| ISBN13 978-975-342-886-6 | 13x19,5 cm, 184 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | A'dan X'e, 2008 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Evrim Altuğ, "El ve söz yordamıyla Spinoza", Cumhuriyet, 8 Ocak 2013 Yaşamına çok erken sayılabilecek bir yaşta, 45’inde veda ederken bize Ethica’nın sınırlarını sorgulatan ortaçağ filozofu Benedict “Bento” Spinoza’nın eskiz defteri neye benzerdi? İşte, G. romanıyla 1972 Booker Ödülü’nü kazanan 1926 doğumlu yazar ve sanat eleştirmeni, aktivist ve düşünür John Berger, Türkçeye Beril Eyüboğlu imzası ile yeni kazandırılan Bento’nun Eskiz Defteri adlı yapıtında bu merakı hem görselleştiriyor, hem de yeni fikirleriyle Spinoza’yı beklenmedik bir çeşitlilikle sorgulamamamızın önünü açıyor. Halen yaşamını Fransa’nın bir köyünde sürdüren John Berger’ın, kendisine hediye edilmiş eski bir boş defterden türettiği bu son kitabı, mütevazı bir sadelikle, birbirine refakat eden günlük desenler ve deneyimleri, Spinoza’dan alıntılarla kesiştiriyor. 173 sayfalık kalın ciltli bu defter/kitap okura, bir başkasının özel günlüğünü keşfettirmişçesine samimiyetle ulaşıyor. Berger kitapta hem Spinoza’nın teleskop mercekleri ve göz çizimini hem de müzelerde rastladığı başyapıtlar ya da günlük hayatındaki bitkiler veya yakınları gibi konuları desenleyerek, bir fikrin imgeye, imgeden de yeni fikirlere nasıl evrilebildiğinin çeşitlemelerini gözler önüne seriyor. Bunu yaparken okura elleri ve sözleri yordamıyla Spinoza gibi bir değeri tanıştıran Berger, kitabında bol bol yaşamsal nasihat vermeyi de ihmal etmiyor. Yazar sözgelimi, kâğıt ve dil ilişkisinden bahsederken, demli cümlelerini okura şöyle ikram ediyor: “Genellikle okuyabilmek, telaffuz edebilmek ya da düşünebilmek için sözcüklere cepheden bakarız. Buradaysa dilin kıyısında gelişiyor her şey. Dilin, cepheden görülmesi mümkün değil. Kıyıdan bakınca, dilin nasıl da kâğıt gibi inceldiğini görüyorum; tüm sözcükleri ufala ufala tek bir dikey çizgi haline gelmiş uçsuz bucaksız bir arazide dikili bir direk gibi...” (s. 43) Kitabında betimleme ediminin kökenini bilge eleştirmenliğiyle sorgulayan Berger, bu edimin hem deneği, hem de analizcisi haline gelirken, Spinoza’dan alıntıların rehberliğinde, çok önemli sorular soruyor. Berger örneğin, “Bir çizim, ad yerine geçebilir mi?” (s. 73) diyerek, belki de sanat tarihinin hâlâ cevaplayamadığı bir soruyu en basit ve derin haliyle yeniden bizlere sunuyor. Berger’in “iç konuşma”larına ses veren Spinoza ise, yazarı şöyle karşılıyor aynı satırlarda: “Zihinsel bir imge ne kadar başka imgeyle birleşirse o kadar sık canlanır. Bir imge ne kadar çok başka imgeyle birleşirse, onu canlandıracak nedenler de o kadar fazlalaşır.” Berger kitabı boyunca Anton Çehov’un çehresinden bahçesindeki salyangoza, gittiği Avrupa gezilerindeki manzaralardan bir bebek hırkasına ve Subcommandante Marcos’a dek pek çok detayı, yerinde, özelinde ve tüm samimiyetinde, “o” ana adayarak resimliyor. Resimlerken gördüğünü anlamaya ve anladığını en samimi hali ile kalıcı bir ize dönüştürmenin merakını tecrübe ediyor. Berger bir ara, edebiyattan sanat tarihine uzanan bu imgeler geçidinde yaşadığı tanıklığın samimiyetinden şöyle dem vuruyor: “Aile bağlarının yarattığı karışıklık ve çatışmalardan azade olan, bizi şekillendiren bu hikâyeler, biyolojik değil, rastlantısal atalarımızdır.” (s. 92) |