| ISBN13 978-975-342-690-9 | 13x19,5 cm, 192 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Bülent Kale, "Yasadışı bir aşk bu: ‘Özgürlük savaşanın’ diyor", Agos Kitap / Kirk, Sayı: 3, 2009 Türkçedeki yanlış bir kalıbı kırarak başlayalım A’dan X’e /John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar’dan bahsetmeye. Cezaevine giren insanlar ‘içeri’ düşmezler, ‘dışarı’ düşerler. Hayatın öznesi olmak isteyen gayretli insanlar, muntazaman hayatın dışına atılır ve cezaevine kapatılırlar. Sistem, hep yaptığı gibi belden aşağı vurur; hayata hudutsuz katılmak isteyen insanların en değerli şeylerini ellerinden alır, onları hayatın dışına kapatır. İçeriden dışarı, kadından erkeğe, A’dan (tanıdığımız kişiden) X’e (tanımadığımız kişiye), A’ida’dan Xavier’e yazılan bu mektuplar, bize bir hikâye anlatırlar. Kitabın İngilizce orijinalinin adı da –okurla yazarı buluşturma anlamında, Türkçe adından daha işlevsel olan– ‘Mektuplardan Bir Hikâye’dir. Nasıl bir hikâye anlatır bize A’dan X’e, Bir aşk hikâyesi anlatır, bir direniş hikâyesi, ve bir firar... Mektuplarla, küçük notlarla, amatör çizimlerle örülü kitapta, kurgusuna yazarın da katıldığı bir romanla karşılaşırız. John Berger (J.B.), sunuş yazısında, hiçbir haritada görünmeyen Suse şehrinin artık terk edilmiş olan eski cezaevinde, Xavier’in 73 no’lu hücresinde üç tomar mektup bulduğunu anlatır. Mektuplar, yakınlardaki (yine hiçbir haritada görünmeyen) Sucrat’ta yaşayan A’ida tarafından gönderilmiştir. J.B., A’ida’nın göndermekten imtina ettiği mektuplara da ulaşır ama Xavier’in A’ida’ya gönderdiği mektuplar ortada yoktur. Xavier yalnızca A’ida’nın mektuplarının arkasına düştüğü notlarla görünür. J.B., sunuş yazısında, gönderilen ve gönderilmeyen mektupların eline nasıl geçtiğini açıklayamayacağını söyler, A’ida’nın mektuplarında bazı şifreli mesajların olabileceğini ima eder ve sanki yaşadıklarını vurgulamak ister gibi, Xavier ve A’ida’nın “gölgelerine” selam eder. A’ida’nın mektupları Xavier’e yazılmıştır ama cezaevi idaresi tarafından da okunmaktadır; J.B. da her şeyi anlatamaz, çünkü hikâye daha sıcaktır; Xavier, A’ida ya da örgütlü dostlar zarar görebilir... Dolayısıyla, hem sunuşta hem de A’ida’nın mektuplarında söylenen şeylerin doğru olmama yahut başka anlamlara gelme ihtimali hep vardır. Kurguya katılan J.B., bir şekilde, yukarıdaki soru işaretlerini ıskartaya çıkarır ve yazar John Berger’ın elini rahatlatır. “...İlk gerçeklik hikâyedir. Tamircilik bana bunu öğretti” yazar ilk mektup tomarının üzerinde, ve bizi bir şeye hazırlar. Sunuş, bize yeri ve zamanı bir yana bırakmamızı söylemişti. A’ida’nın mektupları ve Javier’in mektupların arka sayfalarına düştüğü notlar, bunda ısrar eder, bizi bütün zamanların, dillerin ve coğrafyaların bir araya getirildiği bir atmosfere taşırlar. Aida’nın Xavier’e ‘Ya Nur’ (ışığım), ‘Mi soplete’ (nefesim), ‘Kanadım’, ‘mi guapo’ (yakışıklım), ‘hayati’ (hayatım) diye seslenmesi, küçük Sucrat kasabasında ya da Suse cezaevinde dünyanın bütün halklarını anıştıran isimlere sahip bireylerin olması, Xavier’in mektupların arkasına düştüğü güncel istatistiki bilgiler, bizi öyle bir yer olmadığı, öyle insanlar olamayacağı düşüncesine sevk etmez. Tam aksine, tek bir dünyamız olduğunun altını