Pakize Barışta, "John Berger’ın anti-romanı: A’dan X’e romanı", Taraf Gazetesi, 19 Ekim 2008
Aşkın, zalim tarafından hiçbir zaman yok edilemeyeceğine dikkatimizi çekiyor John Berger.
Zulme karşı direnen tek şeyin kalıcı aşk olduğunu, neredeyse kanıtlıyor A'dan X'e adlı romanında.
Ve güç denilen şeyin her halükarda hastalıklı, gaddar, bulaşıcı, tutsak edici, habis bir insanlık ve evren düşmanı olduğunu da hatırlatıyor.
John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar alt başlığıyla yayımlanan roman, devrimci terörist bir örgütün kurucularından olmakla suçlanıp, iki kez müebbet hapse mahkum olan Xavier’ye, yıllar boyunca sevgilisi tarafından gönderilmiş olan mektuplardan oluşuyor.
Gerçekle kurgunun her an için yer değiştirdiği ve aynı zamanda anlamsızlaştığı bir anti-roman bana göre A'dan X'e.
“Evren beyne benzer makineye değil. Hayat şu anda anlatılan bir hikâyedir. İlk gerçeklik hikâyedir. Tamircilik bana bunu öğretti.” A'dan X'e’nin Birinci Mektup Paketi, bu ifadelerle başlıyor.
Romanda Latin Amerika’da olduğu hissettirilen terk edilmiş bir hapishanedeki hücrelerden birinin duvarında, boş Marlboro kartonlarından yapılmış bir raf dikkati çeker. Bu rafın üç gözünde de mektup tomarlarına rastlanır. Bu mektuplar, hücrenin son sakini Xavier’ye, sevgilisi A’ida tarafından gönderilmiştir. Mektuplarda yer yer şifreli bir dil de kullanılmaktadır; A’ida, devrimci bir aktivisttir çünkü.
A’ida, mektuplarında aşkıyla Xavier’yi ayakta tutmak, onu hayata bağlamak için çabalamaktadır. Sevgilisi hapse girdikten sonra bir daha onu görememiştir; aralarında resmi bir bağ yoktur zira. Sevgilisini görebilmek için Xavier’nin ona evlenme teklif etmesini söyler.
A'dan X'e adlı romanda okur şunu da hisseder; bir insanın çok yakını, aşık olduğu biri, uzun süreli hapse atıldığında, dışarıda yaşamasına rağmen kendisi de hapistedir aslında:
“Umutla beklenti arasında büyük fark var. İlk başta süreyle ilgili olduğunu düşünmüştüm, umudun daha uzaktaki bir şeyi beklemek olduğunu. Yanılmışım. Beklenti bedene ait, umutsa ruha. Fark bu. İkisi birbiriyle temas ediyor, birbirini tetikliyor ya da yatıştırıyor. Ama her birinin hayali farklı. Bir şey daha öğrendim. Bir vücudun beklentisi bir umut kadar uzun sürebilir. Seninkini bekleyen benim vücudumun mesela. Sana iki kere müebbet verdikleri anda onların zamanına inanmayı bıraktım.”
John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar’ın ikinci paketi “Umudumuz var diyemeyiz-sadece ona kucak açıyoruz” ibaresiyle başlıyor.
A’idacığın imzalı kısa bir mektup var ki romanda, insana insanlığını hatırlatıyor; hem müebbet hapse mahkum olmuş bir sevgiliye nasıl sadakat gösterileceğinin, hem bir ülküden nasıl asla vazgeçilemeyeceğinin, hem de nasıl moral verileceğinin bir örneği olduğu gibi, karşı tarafa da (zalime) nasıl haklı meydan okunabileceğinin kısa ve öz ifadesi bu mektup.
“Mi Guapo,
Gecenin son karanlıkları. Daha uyumadım. Geleceği düşünüyordum. Herhangi bir yerdeki geleceği değil. İkimizin geleceğini değil. Burada kürtajla almaya çalıştıkları gelecekten bahsediyorum. Başaramayacaklar. Korktukları gelecek gelecek. Ve içinde bizden kalan, karanlıkta koruduğumuz güven olacak.”
Üçüncü Mektup Paketi‘nin başlangıcında ise sadece iki kelime var: “Ana Vatan.”
Aradan 20 yıl geçmiştir. Aynı aşk. Aynı umut. Çok uzaklardan uzanmış olsalar da birbirlerine dokunan eller aynı. John Berger’ın hissettirdiği yeryüzü parçası, aslında içinde Amitaraların, Zekeriyaların, Susanların, Emillerin, Cesarların, Yahaların birlikte yaşadıkları, geleceğe ve devrimlere ortak oldukları, gerçek şefkatin yaşandığı bir toplam: “...kuşların yaptığı yuvaların içine parmağınla dokunduğunda ne hissettiğini hatırla. O yumuşaklık, o şefkat, sonsuz seferlerin, mücadelelerin, aynı zamanda da yüzlerce yıl sadece esnek, dirençli ve güçlü şeyler inşa etmekle öğrenilmiş kurnazlığın bir sonucudur. Bir dokun...”
A'dan X'e, bir özgürlük çığlığı aslında. Yazar, toplamın içine, anlaşılan son derece değer vererek yerleştirdiği ve bu toplamın kutsal bir üyesi olarak addettiği Can Yücel’i de anıyor romanında. Ve ondan duyduğu şu küçük hikâyeyi anlatıyor:
“Can Yücel bir hikâye anlatıyor.
Yakov yedi yaşında bir çocuk ve arkadaşına soruyor: insanlar nasıl olup da o küçücük gözleriyle her şeyi görebiliyor? Koca bir kasabayı ya da caddeyi görebiliyorlar, bütün bunlar bir göze nasıl sığar?
‘Pekiy ama Yakov’ diyorum ben de, ‘şu cezaevindeki bini aşkın mahkumun, koca koca adamların yıllardır dünyaya duydukları özlemle o kocaman olmuş gözlerini düşün bi kez! Nasıl olup da bunca göz bu dört duvar arasına sığıyor?”
A'dan X'e, gerçek bir anti-roman bence.
John Berger, zaman zaman yaptığı gibi, mazlumun değerlerini savunuyor –ki, bunlar tartışmasız evrensel üst değerlerdir.
Zulmün hâkim olduğu, bizlerin bu duruma yabancılaşarak sağırlaşmamızı (sağır kılınmamızı) köşeye sıkıştırıyor (yani bizi köşeye sıkıştırıyor).
Bir kapı aralamaya çalışıyor bizim için.
Altını defalarca çizerek, aşkı hatırlatıyor.
Ve kalemini mütevazı bir edebilik içinde kullanıyor.