Turgay Fişekçi, “Çağımızın Öyküleri”, Cumhuriyet, 29 Aralık 1999
Çağımızın görüntüleri de denebilir John Berger'ın yazdıkları için. Görüntü ile öykülemeyi böylesine birleştirebilmiş başka bir yazar var mı, bilmiyorum.
Bildiğim, onun yazdıklarını okurken, duyarlık dünyasını paylaşırken hep görüntülerle baş başa olmamız.
Belki de bu özelliği, onu ülkemizde de sevilerek okunan yazarlar arasına kattı.
Fotokopiler'de yakından ya da kısa süreliğine tanıdığı insanların portrelerini çiziyor. Her şey, yani bir kişiliğin ortaya çıkması, üç-dört sayfa içinde gerçekleşiyor. Bu üç-dört sayfa kimi zaman bir roman, kimi zaman gerçek bir resim ya da fotoğraf izlenimi bırakıyor okurda.
John Berger'ın yazarlığının bir başka özelliği de dünyalı oluşu. O yalnızca yaşadığı ülkenin ya da ülkelerin insanlarını, sorunlarını anlatmıyor yapıtlarında, yeryüzünün her köşesindeki insanlara, onların sorunlarına, hayatlarına ve duyarlıklarına ilgi duyuyor. Dahası Fransız'ı, İspanyol'u anlatırken de Hintli'yi, Meksikalı'yı, Rus'u anlatırken de, aynı duyarlık ve aynı kavrayışla yaklaşabiliyor. Onları yazdığında da, portrelerini yerel renklerle boyasa da hep bir insana, yalnızca bir insana bakıyor sonunda.
Fotokopiler de böyle. Yeryüzünün her köşesinden insan portreleriyle karşılaşıyoruz. Her biri içe işliyor ve okudukça ''İşte'' , diyorsunuz, ''yüzyılımızın tarihi''.
''Kaldırımda Güreşe Tutuşmuş İki Erkek Figürü'' adlı yazı, on üç yaşında ülkesinin ikiye bölündüğü bir sırada iç göçe katılıp sonunda devrimci olmaya karar vermiş bir gencin öyküsü. Otuz bin kişinin başlayıp sekiz binin bitirebildiği yolculuk sonunda annesinden aldığı mektupta şöyle yazıyor: ''Oğlum, bu hayatta bazen pislik yemek zorunda kalırız. Böyle bir şey olursa, sana yemek yemek nasıl öğretildiyse, onu da öyle ye, sonra da ellerini yıka.''
''Sifnos Adası'' adlı yazı, kitapta neredeyse bir insandan çok bir doğa parçasının anlatıldığı tek yazı. Kişisel bir yalnızlığın çevresinde bir doğa parçası anlatılırken, bizim de yakından tanıdığımız bir sorun giriyor araya: ''Yunanistan'dan çalınan ve şimdi yabancı müzelerde sergilenen bütün o heykeller şaşırtıcı derecede duygusallıktan yoksun; onların buraya ait olmalarının bir nedeni de bu. Sanatta duygusallık bir suç ortaklığının bir çeşit kutsanması, bedenle doğa arasındaki bir sürekliliktir. Burada öyle bir suç ortaklığı yok. Klasik heykeltıraşların aradıkları o ünlü 'ideal' , aslında bedenin yalnızlığı için bir avuntuydu.''
Abidin Dino' nun anlatıldığı ''Bir Dostu Konuşuyor'' , bu çok ilginç sanatçımıza yazarın yaklaşımını yansıtıyor. ''Ne zaman onları ziyarete gitsem, oradan kafam uçsuz bucaksız manzaralarla dolu olarak çıkardım.''
Yazıları tek tek anlatmayı denemek bu çağımızın duygusal tarihini yazan insana haksızlık.
Tek tek, hakkı verilerek okunmalı Fotokopiler'deki yazılar. Hayatın yalnızca bugünle sınırlı, anlık bir şey olmadığını, yeryüzünde bütün yaşananların, aynı zamanda her insanın da hayatının bir parçası olduğu bilincini uyandırıyor bu yazılar.
Yüzyıl'la vedalaşmak için iyi bir olanak John Berger'ın kitabı. İçinizde bıraktığı tortu, geleceğe bakışınızı da etkileyecek.