Ayşe Arman, "Bir aşk, birçok aşktan yapılıyor", Hürriyet, 13 Nisan 2012
Geçenlerde gördüm Murathan Mungan’ı Asmalımescit’te...
Arkasından koştum, omzunu tuttum, sarıldım, ona dokundum, hayranlığımı belirten bir şeyler söyledim, şimdi hatırlamıyorum ne...
Böyle bir derdim, böyle meselem var.
Günden güne hayranlık duyduğum insanların sayısı azalıyor...
Saygım azalıyor...
İnsanlara, yazarlara, adamlara, kadınlara...
Neden bilmiyorum...
Ya ben büyüyorum ya onlar küçülüyor.
Abuklaşıyor her şey, gülünç oluyor, karton oluyor, arkası fos çıkıyor. Çok az şey, gerçekten çok az şey, artık içime değiyor, içime işliyor.
Murathan Mungan hâlâ hayranlık duyduğum nadir insanlardan biri.
Bugün, sizinle Aşkın Cep Defteri’ndeki en sevdiğim öyküyü mü desem şiiri mi paylaşmak istiyorum, adı ‘Terastaki Havlu’.
İlk okuduğumda da çarptı...
Her okuduğumda çarpıyor...
Bir insan, aynı cinsten birine dokunmayı istediğini, bu isteğinden ürküp nasıl kaçıp gittiğini, bu kadar mı güzel anlatır...
Bize uzakmış gibi duran ama aslında hiç de olmayan bir duyguyu bu kadar mı yalın, çarpıcı mı aktarır?
Aslında size de soracaktım sizin hiç mi aklınızdan geçmedi diye...
Geçtiyse benimle paylaşsanıza diye...
Bir kadın böyle bir şeyi aklından geçirmişse lezbiyen midir?
Bir erkek, bir erkeğe dokunmayı şimşek hızıyla düşünmüşse gay midir?
Kategorilerin sınırları gerçekten bu kadar keskin midir?
Sizden de böyle özel hikâyeler bekliyorum...
İçeriden yazılmış hikayeler, itiraflar...
Tabii ki gerçek kimliklerinizle ilgilenmiyorum...
Terastaki havlu
Aynı terasa açılıyordu, yan yanaydı kapılarımız, kaldığımız pansiyonda.
Sabahları ya da akşamüzerleri karşılaşıyorduk, ortak duş, orta mutfak, çekingen bir selamlaşma.
Aynı terasta yan yana kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni.
Acemi, tutuk birkaç sözcük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını, bu da ürpertiyordu beni.
Işığın azalan şiddetinde yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine.
Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaştığımızda.
Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu.
*
Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda.
İkimiz de yalnızdık ve birbirimize ilişmeye çalışıyorduk, adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında.
Oysa güneşin batışını izlemek gibi, kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler.
Birbirinden kamaşmaya başlamıştı tenlerimiz.
Dokunmasan da yanındaki gövdeye, duymanın şiddetine dönmüştü aramızdaki çekim.
Tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara...