| ISBN13 978-605-316-066-3 | 13x19,5 cm, 112 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | A'dan X'e, 2008 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | Bir Fotoğrafı Anlamak, 2015 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Semih Gümüş, "Dayanmak için okumak", Radikal Kitap, 27 Ocak 2017 Bir edebiyat metnini, dili ile doğrusal hikâyesi arasında kalıp üçüncü boyutunu görmeden, yani o metnin karanlıkta gizlenen noktalarını aydınlatmaya çalışmadan okumak, okuru dramatik bir körlük içinde bırakır. John Berger bunun bir benzerinden çeviri konusunda, iki dil arasında kurulan geometride üçgenin üçüncü köşesini, yani özgün metin yazılmadan önceki sözcüklerin ardında neyin yattığını görmemek biçiminde söz ediyor. Hoşbeş’te, “Konuşulan bir dil bir beden, canlı bir yaratıktır,” diyor John Berger, “Fizyonomisi sözel, iç organlarının işlevleri dilbilimseldir. Bu yaratığın yuvası, söze dökülmüş şeyler kadar söze dökülmemiş şeylerdir de.” Demek yazdığımız ve okuduğumuz dil, canlı bir organizma olmaktan da çıkıp uçları açık bir dünya oluşturur. Söze dökülmemiş olanlar: orada bir maden var. Bulunması için gizlenmiş, demek herkesi oyuna davet ediyor. Bunca sözü hep olması gerekeni anlatmak için ediyoruz. Yaratıcı yazarın, dilinin de iyi olması aranır, değil mi. İyi aile çocukları sıradan insanlar gibi değil de sanatçı gibi yaşamaya çalışırken çoğu kez unutsa da. Oysa John Berger gibi, kendisinin bir orospu çocuğu olduğunu bilerek yazanların sayısı pek az. İyi ki o var -hâlâ var- ve onun gibi, dil dediğimiz orospunun çocuğu olmakla övünen yazarları bugün dünden daha çok arıyorum. Hoşbeş’te en çok hoşuma giden yazı ‘Rosa’ya Armağan’. İlkgençlik yıllarımda bulduğum günden beri sevgimin hiç eksilmediği Rosa Luxemburg. John Berger ona, Polonya’da doğduğu Zamosc kasabasında kendisinin de bir arkadaşının oturduğundan söz ediyor, “Lehçe konuşmasam da kendimi en çok evimde hissettiğim Avrupa ülkesi belki de Polonya’dır” da diyor. “Eminim heyecanla, Polonyalılar gücü, iktidarı hiç umursamaz” diye ekliyor, “Çünkü güç denen haltın akla gelebilecek her türüne maruz kalmışlardır.” Rosa Luxemburg, Bolşeviklerin en güçlü olduğu ve gözbebeği gibi korunması gereken anlarda bile, güç ve iktidar konularında ciddi eleştiriler yöneltiyor, uyarıyordu. Ona o günlerde bu nedenle duyduğum hayranlık hiç eksilmedi. Şimdi Rosa’yı, John Berger’ın sözün tam anlamıyla tadına doyulmaz denemelerinde sevdiği arkadaşlarıyla ilgili anılarında okurken kendi arkadaşlarımı düşünüyorum: Elli yıldır her gün arayıp soran ve başım sıkıştığında onları arayabileceğim çocukluk arkadaşlarım var. Oysa yaptığım işlerin kazandırdığı arkadaşlarım yok. Herkesin önce insan olmak yerine başka bir şey olmayı seçtiği yerlerde gerçek arkadaşlıklar yaşanmıyor. Yakınımda oldukları için kırk yıl boyunca hep kendilerinin yazdıklarına ne diyeceğimi soran ama benim yazdıklarım hakkında iki satır düşünüp söylemeyi aklından geçirmeyen insanların olduğu bir dünyada arkadaşlık olmaz. Burada alçakgönüllülüğü bilmeden bir şeyler olmak isteyenlere birileri John Berger’ın bütün yazdıklarını okuma cezası vermeli. İyi kitaplar, onlardan hep bilmediklerimizi öğrendiğimiz için acı veriyor. Bilmediğimiz bu kadar çok şey varken okudukça öğrendiklerimizin yanında hiç öğrenemeyeceğimiz sayısız bilgiyi arkamızda bırakıp gitmek çok kötü değil mi. Sözgelimi, resimlerine daha çocukluk yıllarında tutkun olduğum Pisarro’nun, büyük bir ressam olmanın yanı sıra altın yürekli bir insan da olduğunu John Berger’ın yazdıklarından öğreniyorum. Güzel bir metinde okuduğu sözcüklerin yalnızca doğrudan anlamlarıyla yetindikçe insanın suyu çekilmeye başlar. Aynı zamanda o sözcüklerin anlamlarını canlandırmalı, önceden yaşamadığımız hayatların içine girmeli, başkalarının alışkanlıklarına dokunmalı, bilmediğimiz bir dilde verilen duyguyu içselleştirmek için zorladığımız zihnimiz yorgun düşmeli. Bu arada okuduklarımızın ruhunu nereye koyacağız? Yaşadıklarımızı düşleyen ve belki hiç göremeyeceğimiz birilerinin varlığı bizi diri tutmaya başlamıştır işte. Johnny Cash’in, “Kendimi bir şarkının sıcak kozasına sarıp” dediğini aktarıyor John Berger. Yaratıcı bir yazının kozasına sarınarak yaşayamıyorsa insan, atıldığımız cehenneme dayanmak iyice zorlaşır, muhakkak daha kötüye gideriz. |