| | John Berger: "Yeni kitabındaki mektuplar tutsaklığı anlatıyor" Evrim Altuğ, Sabah Kitap Eki, 20 Ağustos 2008 1926 Londra doğumlu fotoğrafçı, ressam, yazar ve şair John Berger'ın son romanı A'dan X'e, ismi bilinmeyen bir ülkede yer alan Suze hapishanesinde, 73 numaralı hücrede paketlenmiş halde bulunan üç ayrı mektup destesinin dökümünü okurlara sunuyor. Kitap, yakın gelecekte geçen bir aşk ilişkisi üzerine kurulmuş. Asıl mesleği teknisyenlik olduğu halde "terörist bir şebekenin kurucu üyesi olmaktan iki kez ömür boyu hapse çarptırılan" Xavier isimli bir politik mahkuma, kendisini derinden seven ve bir kasabada tıpla uğraşan A'ida tarafından gönderilmiş mektuplar, Berger tarafından çizilmiş el desenleri ve tarihi Fayum portreleriyle bezeli kitabın çatısını oluşturuyor.A'ida ve Xavier, girişte John Berger tarafından kurtarıldığını öğrendiğimiz mektuplarda, ortak dostları ve yakın çevreleri üzerine birbirleriyle konuşuyor. Yazar kitapta her ne kadar Xavier'den gelen mektuplara ağırlık vermese de, mektupların arkalarında Xavier'den alınmış kısa ve çarpıcı alıntılar, bu karakter ile ilgili bilgilerimizi şekillendirmeyi başarıyor.En az 10 dile çevrilen A'dan X'e hakkında, Berger ile, Fransa Alplerine komşu Mieussy komününe bağlı Quincy köyündeki mütevazı evinde, telefon aracılığıyla görüştük. Bu özel görüşmeye geçen günlerde hayatını ABD'de kaybeden Filistinli şair Mahmud Derviş'i anarak başlayan Berger, A'dan X'e'nin yazımında şiirin de çok önemli payı olduğunu vurguladı.Kitabınız Shakespeare'in bir sonesiyle açılıyor. Ardından bir çok şairin dizesi, hatta aralarında Can Yücel'in ve Bejan Matur'un da yer aldığı bir çok imza, resmigeçit yapıyor... Bu nasıl oluştu?Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum ki, milyonlarca insan gibi ben de büyük Filistinli şair, merhum Mahmud Derviş'in yasını tutuyorum. Onun ne denli merak dolu ve de mütevazı bir kişi olduğunu, acı çeken halkı adına kelimeleriyle konuşmayı ne denli iyi becerdiğini burada bir kez daha anmak isterim. Sorunuza gelirsek, aslında böyle olmasına 'karar verdim' diyemem. Hayır, kitapta çok fazla şiir olsun diye bir karar almamıştım. Ergenliğimden bu yana çok fazla şiir okudum. Ayrıca çeşitli dillerden çevirdiğim şiirler de var. Geçmişte okuduğum yazarların, adeta aynı cephede savaştığımız yoldaşlarım gibi masamın bir ucunda durup beni beklemeleri bunda etkili oldu. Son olarak ise, şu anda yaşadığımız dünyanın durumundan bahsedeyim. Kelimelerin siyasiler, editörler, sözde entelektüeller ve medya tarafından bu denli taciz edildiği şu dönemde, şiir bize en derin hakikati anlatabilir. A'dan X'e'nin açılışında okuru karşılayan iki portre röprodüksiyonunun romana katkısı neydi?Bu iki portre, birer Fayum portresi. Bu tür portreler milattan sonra birinci yüzyılda, çokça da Mısır'daki ressamlarca hayata geçirilmiş. Resmedilme biçimleri ve kaynakları bakımından yaşlı görünseler de, gördüğümüz bu yüzlerde inanılmaz güncel olan bir yan da var. Her neyse, aradığımda, bu iki yüzü içeren kitabı buldum ve seçtiğim bu iki yüz, kitabı hazırladığım sürece bana eşlik etti. Ben de bu sırada, yazarken onlara bakıp, uyuşup uyuşmadıklarını, el ele tutuşup tutuşmayacaklarını kavramaya giriştim. Ve, kitap bittiğinde, bana ilham veren bu iki portreyi okurla