| ISBN13 978-605-316-022-9 | 13x19,5 cm, 240 s. |
|
Görme Biçimleri, 1978 | G., 1984 | Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987 | O Ana Adanmış, 1988 | Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı, 1989 | Düğüne, 1996 | Fotokopiler, 1997 | 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus, 1997 | Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, 1999 | Kral, 2001 | Buluştuğumuz Yer Burası, 2006 | A'dan X'e, 2008 | Kıymetini Bil Herşeyin, 2009 | Bento’nun Eskiz Defteri, 2012 | Uçuşan Etekler, 2014 | İstanbul'dan Gelen Telefon, 2016 | Hoşbeş, 2016 | Sanatla Direniş, 2017 | Portreler (sert kapak), 2018 | Yedinci Adam, 2018 | Portreler (karton kapak), 2018 | Manzaralar (karton kapak), 2019 | Manzaralar (sert kapak), 2019 | Top Sende, 2020 | Yaranın Sayfaları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ayça Göçmen, "John Berger, Fotoğraf ve Dünyanın Hali", Post Dergi, 28 Nisan 2016 Bir Fotoğrafı Anlamak, John Berger’in 1967 ve 2007 arası fotoğrafa ve fotoğrafçılara uzanan yazılarından derlenmiş. Fotoğrafı siyasi ya da estetik, teknik veya şiirsel yönleriyle ele alan yazılar arasında fotoğrafa dair vardığı politik çıkarımlar var Berger’in. Susan Sontag’a adadığı “Fotoğrafın Kullanımları” yazısında fotoğrafın bizim yerimize gözlemde bulunan bir tanrı olduğunu, tanrılar içindeki en sinik tanrı olduğunu ve tanrının gözünün “unutulsun diye kaydettiğini” söyleyerek, Susan Sontag’dan bir alıntı yapıyor. Bu sinik tanrıyı Tekelci Kapitalizmin Tanrısı ilan ediyor. 1978 tarihli bu yazıdan başa doğru sayfaları çevirirken, tanrıdan (ve emperyalizmden) korunmak için bir yol gösterdiğini fark ediyorum ve haklı. “Fotoğrafçı dünyanın geri kalan kesimine haber ileten biri değil, fotoğraflanan insanların kayıt tutucusu olmalıdır.” Burada batının doğusu olmak, batının doğuyu fotoğraflaması veya batının kendi dışında yaşanan şiddeti fütursuzca yansıtması ve kullanması gibi birbirini tetikleyen meselelerden söz açmak mümkün ama biz kendi ölülerini fotoğraflayan, kendi kendinin hem batısı hem doğusu olan, ve yaşananları başkalarına değil kendi kendimize anlatmaya çalıştığımız bir yerdeyiz. O yüzden, yani kendi kendimizi fotoğrafladığımız için tekelci kapitalizmin tanrısından korunmak için gerekli ilkeye, fotoğraflanan insanların kayıt tutucusu olmaya bir adım daha yaklaşıyoruz. Burada biz çağdaş okurlar için vahşet fotoğraflarına bakmak ne işe yarar sorusu tekrar gündeme geliyor. “Istırabın Fotoğrafları”, Vietnam savaşı sırasında yazılmış 1972 tarihli bir yazı. Fotoğraflanan vahşetin, vahşeti yeniden üretmekten başka bir işe yarayıp yaramadığı ve etik olarak bu tür fotoğraflara verilecek tepkinin ne olduğu o zamandan bu yana sorgulanıyor. Berger bu noktada, tanık olunan ıstırabın, vahşetle yüzleşmenin daha acil bir yüzleşmeyi gözden kaçırmamıza neden olabileceğini ve bakmak/görmekten sonraki adımın “politik özgürlükten yoksun oluşumuzla” yüzleşmek olduğunu söylüyor. Hiç şüphesiz hâlâ savaşlar bizim adımıza yürütülüyor ve bunu farkında olmamak bir “suçtur” diyebiliriz. Berger’in de değindiği gibi, “bizim