| ISBN13 978-975-342-590-2 | 13x19,5 cm, 240 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | A'dan X'e, 2008 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Anıl Gökoğlu, “Yazarların Kentleri / Berger’ın Kentleri”, Remzi Kitap Gazetesi, Sayı13, Şubat 2007 "Sokaklar hep kendini dolanır.Yolculuk yollarda kalır." Erol Hızarcı, Toprakaltı Sarayları Yazarların mekânlarla özel bir ilişkisi olduğuna inanırım. Yazar kimi kez, mekânını da kendisi kurgulamayı seçer. Bu mekânlar, en az yaşadığınız kent kadar gerçek, değişken, devingen, içinde yaşanabilir, yolculuk edilebilir ve tarif edilebilirdir. Italo Calvino Görünmez Kentler’de İsidora’dan Zoe’ye onlarca kent düşler. "Görünmez Kentler", kendi deyimiyle, yazarın ‘kentlere yazdığı son bir aşk şiiri’dir. Bir mekân düşlemeye başladığınızda, bir zaman sonra düşleyen, düşlenenin üzerindeki yaratıcı denetimini yitirir. Düşlenen, başlangıç noktanızdan hareketle kendini tekrar tekrar kurar, değiştirir. Orası kimi zaman dönmek, kimi zaman uzaklaşmak istenilen yerdir. Her iki durumda da varlığını sizden bağımsız sürdürür. Ursula K. Le Guin’in "Yerdeniz"i gibi. Le Guin, Yerdeniz’i (beşlemeye adını veren düşsel mekân) bir üçleme olarak tasarlamıştı: Yerdeniz Büyücüsü, Atuan Mezarları, En Uzak Sahil. En Uzak Sahil yayımlandığında, daha kitabı okumadan bir hüzün çökmüştü içime. Geçici olarak bulunduğunuz, ayrılma vakti geldiğinde daha yola çıkmadan özlemeye başladığınız kentler gibi… Sanırım, Le Guin böyle bir özlemle yazmış beklenmeyen dördüncü kitabı (Tehanu): "Yerdeniz’e yeniden gidip onu hâlâ hatırladığım haliyle bulmak, ama değiştiğini ve değişmekte olduğunu görmek beni çok memnun etti." Mekânlar karakterler kadar önemli bir rol üslenir kimi zaman. Boris Vian’ın sürrealist romanı Günlerin Köpüğü’nde, akciğerinde bir zambak büyüyen Chloe ile Colin’in birlikte yaşadıkları ev hikâyeye katılır. Yaşanan bir mekân olmanın ötesinde yaşayan bir mekândır. Acı çektiğini, huzur bulduğunu, neşesinin kaçtığını, değişimlerini izleyebilirsiniz. Kimi yazarlarsa yaşadıkları mekânları/kentleri kurgusal mekânlara yeğlerler. Sait Faik öykülerinin en belirgin özelliğidir kahvehaneler… Ara sokak kahveleri, kıyılardaki balıkçı kahveleri, sönmeye yüz tutmuş bir sobanın yanı başına çekilmiş sandalyeleriyle sabahçı kahveleri… Yazarların bir kente tutuldukları da olur. Virginia Woolf ve sevgili Londrası gibi. Romanları, öyküleri, denemelerinde hep Londra vardır. Londra Manzaraları adlı kitabı, yazarın kenti anlattığı altı denemesinden oluşur. Woolf, Londrasını yanı başında uyuyan bir sevgiliyi izleyen kadının hazzıyla anlatır. Kentlerden ve yazarlardan söz etmeye başlamışken es geçemeyeceğimiz bir yazar ve yapıt: James Joyce’un Ulysses’i. Yazarın ifadesiyle; Dublin yerle bir olsa, Ulysses’in sayfaları takip edilerek kent yeniden inşaa edilebilir. Türkiye’de Görme Biçimleri’yle tanınan John Berger, geçtiğimiz Kasım ayında Metis Yayınları tarafından yayımlanan Buluştuğumuz Yer Burası kitabında kendi kentlerini anlatıyor. Lizbon, Cenevre, Krakow, Islington, Madrid, Küçük Polonya… Yazar, her kentte sıradışı bir buluşma yaşıyor: Artık hayatta olmayan yakınlarını ziyaret ediyor. Lizbon’un çamaşır asılı daracık sokaklarından birinde yankılanan fado ezgisinin peşine düşüveriyor. Lizbon, aynı zamanda yazarın annesiyle buluştuğu kent. Annesinin yaşarken hiç görmediği, ama ölümünden sonra "yaşamayı" seçtiği kent. Borges tarafından ziyaret edilen ve Borges’in ömrünün en sarsıcı deneyimlerinden birini yaşadığı Cenevre, Berger için bir kentten fazlası anlaşılan: Cenevre’yi "…duyup tanık olduğu hiçbir şey onu şaşırtmıyor. Hiçbir şey de kışkırtmıyor, daha doğrusu bariz olan hiçbir şey. Gizli tutkusu (çünkü elbette gizli bir tutkusu var) iyice gizlenmiş, sadece birkaç kişinin malumu." Fransa’da Chauvet mağarasında binlerce yıl öncesinden kalma "sanat eserleri" karşısında bir saygı duruşu… Madrid’de bir otel lobisinde randevulaştığı eski bir öğretmen, bir yaşam ustasıyla buluşuyor yazar. Otelin bekleme salonunda gözlemekten kendini alamadığı, tombulluk tanımını bir hayli aşmış Senyorita, Madrid’in ta kendisi olabilir mi? Küçük Polonya, iki pırasa ve birkaç patatesle birlikte pişirilen kuzu kulağı çorbasının yanı başında yer alıyor artık benim için. Berger sözcüklerle kentlerin panaromasını örüyor. Öte yandan metin, sözü edilen kentlere aidiyet duygusundan bir hayli uzak. Yabancılıkla yerlilik arasındaki o sisli alanda gidip geliyor çoğunlukla. Berger bir solukta okunacak bir roman sunmuyor okura. Buluştuğumuz Yer Burası, ağır ağır okunması gereken bir kitap. Sokak sokak keşfedilecek bir kent gibi… Arka sokaklarını, saklı köşelerini ve satır aralarını atlamamalı. Kitabın çeviri işini Cevat Çapan, Gönül Çapan ve Müge Gürsoy Sökmen birlikte üslenmişler. Oldukça da başarılı bir iş çıkarmışlar. Bölümler arasında dil ve biçem kopukluğu söz konusu değil. Çeviri tek elden çıkmış izlenimi uyandırıyor. Buluştuğumuz Yer Burası okura keyifli ve uzun bir yolculuk vaat ediyor. |