paylaşmanın iyi bir yöntem olacağına inandım. Mektupların gözalıcı 'tonuna' gelelim... Kitabı bitirdiğimde kafamda dikeni, acısı bol, ama mis kokulu bir gül imgesi belirdi desem yalan olmayacak... A'ida ve Xavier'in birbirlerine, hayata ve sevgiye yönelik saygıları o denli yüksek ki, bunu hissetmemek, gözardı etmek olanaksız. Ayrıca kitapta insanların duruş ve hallerine ilişkin benzetmelerin görsellik düzeyi de çok yüksek.Evet. Çünkü gözlerim, onlarla ilgili kelimelerden çok daha önce, şeyleri görüyor. Ve eğer kitabı bir güle ve dikenlerine benzetiyorsanız, evet. Bu doğrudur. Çünkü bu iki insan yaşam için kavga eden, dövüşen insanlar. Ama aynı zamanda bu insanlar, gerek başkaları, gerekse kendileri tarafından kuşatılmışlar. Doğada tıpkı bukalemun ya da kitapta anılan şifalı bitki kökleri gibi varlık gösteren bu şeyler, kimbilir, belki de Ortadoğu'da, hatta belki Türkiye veya Filistin'de karşımıza çıkabiliyor. Kitapta Xavier ve A'ida'nın dostları ile birbirlerine 'Mi Guapo, Habibi, Hayati, Ya Nur!' gibi hitap biçimlerine baktığımız zaman, adeta enternasyonalist bir hikâyenin içindeymişiz duygusuna kapılıyoruz...Kitabın birden fazla coğrafyayı temsil etmesine çalıştım. Dediğim gibi, kitabı Türkiye, Bağdat elbette veya Latin Amerika veya Filistin'de geçiyormuşçasına okumanız olası. Bunlar birer referans. Ya da güney dediğimiz öteki bölgeleri de buna katmamız mümkün pek tabii. Tam da bu durumda bir 'bilinç', bir niyet var aslında. Kitabı yazarken, Türkiye'deki tecrübelerim de benim için çok önemli bir yer tuttu. Ama bundan, doğrudan Türkiye'yi düşündüğüm de anlaşılmamalı. Bu, olayı basite indirgemek olur. Ayrıca, kitapta ülkenizin mükemmel Kürt kadın şairi Bejan Matur'un dizelerine de yer verdim. Kitabın benim Filistin'deki tecrübelerimle ilgili çok şeyi içinde taşıdığını ve onlara çok şey borçlu olduğunu yinelemeliyim. Oradaki dostlarımla yaptığım konuşmaların, özellikle de aile bireyleri hapiste olan Filistinlilerin kitaba etkisi büyük. Ayrıca Nazım Hikmet ve şiirleri de bu süreçte benim için çok önemli. Kitapta adları geçen Evo Morales, Hugo Chavez ve Komutan Marcos ise, ortaya koyduğunuz kurgudan taşıp, günümüz gerçekliğine daha bir yaklaşıyor.Bu isimler kitabı mümkün olduğunca güncel kılıyor. Belki de bundandır ki, bu 35 yıl önce yazılabilecek bir kitap değil. Kitap, günümüzde, dünyada neler olup bittiğine ilişkin önemli bir dönemeçte yazıldı. Yazdığınız kitap, yarattığı atmosfer bakımından yönetmen Alfonso Cuaron'un Children of Men filmini çağrıştırıyor.Filmi izlememiştim. Ama eğer ilgilendiğim sanatçıları soruyorsanız, size Latife Tekin'in Nâzım Hikmet'ten sonra en çok takip ettiğim yazar olduğunu belirtmek isterim. Kitapta Dünya Ticaret Örgütü, NAFTA ve IMF ile Dünya Bankası da, unutulmayarak temsil ettikleri düzenin kodlarıyla anılmışlar... Bunu niçin yaptınız?Dilerim bu kitap son derece siyasi içerikli olmuştur; ama tabii, siyasetin o bildik dilini kullanmadığı ölçüde başarmıştır bunu. Kitap garip bir şekilde, 20. yüzyılın başından bu yana Rosa Luxembourg'un yaptığı türde yazışmalar ile, 21. yüzyılın başı dediğimiz şu an arasında salınıyor. Birinci Dünya Savaşı ile Rus Devrimi öncesi o günleri düşünün; bir kıvılcımla her şeyin parlayabileceği o günleri... Ve 'kıvılcım' unsurunun her daim ortalıkta