlaşılacaktır. Moottah’ın dingin kişiliğinde, öğrenmenin, düşünmenin, bilgisini paylaşmanın önemi, doğayı anlamaya çalışmadan kabullenmenin erdemi, huzurun değeri vurgulanmış, bu yolla romanın ana teması aydınlatılmıştır.
Üçüncü yolcu altmış yaşlarında bir atlı polistir. Şairleri öldüren seri katili yakalamak üzere yollara düşmüştür. Polis Gamenn’e, yanında kalmasına gönülsüzce razı olduğu Pepgemok eşlik eder. Yazarın, çifte cinayet öyküsüyle doğrudan ilişkilendirdiği bu karakterin karmaşık ruh yapısı üstünde etraflıca durduğunu, romanın ana temasını bu yolla canlı bir örneğe oturttuğunu görürüz. Gamenn, öteki roman karakterlerin aksine tedirgin, endişeli, evhamlı olandır. Yıllar önce kaçırılıp öldürülmüş olan kardeşinin acısını içinde taşır. Acı çekenlere, düşkün olanlara merhamet duyar. Rüyalarında kendini katilin yerine koyduğu, olayları katilin gözünden gördüğü için tedirgindir. İzlerken izlenen, ararken aranan olma ikilemine düşer. Yazar, Gamenn’in ruhsal sorununu rüya tabir edenler, rüyaları sağıltanlar aracılığıyla irdelemiş, romanın iskeletini oluşturan çifte cinayet kurgusuyla ustaca ilişkilendirmiştir. Bu durum, romanın bütününde üstünde durulan, doğada karşıtların birliği, her şeyin karşıtına dönüşmesi, döngünün tamamlanması ilkesine açıklık getirecek biçimde ele alınmıştır.
Şairin Romanı’na ayrı bir lezzet katan, her biri çok kendine özgü özelliği olan ikincil kişilerdir. Doğanın gizemli varlığı bizi nasıl heyecanlandırmışsa, bu kişilerin sıra dışı yetenekleri de düşüncemize öyle kanat açtırır. Sözcük derleyen, eski dilleri araştıran, bu dillerin biçimi, iç yapısı, şifresi üstünde duran, dillerin yapısıyla evrenin düzeni arasındaki ilişki üstüne kafa yoran Tarkusyu, bu uyumlu düzeninin anahtarını matematikte arayan sayıbilim bilgini Okhanyus insan aklına olan güveni tazelerler. Yaralı ruhları onaran, rüya terbiyecisi Kuyuhera, onun çevresine kasvet yayan hırslı rakibi Khora sırrın çözümlenmesinde yardımcı olurlar.
Anakarayı dolaşıp kendi derisine farklı renklerde çıkmaz mürekkeple dağlar, ormanlar, ırmaklar, yollar yazdırmış, gövdesi Anakara’yı anlatan harita olmuş Kaa aynı zamanda erkek gücünün ve güzelliğinin temsilcisidir:
“Haritacı Kaa’nın anlattıklarına bakılırsa, ailesinin kökleri Orta Batı’nın en eski oymaklarına kadar gidiyordu. İriyarılığı, teninin tütün yanığı rengi oradan geliyor olmalıydı. Büyümemiş bir çocuğunkini andıran boğumlu sesi, irikıyım görünüşünün ilk bakışta yarattığı ürküntüyü hafifletiyor, anlattığı şeyleri daha masum, daha inandırıcı kılıyordu. Hayata açık insanların neşesi vardı üstünde. Hareketlerinde, vücudunun gücünden aldığı zevki yansıtan eril zarafet, yalnızca görkemli cüssesiyle değil, ruhuyla da her engelin üstesinden gelebileceği hissi uyandırıyordu.” (s. 320)
Murathan Mungan güzellik yanında, iyilik, sadakat, cömertlik, sezgi gücü söz konusu olduğunda kadın cinsine iltimas etmiştir. Şiir seven, sır tutmasını bilen, keçe işçisi Ulsangeyma yaşlı şair Bendag’a yardımcı olmuş, onun yeniden hayata bağlanmasını sağlamıştır. Varlığın gizini rüyalarda, doğal nesnelerin, taşların, toprağın, bitkilerin yapısında arayan, Anakara’nın iki kadın şairi Umma ile Lelalu rüya tabir ederler, dostluklarıyla yolculara destek olurlar. Yazar, taşların gizli gücüne vakıf, eli maharetli, yüreği cömert Lelalu’un, doğanın kutsadığı güzelliğini, erdemiyle de bağdaştırarak şöyle tanımlamıştır:
