Nilay Örnek, "Portreler", K24, Aralık 2020
John Berger en son üniversitede “görme biçimleri”mi değiştirmişti, yıllar sonra Portreler'iyle 2020’me derman oldu.
Yıllar yılı da beni başka diyarlara götüren bir tavşan, bir “merak dolabı” yahut bir “çiçek dürbünü”, sanatı, sanatçıyı, insanı anlama, farklı bakma rehberi, ilginç portre ya da bakış açılarıyla tanışma fırsatı olacak...
Portreler, Berger’in hayatı boyunca sanat ve sanatçılar hakkında kaleme aldığı yazılardan oluşan iki ciltlik kitabının ilki, diğeri Manzaralar imiş. Manzaralar bende yok. Metis Yayınları’ndan ikisi de...
Kitabı hazırlayan Tom Overton’un, John Berger’in hikâyeciliğini anlatışıyla başladığı Portreler, 74 “portre” üzerinde duruyor. Chauvet mağara resimleriyle başlayıp Louvre’da ilk gördüğümde beni şaşkına çeviren Feyyum portreleriyle ilerleyen kitaptaki her kısa yazı, insana yeni bir merak alanı, insan-dönem hikâyesi, yeni bir felsefi evren ya da görme biçimi sunuyor.
Yazarımız, Caravaggio’dan Goya’ya, Henri Matisse’den Jackson Pollock’a portre portre farklı zaman ve mekânlarda, ruhlarda gezerken açık ya da gizliden sorular soruyor ve yanıtı arayışına beni de ortak ediyor...
Albrecht Dürer misal ona “Bir kimse neden kendi resmini yapar?” sorusunu sordurmuş, Fernand Leger ise günlük nesnelerin resimdeki yerini...
Böyle yazınca ağır, ağdalı bir şey gibi duyulmasın; ilkokul yaşında bir çocuğum olsa misal, ona her bir portreyi okumak isterdim. Bazı kelimeleri anlamazdı muhtemelen... Büyüğü de olsam bazı terimleri ben de ilk kez duyduğumu söylerdim de, gülerdik belki... Ama kitapta bilinçli olarak siyah beyaz tutulmuş resimlerin üzerine konuşmak için kesin vakit ayırır, internette o ressamı ve eserlerini daha fazla görmek için zaman geçirirdik...
“2020’me derman oldu” demem biraz da ondan.
Berger’in her portresi ayrı film.
Kitap falı bakar gibi açıyorum bir portre. Belki 5 sayfa. Ama o 5 sayfa, bazen saatler, bazen günlerce bir portreye, eserlere bakmamı sağlıyor.
Bir müzede ya da galeride sergilenen sanat eserini seyrettikten sonra, yaratıldığı atölyeye girmeye çalışırım. Ve orada, oluşum sürecinin hikâyesine ilişkin bir şeyler öğrenme umuduyla beklerim. Hikâyeye içkin umutlara, seçimlere, hatalara, keşiflere dair bir beklenti. Kendi kendime konuşur, atölyenin dışındaki dünyayı gözümde canlandırır, belki tanıdığım ya da asırlar önce ölmüş olan sanatçıya seslenirim. Kimi zaman yaptığı bir şeyden yanıt gelir. Hiçbir zaman bir neticeye varılmaz. Bazen her ikimizi de şaşırtan yeni bir alan açılır. Bazen de soluğumuzu kesen –bir gizin açığa çıkması gibi soluk kesici– bir hayal dünyası belirir.”
John Berger’in o umudu da, merakı da, keşif heyecanı da, insani anlayışı da, empatisi de yazılarından okunuyor. Anlattığı portreler üzerinden bir John Berger portresi de çiziliyor. İnsan onu okurken insana yaklaşıyor.
“O kitap” sorulduğunda onlarcası aklımdan geçti. 2020 hem “çok var”, hem “çok yok” bir yıl olduğundan kafam da karıştı; “Onu bu yıl mı okudum?”
Belki beni daha çok etkileyen başka bir kitap olmuştur ama Portreler’i ayrı bir yere koymak isterim...
Bir de son anekdot...
Geçenlerde gazeteci-belgeselci Coşkun Aral ile “Nasıl Olunur” isimli podcast’im için söyleşiyorduk. Coşkun Abi, Abidin Dino ile yakın dost, Paris’teki zamanının çoğunu onunla geçirmiş. Pek çok pazar günü de Dino’nun evine bir dostu gelir, Aral da onlara omlet yaparmış. Peki kim bu dost? Coşkun Abi’nin o dönem fark etmediği şekilde John Berger... Ben de ekleyeyim; Coşkun Aral’ın, peynirli ve maydanozlu omletini pek seven Berger, Portreler’de Abidin Dino’dan da, Nâzım Hikmet’ten de söz açmayı ihmal etmemiş...