"METİNLER KAPAĞI için düşünceler, çağrışımlar, sisler", s. 7-11.
Kitap, göreceğin gibi, koyu bir yazı ile yazılmış kilitli metinler içeriyor.
Yan yana ya da üst üste konulduğunda, ortaya çıkan galeride, metinlerin magma katmanları içerdiği görülüyor.
Hem kitabın kendisi, hem haritası, üst üste basılmış sanki; aradaki saydam zarı, okurun hafifçe gününe aralaması istenmiş.
Bilirsin: Hem hamlığa özgü bir gücü vardır magma'nın, hem sıkıştırılmış zamanlar saklar yapraklarının arasında.
Kurulurken çatılan hatlarla, zamanla çökmeden oluşan hatlar üst üste biniyor.
Metinler, her ne kadar tılsımın kurgusundan, gizin gizli dininden, sis dilinin kipinden hoşlanıyorsa da, bir şeyleri anlatmanın, imlemenin; dolayımlı da olsa söylemeye, göstermeye çalışmanın derdini, düğümünü taşıyor;
hem de kazı istiyor; kendi üstüne kapanmışlıklarını aralayabileceğimiz aydınlığın açıklamasını gereksiniyorlar. Çiğ ışıkta görülemeyeceklerini düşünüyorlar. Aydınlanmanın ışığı istedikleri. Giydirilmişliğinden soyunmak var oluşun bütün ağlarını
ve ham olanı rafine ederek giydirmek. Her seferinde kaydırılmış odaklarla hem çıplak, hem giydirilmiş olabiliyorlar. Bütün gerçeklikler gibi. Açı kaybı, kan kaybıdır, biliyorlar. Çıplakken giyinik, giyinikken çıplak olmanın bitkisel hayatını çeşitli kültürel felçlerden, geleneksel kilitlerden tanıyan hayat bilgisi, mürekkebe kan veriyor.
Dokunun başlı başına bir bilgi olduğunu, yaşayan ve yazılan her imgenin, her metnin, opakla saydam arasında katedilerek dokunduğunu kan kardeşi olarak yazıya geçiriyor metinlerin damarlarında akan mürekkep.
Bağışıklık kazandırıyor ikiz bünyeye.
Okurun, iyi bir kazı sırasında görebileceği gibi, metinlerarası bu yolculukta, yolculuğun olası gizleri, saklı işaretleri, dönüşümlü simgeleri, gerekli konaklama yerlerine, yol ayrımlarına, yazgısı çatallanmış sapaklara gürültüsüzce bırakılmış.
Her ikilemle ikiye ayrılıyor metinler.
Kendi içinde ayrı bir yol kateden metinler, aynı zamanda birbirlerinin içinden geçen gizli yolları, yeraltı tünellerini de kullanıyorlar. Kendi dillerine bile çevrilemeyen kıstırılmış bir dil-durum içinde kendilerini simgelerinden çözmeye,
farklı karşılaş-
tırmaların simgeleriyle varlıklarını yeniden keşfetmeye, hatta böylelikle belki de yeniden kendilerini simgeleştirmeye çalışıyorlar.
Doğada hiç olmayan renklerin, meğer doğada bulunduğunu günün birinde keşfetmenin heyecanına çalışıyor ardına hiç bakmayan metinler. Hem bizim olan, hem hiç kullanmadığımız heyecanlar gibi mucizeyi zorluyor, hayatla ödeşerek geçiyorlar
kalbinizin, aklınızın, sezgilerinizin ve içgüdülerinizin içeri ya da dışarı açılan kapılarıyla girdiğiniz bu galeride, metinleri kazırken kullanacağınız araçlar, yaklaşım biçim ve yönteminiz, metinlerle kendi aranızda kuracağınız ilişki diliyle, metinlerin kendi aralarında kuracağınız bağlantı dili, bu yüzden önemli. Siz ne kadar okursanız, onlar o kadar yazılıdır.
Yoksa yalnızca saklı yazı, kapalı kitap, uzak deneyim. Kuytu bir dilde kayıp yolculuk.
Kitapların da, insanlar gibi herkesten, her şeyden bağımsız bir hayatları vardır. Bunu baştan kabul etmek gerekir. Onları yazanlar bile, günün birinde onları tanımayabilirler. Kitabın sihiri de buradan gelir. Her çeşit unutkanlıkla, her çeşit hatırlama gücünü aynı şiddetle çekirdeğinde barındırır; böyle olmasaydı eğer, kutsal kitaplardan sonra hiçbir kitap yazılamazdı.
Bir zamanlar onu yazana artık söylemediği bir gerçeği, şimdi bir başkasına rahatlıkla söyleyiverir. Böyle durumlarda, kitap kimindir?
Her kitap yazılamamış bir hayaldir aslında.
En iyi kitap, henüz yazılamamış olandır.
Yarım kalmış kitaplar, tamamlanmış olanlardan daha iyidir.
Çok bekletilmiş olduğu için ölü doğmuş kitaplar vardır.
En iyisi, bir gün ölümsüz bir kitap yazacağınızı düşlemenizdir.
En doğrusu, kitap yoktur; her kitapla biraz daha aranan, biraz daha bulunan bir esrardır yalnızca kitap. Kendinizden yarattığınız bir esrarı, günün birinde herkesin göreceğini ummanın vehmidir. Kitap, yalnızca bir vehimdir belki de.
Kitap, hayattan hayatı ummaktır.
Eskiyi, bir yerlerde kalmışı, bırakılmışı, bekletilmişi, yeni bir kitap gibi paradoksal sayıklamalarla ve şimdiy(l)e kurgularken, geçmişte unutmuş olduğunuz ya da bir zamanlar kim bilir, hangi nedenlerle vazgeçtiğiniz bir kitabı, yeni bir konaklama yerinde aramanız, hatta belki bulmanız ümididir.
