| ISBN13 978-605-316-125-7 | 13,5x21,5 cm, 504 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | A'dan X'e, 2008 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Metin Yetkin, "John Berger’den alternatif bir sanat tarihi", Hürriyet, 7 Haziran 2018 John Berger, 1926 yılında Londra’da doğdu. Senaryo ve belgesel yazarı, romancı, ressam olarak çalıştı, çeşitli sergiler açtı. On yıl boyunca New Statesman dergisi için sanat eleştirileri kaleme aldı. İlk romanı Zamanımızın Bir Ressamı 1958’de yayımlandı. 1972 yılında ise ‘G.’ romanıyla Booker ödülünü aldı. Ödülün köle ticaretiyle ilişkisi olduğu ortaya çıkınca aldığı paranın yarısını siyahi vatandaşların haklarını savunan Kara Panter Partisi’ne, diğer yarısını ise göçmen işçilere yapılan emek sömürüsünü anlatan bir projeye verdi. Zaten Berger’in ‘beni eğitenler’ olarak nitelediği insanların çoğu siyasi mültecidir... BBC için hazırladığı Görme Biçimleri isimli seride imgenin peşine koştu ve ünü daha çok yayıldı. Metis’ten geçen günlerde çıkan Portreler ise 1999 yılında yayımlandı. Bu kitapta Berger, resmin ve ressamın öyküsünü anlatmaya Chauvet Mağara Resimleri’nden başlıyor, en eski yağlıboya örnekleri olan Feyyum Portreleri’yle devam ediyor ve çağımıza kadar ilerliyor. Fakat Berger’ın tarzı diğer eleştirmenlerden çok daha farklı. Bir kere, eserin önsözünden itibaren sanat piyasasını umursamadığını ve kalemini cesurca oynattığını belirtiyor. Zaten, “Sanat eleştirmeni olarak anılmaktan oldum olası nefret etmişimdir” diyor ilk olarak. Bu bağlamda, kitapta yer alan resimlerin tamamı siyah-beyaz çünkü Berger kapitalizm dünyasının parlak renkli kataloglarına özenmek istemiyor. “Oysa siyah beyaz röprodüksiyonlar sadece hatırlanmak içindir” diye ekliyor. Sanatı sermayenin karşısında konumlarken, toplumun yanına çekiyor. Toplum ve sanat arasındaki bağ ise geçmişle bugün arasındaki ilişkiden besleniyor. Bu ilişkiyi kurarken bir hikâyeci gibi davranıyor. “Louis’nin ineklerini almak için çiftliğin çok yukarısındaki en yüksek tarlaya çıktım” diye giriyor lafa, sonra inekleri betimliyor ve hayatın doğal akışındaki sanatı gösteriyor. Lafın sonunu ise MÖ 30.000 yılında çizilen inek resimlerine bağlıyor. Anlıyorsunuz, Berger sizi bir zaman makinesinde gezdiriyor ama düz bir çizgi üzerinde! Öte yandan, kuru kuruya eleştiri yapmıyor; yeri geliyor bir mısra, yeri geliyor bir dörtlük paylaşıyor. Bununla birlikte, yazılarının çoğunda ressamların yaşamından kesitler sunarak onları betimlemeye çalışıyor. Frida Kahlo için, “Hastalık ve ıstırabın onu yatağa bağladığı günlerde bile her sabah giyinmek, kendine çekidüzen vermek ve süslenmek için saatler harcardı” diyor. Picasso içinse, “Picasso yaşlanıyordu, her zamanki kadar gururluydu, kadınları hâlâ her zamanki kadar seviyordu ve kendi görece iktidarsızlığının saçmalığıyla yüz yüze gelmişti” diye yazıyor. Kısacası, sanatçıları uzaydan gelen mükemmel varlıklar olarak yansıtmıyor ve eserleri eleştirirken okuyucunun iştahını kabartarak sanat kapitalizminin ekmeğine yağ sürmüyor. Yani, alternatif bir sanat tarihi yaratıyor. Türkiyeli okuyucu içinse kitapta tanıdık bir isim var: Abidin Dino. Berger onu anlatırken biyografik çizgileri eleştiriye dahil ediyor. “Öldüğü gece, sabaha doğru uyanmıştım. Onun ölmüş olduğu düşüncesiyle uyanmış ve onun için dua etmiştim” diyor. Sıkı bir Nâzım Hikmet okuyucusu olan Berger’ın Abidin Dino’yu da en az onun kadar sevmesi tesadüf olmasa gerek. Fakat Abidin Dino’yu yazarken ‘mutluluğun resminden’ değil, işkence gören insanların desenlerinden ve kalabalıkların okunaksız bir yazıya benzeyen yüzlerinden bahsediyor... |