Melike Çınar, "Umuttur, bir mum alevi gibi kırpışan...", İleri Haber, 8 Ocak 2017
Dünyanın en saygın edebiyat ödüllerinden biri olan “Man Booker Prize”ı G. adlı romanıyla 1972 yılında kazanan ve bir klasik gibi görülen Batının kültürel estetik anlayışını eleştirdiği Görme Biçimleri adlı eserin sahibi; yazar, sanat eleştirmeni ve ressam John Berger, geçtiğimiz hafta 90 yaşında hayata veda etti.
Her bir kitabında bize dünyaya “gören” gözlerle bakmayı öğütledi Berger. İnsanın ister istemez etkilendiği popüler kültürü derinlemesine inceledi. Çoğu kez kulağımıza kar suyu kaçırmayı başardı ve bize sunulanın aslında görmemiz istenilen, yerleşik hale gelmiş olgular olduğunu anlattı. Marksist öğretiyle hayatı yorumlayan Berger yüzyılımızın önemli düşün insanları arasında yerini aldı. Olmasaydı insanlığın düşünsel birikiminde de eksiklik olurdu.
Hoşbeş kitabı da John Berger’in yukarıda saydığımız özelliklerini yansıtması açısından önemli bir yerde duruyor.
“İyi bir hikâye anlatıcısıysam eğer, iyi bir dinleyici olduğumdandır” diyen Berger’in hayata dair notlar aldığı, on bir farklı denemeden oluşuyor Hoşbeş. Yazdığı kelimelerin kendi aralarında “hoşbeş” ettiğine değindiği bu kitapta, yaşantısının kısa bir kesiti olduğunu da hissettiriyor okuyucuya Berger. Yazmaya neden gereksinim duyduğunu, kelimelerle oynayışını; içinden geçenleri aktarışını görüyoruz.
“Senelerce boyunca beni yazmaya iten şey, yazılması gereken bir şeyler olduğunu ve ben anlatmaya çalışmazsam hiç anlatılmadan kalacağını hissetmemdi. Kendimi ağırlığı olan, profesyonel bir yazardan ziyade, boşlukları kapayan biri olarak görüyorum.” diyerek kendisini yazmaya iten sebebi böyle ifade ediyor Berger.
Rosa'ya Armağan
Alman Komünist Partisi’nin kurucularından, Lenin’in “Kartal” diye nitelendirdiği Rosa Luxemburg’a içten bir selam çakmayı da ihmal etmiyor. Tutuklandığı gün işkence edilerek öldürülen ve cesedi bir nehre atılan Rosa’nın insanlık için yaktığı ateşi güzel bir hikâye içinde farklı bir üslupla dile getiriyor. Rosa’nın inatçılığına, direngenliğine, onun yarattığı değerlere değiniyor kısaca.
“Vardım, varım, var olacağım” demiştin. Bizim için oluşturduğun timsalde yaşıyorsun hâlâ Rosa. Ben de bu kibritleri oluşturduğun timsale yolluyorum.”
Gerçekler Şarlo'da
Kitabının her bölümünde umudu anlatıyor Berger. Farklı pencerelerden bakarak sunuyor bize umudun kırılmaya çalışıldığı ve fakat kendine bir çıkış yeri bulduğu durumları. Bunlardan biri de yarattığı Şarlo karakteriyle dünyada önemli bir yeri olan, Hollywood’un yarattığı estetik algısına farklı bir bakış açısı sunan Chaplin! Chaplin filmlerinin bugün hâlâ kabul görmesini iki nedene bağlıyor: Dünya görüşü ve soytarı olarak dehası! Her zaman bir umut vardırı hatırlatıyor insana. Soytarılar insanları güldürür evet ama gerçekleri de onlar söyler.
Desenlerin de bir metni olduğunu biliyor muydunuz? Mesleki kariyerine ressam olarak başlayan ve Londra’da birçok sergiye de katılan Berger, sözcüklerin dışında, resimlerin de birer metni olduğunu anlatıyor bize. Denemelerinde desenlerini de kullanıyor ve bir “görüntüler metni” sunuyor bize. Bakınız zeytin ağacının metnine!
Kayıtsızlığıa Karşı Nasıl Direnmeli?
Kötü zamanların daha kötüsünü yaşadığımız şu günlerde bu başlık bize çok şey anlatmalı bence. Her an her yerde patlamaya hazır bombalarla yaşamaya başladığımız OHAL günlerine nasıl geldik? En ufak muhalif sesin karşısında tutuklamalarla, tehditlerle, hedef gösterme ve linçlerle karşı karşıyayız ve kayıtsız kalmamız için kendisine verilen rolü yerine getiren medya Berger’in de belirttiği gibi “içinde yaşadığımız adaletsiz dünyayı sorgulamaya sevk edilecek boşluk bırakmamak için uyduruk ve geçici şeylerle dikkatlerimizi dağıtmaya çalışmıyor mu?” Kaç evlilik programı, yarışma programı, magazin haberleri girdi hayatımıza? Kaç defa sormuşum kendime Amerika’da olan soygun haberini verirken, yaşadığımız ülkede bombalanan yerleri neden vermez medya diye!
“Boyunduruğu altında yaşadığımız vurguncu finans kapitalizminin totaliter küresel düzeninde medya bizi aralıksız enformasyon bombardımanına tutuyor; lakin verilen haberlerin çoğu zaman dikkatimizi dağıtmak, hakiki, yaşamsal ve acil olandan uzaklaştırmak için planlı bir saptırma.”
Medyanın kullandığı dili de eleştiriyor Berger. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi her şeyi sayılara indirgeyen bu medya dili; yaşananın etkileyiciliğini de azaltıyor. Her patlayan bombanın, saldırının, iş cinayetinin, doğal afetin ardından: Kaç kişi ölmüş? Kaç yaralı varmış? Ölülerin şu kadarı şehit şu kadarı ölüymüş. Saldırganlar kaç kişiymiş? Geçen yıllara oranı neymiş? gibi bilgilerle; yaşanan vahşeti değil, vahşetin rakamlarını sunuyor bize.
“Yaşayan ya da acı çekenlerin değil, sadece sayıların dünyasına ait bir ses. Pişmanlıklardan, umuttan dem vurmayan bir ses… böylece, kamusal alanda söylenenler ve bunların söyleniş tarzı, bir tür kişisel ve tarihsel hafıza kaybına sebep oluyor. Tecrübenin hükmü siliniyor. Geçmişin ve geleceğin ufku bulanıklaşıyor. Sonu olmayan ve belirsiz bir şimdide yaşamaya koşullandırılmakla, unutkanlığın kayıtsızlığından vatandaşları konumuna indirgeniyoruz.” Buna karşı durmak için daha ne bekliyoruz ki?
Bizi politikayla, sinemayla, müzikle, şiirle, dansla, resimle buluşturarak dokunuyor bize Berger Hoşbeş’te. Kötülüğe alıştırılmak istendiğimiz şu günlerde iyi olan şeyleri görmemizi engelleyen perdeleri kapatmak ama hiçbir şeye kayıtsız kalmamak gerektiğini anlatıyor. Her karanlığın bir aydınlığı muhakkak vardır.
“Umut, siyasi söz dağarcıkları yaratır, umutsuzluk sözsüzlüğü getirir” diyor Berger. Bizim umudumuz da, söyleyecek sözümüz de var diyorsanız ve siz de Berger gibi iyi bir dinleyici iseniz Hoşbeş’i seveceğinizden kuşkum yok.