Kitap, yalnızca bir ümittir.
Hiçbir kitap başladığınızda yazmayı ümit ettiğiniz kitap değildir. Kitap daha yazarken elinizde başkalaşır. Hiçbir kitaba yetişilmez. Zamanla yarışabileceğini sanan insanın, kutsal avuntusudur kitap. Her kitap, bilmediğimiz yasalarca cezalandırılır.
Bu yüzden sürekli sürekli yeniden yazılır.
Okurken ya da yazarken, her seferinde başkalaşmış kitabı bir gün tanıyabileceğiniz ümidiyle kapağına bakarsınız.
Kitabın kapağı ne kadar yüzüdür onun?
Kendi yüzünüzde eksileni kitabın kapağı saklar.
Sen ne dersin bilmem ama, kitabın kapağına ilişkin benim gözümdeki temel görüntünün izlenimleri şöyle:
Dokusu, sanki bir deri el yazmasıymış zamanında. Ya da, insanların ilkin deri sanıp, dokunduklarında yanıldıklarını anladıkları bilinen zamanları yoksayan bir tuhaf nesne! Kelebek kanadı gibi dağılmıyor belki ama yanıltıyor. Kapağı düşmesin, cildi dağılmasın diye, zamanında, kitabın bir sicim parçasıyla sarılmış olduğu düşünülebilir. Bence, aşına sürtüne zamanla dokusuna sinmiş olduğu izlenimi veren üzerindeki yol yol kırçıl izlerin falına böyle de bakılabilir. Artık kullanılmayan ölü dillerin çoktan unutulmuş kimi sözcükleri, işaretleri; gizi kaçmış simgeler, toprağa karışmış dilsiz uygarlıklar gibi bütün yüzeye sinmiş...
Fazla nem, rutubet görmüş; kilitli kalmış; gençliğinde başka tılsımlarla, kutlu koruyucular ya da şifalı otlarla koyun koyuna uyumuş kuytu sandıklarda. Uzun kış gecelerinde sönmüş masalarda açık kalmış, yaz geceleri gökyüzünün altında rüyasına unutulmuş. Üzerine bir şeyler dökülmüş belli; kimi zaman, ne olduğu anlaşılmayan koyu bir mayi, içinde bir şeyin eritilmiş olduğu kalın, tok bir sıvı; ya da onlarca yılın dinlenmişliğini bir gecede uyuyan dilsiz şarap; sonradan silinmişse de, belli belirsiz izi kalmış hepsinin; hatta kimi dalgın yanık lekelerinden bile söz edilebilir. Tam olarak ne oldukları, artık hiç kimse tarafından anlaşılmayan, sayfa aralarında kalmış kırıntılar, toz parçacıkları. Üzerine konmuş herhangi bir madeni ağırlığın dokuya gömülüp, yer eden izi seçiliyor belli belirsiz. Yalnızca zaman değil, içindeki demli yazılar da ağırlaştırmış onları. Hepsi hep birden dibe çökmüş.
Çok kuytu dinlemiş, çok tenha görmüş, çok kapalı kalmış, çok yer ve el değiştirmiş; hem bir eprimişlik, hem bir dayanıklılık söylüyor.
Kendi zamanlarını aşan zamanları da yaşamış gibi olmanın, dilsiz, ağır görünüşünü kazanmış. Kendinden bile bağımsızlaşmış.
Rengi belirsiz. Koyu pas yeşili, sahtiyan yanığı, demir küfü, rüzgârın esmerleştirdiği kumlu ten; sanki ne olduğunu anlamak için, herkesin bir kez olsun dokunmak arzusu duyacağı gizemli bir çekiciliği olan belirsiz bir doku ile kaplanmış.
Başkalaşarak hep aynı kalmayı başarmış.
Daha ilk kapısındaki bu görünüşüyle, içindeki yazılara; yazıların ağına, gizemine, demine, gölgesine alıştırıyor okuru. Gölgede ve güneşte ayrı ayrı okunuyor metinler. Aynı zamanda farklı yaşlar, ya da farklı yaşlarda aynı zamanlar olarak; içindeki sayfalar gibi farklı farklı okutuyor olsun kendisini; kitap, bunu böyle istiyor. Ama, her durumda, okurun hep iyi bir zamanını bekleyen, sayfaları dağılmış her zamanın kendi sıralamasını kendinin yaptığı başına buyruk kitaplardan. Sabrı öğrenmiş. Ki bu, hayatın yarısı eder.
Kitaptan umulanla,
kitaplardan umulanın göğsünde uyuyan
yalanı kaç kez rüya olarak görmüş.
Sözlere saklanmış yolların, adımların, tartımların, yaklaşmaların, uzaklaşmaların, kopmaların, büyük rüzgârlarla söndürülmüş unutuşların, uzun sürmüş geri dönüşlerin farklılığını biliyor. Görünmediğinde, küsmüyor, bir sonraki konağın ümidini saklı tutarak sessizce devam ediyor yoluna. Değiştirdiği yüzlere şimdi rastlayanlar tanımıyorlar onu.
Aynı dünyada milyonlarca hayatın bir arada yaşadığının bilgisiyle gölgesine çekilmiş bir kitap bu. Kendi güneşinden gölgeleniyor.
Sisler içinde berrak pusula seçilmez yazı çıplak güdü tarifsiz yol,
kendi mevsiminde açılıp kapanan yaprakların kısa ömürlü zamanlarında ışığın rengi kadar söylenmiş birkaç kopmuş söz, ne kadar kalırsa... bu da...
Hiç böyle bir kitap gördünüz mü gelirken?