çizen, hepimizi aynı kitabın sayfalarında buluşturan bu enternasyonal kurguyla, bütün farklı renklerine, farklı koşullarına rağmen dünyanın her yerinde, bütün halkların aynı adaletsiz sisteme maruz kaldığının, sisteme karşı aynı mücadeleyi verdiğinin ayırdına varır, kalabalıklaşırız. Her şeyi bir yana bırakır, ilk gerçekliğin, hikâyenin peşine düşeriz. Okura çok fazla yer vardır, A’dan X’e yazılan mektuplardan oluşan romanda. Okur, kurgunun ana bileşenlerinden biridir. Okurun hayal gücü, özgürlük tasavvuru nereye kadarsa, roman da oraya kadardır. Okurdan boşlukları dolduracak hayal gücünü, azmi ve cesareti talep eder Berger. Eksiltili bir romandır çünkü bu; bir mektuplaşmanın tek tarafını sunar bize Berger, ve zor olanı seçer: A’ida’nın, yani kadın karakterin kaleme aldığı mektupları aktarır okura. Kurgu zekâ doludur. Mektuplar, maharetini sergiler usta yazarın. Her şey bu mektuplardadır. Aşk Aida’nın, âşık kadının lirik üslubundan saçılır; direniş, gündelik hayat tasvirlerindeki gerçeklikten alır membaını; firar, mektuplardaki belli belirsiz şifrelerde gizlidir. “[F]aydasız kelimeler arasında benim gördüğümü sen de göreceksin” der A’ida, ilk mektuplarından birinde. Eğer yalnızca bir aşk hikâyesi gibi okunursa, arabesk bir tona bürünebilir A’dan X’e. Erkeğini çok seven bir kadının, cezaevi yakınlarında bir kasabaya yerleşip, hayatın dışına atılan sevdiğini mektuplarla, ihtiyaçlarını karşıladığı paketlerle beslemesini, temeli hayatın sürprizlerine dayanan bir umuda sığınmasını anlatan bir aşk hikâyesi olarak kalır. Bu haliyle de güzeldir hikâye; bize, kültürümüze, Ortadoğu’ya daha yakındır, ancak eksiktir. İnsancadır ama devrimci değildir, ‘klişe’ olarak nitelenmeye pek müsaittir. Üstelik, John Berger’ın emeklerine haksızlık olur böylesi bir okuma. Farklı bir okuma daha vardır – okurun oyunları keşfedip katıldığı, belki daha zahmetli ama çok daha keyifli bir okuma. Daha dikkatli, özgürlükten, hayatın içinde buluşmaktan vazgeçmeyen bir okumadır bu: A’ida bir devrimcidir; hayatın içindedir ancak sevdiği adam hayatın dışına atılmıştır ve onun bakış açısına göre, hayatın içinde yeniden buluşmaktan başka çıkar yol yoktur. “Sana EVET diyorum, sürdürdüğümüz hayata HAYIR” diye yazar son mektuplarından birinde. Bir Xavier dikkatiyle okumalı A’dan X’e’yi. Böyle okunursa, kitabın bize adım adım bir firar hikâyesi anlattığı fark edilebilir; A’ida’nın gerçek isminin İrene olduğu, Xavier’le 7 yıla yakın bir süredir görüşemedikleri gibi detaylar öğrenilebilir. İşte o zaman, kitap, tam da Berger’in istediği gibi, okuru heyecanlandıran, yüksek bir tempo kazanır. Esareti kabul etmeyen, arabeske yüz vermeyen, böyle bir devrimci okuma, oyunlara çok açık olan John Berger’le oynama fırsatı sunar okura. Onunla kitabın sayfalarında buluşuruz, ama asıl önemlisi, kitabın sonundaki çizimin ötesinde, A’ida’nın bir mektubunda söylediği gibi “etrafından, üzerlerinden, altlarından geçmenin hep bir yolu bulunan” duvarların ardında, “kaçan bir kuş gibi, incirkuşu gibi bağıran” Xavier ve A’ida’nın özgürlük çığlıkları arasında, hayatın içinde buluşuruz. Benim bir okur olarak naçizane dileğim, John Berger’la, Xavier’la, A’ida’yla ve birbirimizle buluştuğumuz yer burası olsun, ve tanrı gölgelerimizi korusun. |