“Lelalu’nun bedeni , ruhunu görünür kılıyordu âdeta: Cildi Canera porselenleri kadar saydam ve pürüzsüz, gözlerinin rengi Gomaba gölleri kadar duruydu. Gür kirpikleri, ruhunu apaçık söyleyen bakışlarını asla gölgelemezdi. Cildinin yıllar karşısındaki direncini, şekeri az suda kaynatılmış yabani bitki kökleri çiğnemeyi sevmesiyle açıklıyorlardı. Bu bitkilerin ne olduğu ise herkes için bir sırdı. Kadınlara özgü kıskançlıkla saklanan bir sır olsaydı çoktan ortaya çıkar, öğrenilirdi elbet, ama galiba insanlar bu güzelliğin bitki köklerine borçlanılmış olmasını daha anlamlı buluyor; bu nedenle gizin sürmesini istiyor, bu bitkilerin neler olduklarının saklı kalması fikrini seviyorlardı.” (s. 172)
Şiir düşünürü Mottag’ın yardımcıları olan, biri zeytin dalı esmeri, diğeri başak sarışını iki çocuk bizde şefkat duyguları uyandırırken, atlı polis Gamenn’in kısa boylu, göbekli, işgüzar yarımcısı Pepgemok, sakar girişimleriyle romanın ağırlaşmaya başlayan atmosferine bir tutam gülmece katar.
Yazar hem cinayet olayını kurgulamak, hem de evrenin, içinde karşıtları barındıran yapısına ışık tutmak için, iyilikçi, erdemli, merhametli, üretken, yaratıcı olanların karşısına, kötücül, tutkulu, vicdansız, kıskanç, zalim olanları yerleştirmiş, onların karmaşık ruh durumunu, baba-oğul, karı-koca, âşık-sevgili ilişkisi bağlamında sergilemiştir.
Şairin Romanı iki ana fikir üstüne odaklanmıştır. Bunlardan ilki, insanın yaşama direncini de, üretme, yaratma gücünü de doğadan aldığı gibi, huzuru da doğayla bütünleşmede bulacağıdır. Önemli olan, doğanın bir ölçüde araştırmayla, akıl yürütmeyle açıklanabilir, bir ölçüdeyse gizemli olan gücünü kabullenmek, ona ayak uydurmaktır. Murathan Mungan’ın romanındaki sıra dışı kişiler, bilinmeyenin şifresinin anahtarının, aynı şifreye göre işleyen insan aklında olduğunu ileri sürerler. Bu kişilerin her biri yaşamın gizine kendi yöntemine göre yaklaşmaktadır. Gözlemleme, akıl yürütme yanında sezgiler, rüyalar, hayaller iş başı yapar. Varoluşumuzun bütünlüğü, evrenle uyumunu gösterense, akıl yürütmeye de, hayallere ve sezgilere de yer veren sanattır. Yazarın roman kişilerinin ağzından felsefe, sanat, özellikle de şiir konusunda yaptığı açıklamaların en çarpıcısı, “Yerküre yazılmak için vardır” (s. 218) sözüdür sanırım. “Şiir matematiğin evrendeki görünmezliğine ne denli yaklaşabilirse o denli iyi olur,” (s. 488) da deniyor, “Yaratıcılık yaşanmışlıkla da yaşamışlıkla da birebir ilgili değil,” de. (s. 263) Beni en çok etkileyen şu açıklamalar oldu: “Hayatın kendisi zordur; onu güzelleştiren şey, onun üzerine düşünmektir yalnızca.” (s. 305) “İnsanın içinde ağlama isteği uyandıran güzellikler, ister tabiatın armağanı olsun, ister insan elinden çıkma sanat eserleri, aynıdır. İnsanın içini sevinçle yıkayan her güzellik ağlatır.” (s. 427)