adımıza yürütülen savaşlara fiilen müdahale etmemizi mümkün kılacak hiçbir yasal olanağa sahip değiliz.” Berger fotoğrafı tam bu noktada yakalıyor; fotoğrafın bu farkındalığı yaratmasının, bu bilinçlenmenin, fotoğrafın gösterdiğine tepki vermenin en etkin yolu olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarak DİHA Cizre muhabiri Cihan Ölmez’in Bianet’te yayınlanan röportajına bakmak istiyorum. Cihan Ölmez bir cenazenin yedi gün boyunca aynı yerde kaldığını anlatmak için her gün gidip cenazeyi farklı açılardan fotoğrafladıklarını ve yaralı ya da ölü bedenleri sivil oldukları anlaşılsın diye çektiklerini anlatıyor. Bu bedenlerden bazıları doğup büyüdüğü Şırnak’ta çocukluktan beri tanıdığı, bildiği insanların bedenleri. Öldürülen bebeği de 70 yaşındaki dedeyi de fotoğraflıyor. Eğer bu fotoğraflara bakabilseydik, Berger’in bahsettiği politik özgürlükten yoksun oluşumuzu ve bunun ne demek olduğunu tam anlamıyla idrak edebilirdik. Ayrıca bu fotoğraflar, şiddeti görmezden gelenleri, yok sayanları ve haklı gösterenleri, sivillerin ölümü ve kaldırılamayan cenazeler üzerinden insani bir özdeşleşme kurmaya zorlayıp, doğrudan olmasa da uykularında rahatsız edebilirdi. Berger, fotoğrafın hakiki içeriğinin görünmezliğini, doğası gereği görünmeyene işaret ettiğini, hakikate dair bütünsel bir görüşü inşa etmenin aracı olduğunu ve tam da bu yüzden ideolojik mücadelede çok önemli olduğunu vurguluyor. Aracı anlamamız ve sisteme karşı, görmezden gelinen gerçeğe karşı kullanmamız gerektiğini söylüyor. Dünyayı katlanılmaz bulmak, katlanılmaz olduğunu bilmek üzerine düşünüyoruz şimdi. Berger’in bahsettiği elbette umutsuzluk değildir, dünya ancak dönüştürme umudu var olduğu ama bu umudu gerçekleştirme olanağı bulunmadığı zaman katlanılmaz olur diye özetliyor durumu, durumumuzu. Dünyayı kişisel olarak değil bu haliyle katlanılmaz bulmaktan bahsediyor. Ama yine biz, kişisel olanın yerini politik olana çoktan bıraktığı bir noktadayız. Dünyayı katlanılır bulmayı haklı gösterenlerin de bunu inançları yoluyla yaptığı yorumu ise her günkü gerçeğimiz. Son olarak kitabın başına dönüyorum. 1972 yılındaki bir yazısından başladım ve şimdi 1967’deyim. Öldürülen, adsız mezara gömülen, yakılan, gizlice tekrar gömülen, saklanan, sergilenen, kazılıp çıkarılan Che’nin fotoğrafına bakıyorum ve onun ölüsünü fotoğraflayanların Che’den korktuğunu biliyorum. Berger cesedinden de korktuklarını söylüyor, mantıklı. Neden cesedi bu şekilde fotoğrafladıklarını soruyor. Che’nin fotoğrafı ölü İsa’yı hatırlatıyor gerçekten de, batının suçlu ölüleri sergilemek için kullandığı klasik ikonografi. Tabii Che’nin fotoğrafının İsa’ya atıf yapmasını istemezlerdi, Berger’e göre bu benzerlik suçlu ölüleri sergilemenin pek de fazla yolu olmamasından kaynaklanıyor. Cesedin, devrimin saçmalığını göstermek, yaşamı durdurmak ve inkar etmek için bu şekilde fotoğraflandığına ve Che’nin fotoğrafının amacının yine İsa resimlerinde olduğu gibi ölüyle ders vermek olduğuna işaret ediyor. Fotoğrafla dışlanmak istenen anlam, Che’yi ölü gösteren bu fotoğrafı dışlayarak gücünü ortaya koyuyor. |