olduğu, insanların bunu derinden derine duyumsayıp, bir türlü eylem ve formüle dökemediği o hali... O iki ayrı zaman dilimidir ki, devrime ilişkin bu sorunuza biraz biraz yanıt olabilir. Ama bildiğiniz üzere devrimler aşırı düzeyde zor ve farklı yapılar arzederler. Kitabın 'fakirlik' / mazlumluk hali olgusuna getirdiği vizyon değişikliği teklifi de öne çıkan özelliklerinden biri...Doğrusu, Türkiye'de yakınlarda çıkan bir diğer denemeler kitabımda da, 'Ne biliyorlar?' başlığı altında, tam da bu konuyu anlatan bir deneme kaleme almıştım. Onların zenginlere kıyasla hayat ve dünya hakkında neler bildikleri üzerine bir yazıydı. Kitapta sözedilen, mahkumların kalkıştığı havlama eyleminin bir gerçekliği var mı?Eğer cezaevleri tarihi ile ilgili birtakım kaynakları karıştırırsanız, bu tür hikâyelere rastlayabilirsiniz... Sizin de Türkiye'deki cezaevlerinden bildiğiniz üzere, günümüzde koğuşlar, özellikle de siyasi tutukluların koğuşları, birer üniversite, politika ve hayat üniversitesi gibiler. Xavier, kitabın bir yerinde zenginlerin sözde cennetlerinde yaşadığını, mağdurlar ve fakirlerin yaşadığı cehennemin ise hep gerçek olduğunu söylüyor.Hıristiyan dini tarihi boyunca, ister boyalı, ister yazılı olsun, cehennem hakkındaki obsesif imgelerin tümü, Roma Katolik Kilisesi'nin önü alınamaz biçimde zenginleştiği bir dönemde üretilmiş. Modern kapitalizmin olmasa bile, ilkel kapitalizmin de doğduğu bir döneme tekabül etmiş bu. Rus Ortodoks Kilisesi kurumunu ele aldığımız zaman, aynı ekonomik gelişmenin vuku bulmadığını görüyoruz. O yöndeki cehennem tahayyülü daha, çok daha az kudretli olmuş. Ayrıca, burada başka bir şeye de değinmek istiyorum. İslami korkular ve İslamcı köktencilik ve gün be gün yüzleştiğimiz şirket bazlı kapitalist tiranlar çağında sık sık unutulan bir şey var; İslam insanlığa aslında açgözlülük hakkında bir uyarıyla birlikte sunulmuş ve kimse bunun üzerinde düşünmüyor bugün. Bu bana çok ilgi çekici geliyor. Türkiye'deki kültür haritasına yönelik zengin bir içerik var kitabınızda... Türkiye'nin bir medeniyetler beşiği olduğu hep söylenir. Ama sizin de özel bir gerekçeniz olmalı...Türkiye'deki tecrübelerim ve anılarımı önemsiyordum. Bu kitaba, hikâyeye yansımasını çok istedim. Ayrıca Türk kültürünün içine işlemiş olan şairane yapı ve duygu geleneği, bize insan bedeninin son derece önemli bir unsur olduğunu ve bunun Avrupa-Batı düşüncesinde olmadığını gösteriyor. Bu anlamda beden, Türk kültür geleneğinde, hem hazzın, hem de acının buluştuğu bir yer. Ben de bu kitabı yazarken Sufi metinlerini, özellikle de Rumi'yi sık sık okumaya çalıştım. Hatta kitaptaki karakterlerin birinin adı bile Rumi'ydi. Kitaptaki elle çizilmiş desenler hakkında neler söyleyeceksiniz?A'ida'nın Xavier'e bir tür ilkel beden diliyle erişmesini arzu ettim. Ama aynı zamanda, o çizimlerin ortaya çıkış hikayeleri de, 'elleri farklı şeyler yaparken gösteren çizimleri nasıl yaparsınız?' gibisinden garip şeylerin öğretildiği bir kitap sayesinde oldu. Mürekkep almak için Paris'te gittiğim bir kitapçıdaki kuyrukta bu kitap karşıma çıkar çıkmaz, 'hah' dedim; satın aldım. Kitapta gördüklerinizi ben çizdim, ama onların çok iyi görünmelerine de razı olmadım. Daha amatör görünmelerini tercih ettim. Okuyabileceğiniz diğer John Berger söyleşileri |