Romanda öne çıkan ikinci ana düşünce, karşıtların birbirine benzemesi ya da birbirine dönüşmesi çevresinde dolanıyor. Romanın dolantısı bu ilke üstüne inşa edilmiş, cinayet olayına karışmış olan kişilerin ruhsal durumları bu ilke çerçevesinde aydınlatılmıştır. Yazarın kimi roman kişilerinin iç dünyalarının çözümlemelerinde düşle gerçek, somutla soyut, görünenle görünmeyen, denetlenebilenle denetlenemeyen, tasarlanmış olanla rastlantısal olan üstünde ısrarla durduğu görülür. İç hesaplaşmalarda, sevgiyle nefret, acımasızlıkla şefkat, özveriyle kıskançlık, gösterişle utangaçlık, ahlaki yönüyle de ele alınmıştır. Murathan Mungan’ın birbirine dönüşebilen karşıtlık konusunda verdiği, biri gerçek, biri kurgusal iki çarpıcı örnek üstünde durmak istiyorum: Birincisi oyunculuk sanatının asal açmazı olan, oyuncunun gerçek kimliği ile oyuncu kimliği arasındaki karmaşık ilişkidir. Aradaki mesafenin nasıl aşılacağı ya da nasıl korunacağı konusunda farklı yorumlar yapıldığını biliriz. Yazar, romanın ana temasını desteklemek üzere roman kişilerinden birinin, “İşleri gereği sürekli içlerinde kurgulayıp farklı duygular üreten oyuncuların bir süre sonra kendi duygularında sahicilik kaybına uğradıklarını, yalnızca sahne üzerinde değil, kendi yaşamlarında da oynamaya başladıklarını düşünüyor,” açıklamasını yapmıştır. (ss. 505-506)
İkinci örnek, romandaki zalim kumandanın öldürülmekten korktuğu için yakın çevresinde kendine çok benzeyenleri bulundurması, oğlunun bile bu birbirine benzeyen kişiler arasındaki gerçek babasını tanımakta zorluk çekmesidir. Aslının benzerlerine Kagemusha deniliyor. Zaman içinde gerçek olan sahtesine dönüşebiliyor. “Her yüz kendine Kagemusha gibi” düşündürücü bir saptama da yapılmış.
Sonuç olarak, Şairin Romanı öncelikle dilinin mükemmelliğiyle öne çıkan bir yapıt. Murathan Mungan’ın şair kimliği romanın nesir diline mührünü basmış. Okurken dalıp gidiyor, kimi yerleri yeniden, yeniden okumak, başkalarıyla paylaşmak istiyorsunuz. Anlatımın güzelliğine yönelik ilgi anlatılanların dayandığı hayal gücüyle ve bilgi birikimiyle pekişiyor. Okuyanı, yaşadığımız dünyanın kirinden, pasından arınmış, hayali olduğu ölçüde ulaşılabilir duygusu uyandıran bir diyara götürüyor. Masal olanı inandırıcı kılan romanın insani boyutu. Ulaşılabilir kılansa yazarın genel tavrındaki etik duyarlık.
Murathan Mungan hayata sevgiyle, insana şefkatle yaklaşan bir yazar. İyinin karşısındaki kötüye, doğrunun karşısındaki yanlışa, güzelin karşısındaki çirkine işaret etmekle beraber, her iyi romanda olduğu gibi, mahkûm etmeden önce anlamaya çalışmış.
Benim en hoşuma giden, yazarın düşlere, rüyalara, mucizelere, bolca yer verdiği romanında, gerçeklerin gizine erişme yeteneğini insanın aklında, akıl yürütme becerisinde bulmuş olmasıdır. Romanın bilge kişisi, “İnanışlar, işin doğasına hizmet eden kutlu oyunlar olarak kaldığında anlam taşırlar. Kör inançlara ve tapınılan doğrulara dönüştüklerinde değil,” diyor. (s. 85)
Farklı roman türlerinin özelliklerini bir arada taşımasına karşın sağlam bir yapısı var Şairin Romanı’nın. Doğu masallarına özgü yolculuklar, yol güzergâhında yaşananlar, Batı romanının neden sonuç ilişkisiyle gelişen olay dizisine oturtulmuş. Düşsel olan, gizemli olan, gerçekçi karakter çözümleriyle bağdaştırılmış. Bu bileşim insanı hem düşündürüyor, hem heyecanlandırıyor.
Murathan Mungan, “...bugün burada batan güneş kainâtta başka bir yerde, belki rüyasından yeni uyanmakta olan dünyada doğacaktı,” demiş, romanını sonlandırırken. O güneşin sıcaklığını duymak, aydınlattığını yaşamak için yavaş yavaş, sindire sindire okudum Şairin Romanı’nı. Kendimi yeniden okumalara açık bıraktım ve benim aldığım keyfi başka okurlarla paylaşmak istedim. Yeryüzü yazılmak için varsa, yazılmış olan da değerlendirilmek için, değil mi.