| ISBN13 978-975-342-651-0 | 13x19,5 cm, 240 s. |
|
Yerdeniz, 6 Kitap Takım, 0 | Mülksüzler, 1990 | Yerdeniz Büyücüsü, 1994 | Rocannon'un Dünyası, 1995 | Dünyaya Orman Denir, 1996 | Balıkçıl Gözü, 1997 | En Uzak Sahil, 1999 | Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, 1999 | Atuan Mezarları, 1999 | Tehanu, 2000 | Yerdeniz Öyküleri, 2001 | Bağışlanmanın Dört Yolu, 2001 | Öteki Rüzgâr, 2004 | Uçuştan Uçuşa, 2004 | Dünyanın Doğum Günü, 2005 | Marifetler, 2006 | İçdeniz Balıkçısı, 2007 | Güçler, 2009 | Lavinia, 2009 | Rüyanın Öte Yakası, 2011 | Aya Tırmanmak, 2012 | Yerdeniz (6 Kitap Tek Cilt), 2012 | Malafrena, 2013 | Zihinde Bir Dalga, 2017 | Lao Tzu: Tao Te Ching, 2018 | Şimdilik Her Şey Yolunda, 2019 | Yazma Üzerine Sohbetler, 2020 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Yankı Enki, “Sesler”, Remzi Kitap Gazetesi, Nisan 2008 Ursula K. Le Guin daha önceki yazılarında fantastik edebiyatın gündelik hayatın kendisinden bir kaçış olmadığını, tam aksine hakikate dair bir edebiyat olduğunu belirtmişti. Yazar, dilimize Çiğdem Erkal İpek tarafından çevrilen son romanında da bu iddiasının kurgusal bir manifestosunu sunuyor okura. Fantastik dünya ile içinde yaşadığımız gerçekliğin harmanlandığı Sesler, yazarın Marifetler adlı romanının bir devamı olarak nitelendirilebilir, fakat “Sesler”i anlamak için Marifetler’i okumuş olmanın bir zorunluluk olmadığını en başta belirtmek gerekir. Marifetler’den tanıdığımız Orrec ve Gry, bu romanın tam kalbinde hikâyeye dahil olup sonuna kadar bizimle olsalar da, geriye kalan başka bir karakterin ve başka bir marifetin hikâyesidir. Bir büyüme hikâyesini okuduğumuz Sesler’de yazar, aslında büyümenin özgürlükle nasıl kaçınılmaz bir ilişkisi olduğunun da altını çiziyor. Le Guin bize, Memer’in, bir tecavüz sonucu dünyaya gelen ve yaşadığı şehirde kuşatma altında büyüyen bir çocuğun, on yedi yaşına geldiğinde nasıl da bir kahramana dönüştüğünü anlatıyor. İşte bu dönüşümü sağlayan da kitaplar ve onların Memer aracılığıyla dile gelen sesleri. Romanın fantastik yanı tam bu noktada kendini gösteriyor. Kısacası, kitapların büyülü bir şekilde seslere dönüştüğü bu roman, her şeyden önce okumak ve yazmak üzerine. Marifetler romanındaki kahramanlarımız Orrec ve Gry bu eserde yine önemli bir rol üstlenirler. Orrec kitaplarda sanatının ve ruhunun gıdasını ararken, Gry ise hayvanlarla iletişime geçebilmektedir. İşte Le Guin’in bir araya getirip aralarındaki güçlü ilişkiyi sergilemeye çalıştığı edebiyat ve iletişim kavramları da, Orrec ve Gry tarafından bu şekilde temsil edilmektedir. Orrec bir şairdir ve adeta bütün sözlü edebiyat evrenini ruhunda ve dilinde yaşatmaktadır. Baskı altındaki hayatının azat edileceği günü bekleyen Memer’in karşısına Orrec gibi bir şairin çıkması bu bağlamda çok anlamlıdır, çünkü hürriyet sözü gerçek anlamını kaybettiği zaman, tıpkı Memer’in de dediği gibi, “insanlar bu sözleri anlamsız diye küçümsemeye başlayabilir ve onlara anlamlarını geri vermek için çırpınmak şairlerin vazifesi olur”. Yani Gry hayvanlara, Orrec ise sözcüklere ses verebilmektedir. Bu bağlamda hem Orrec hem de Gry’ın yaptığı, sesi olmayanları seslendirmektir. Sonuçta onları Memer’in kaderiyle, “Sesler” ile birleştiren de bu marifetlerdir. Memer bir savaşın ortasında büyümektedir. İşin günümüz bağlamındaki ilginç yanı ise, bu savaşın din ve tanrı adına yapılıyor olmasıdır. Memer’in şehrini kuşatan Aldlar’ın yazıyı kendi dinlerine yönelik bir küfür kabul etmeleri, kitaplarla birlikte insanları da ortadan vahşi bir şekilde kaldırmaları, yazıdan ve kitaplardan ne kadar korktuklarının birer göstergesidir. Kitapların bir tabuya dönüştüğü dünyada, Memer’in kaderi de onların muhafızlığını yapmaktır. Böylece her zaman güncel olan ideolojik tartışmalar, farklı ve yadırgatıcı bir perspektifle Le Guin’in dünyasında tekrar karşımıza çıkıyor. Din adına kuşatılan insanların hürriyet mücadelesinde, kitapların ve onların seslerinin, silahlara karşı harflerin, yani öteki ile kurulabilecek iletişimin ne kadar çözümleyici ve barışçıl bir rolü olduğunu gösteren Le Guin, aynı zamanda bunun ne kadar sancılı ve iç hesaplaşma gerektiren bir süreç olduğunu da yanısıtıyor romanında. Yazıdan ve kitaplardan korkanların karşısında hürriyet mücadelesi veren kahramanımızın da korkularının kaynağı burada gizleniyor. Onun evinde, kitapların muhafaza edildiği gizli odada, sessizliğin ve korkunun birbirini tetiklediği yerde nefes alıyor özgürlük ruhu. Kahramanımızın kendisine sorduğu “ben neden korkuyorum?” sorusunun yanıtı da burada gizli o yüzden. Romanda da bu gizin örtüsünün nasıl kaldırılabileceği aktarılıyor okura, tıpkı romandaki kitapların özgürlük kehanetlerini aktarması gibi. Memer’in kitapları sakladığı fantastik ve mekân-ötesi bir yer olan gizli odası, ancak harfler sayesinde açılıyor. İçeride ise başka hiçbir yerde olmayan şeyler, yani kitaplar var. Bu odanın olduğu eve İblis Evi diyen, fakat gizli odayı bulamayan Aldlar, işte tam da bu yüzden korkuyorlar. Bir yanıyla çok da insani bir korku bu, çünkü varlığından haberdar oldukları ama göremedikleri, görünmez kıldıkları bir şeyden korkuyorlar. Görünmeyene yaklaştıkça korkuyor ve korktukça da uzaklaşıyorlar. Bir yanıyla edebi bir klişeyi ters köşeye yatırıyor Le Guin. Tıpkı Tolkien’in, fantazi edebiyatı klasiği Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde yaptığı gibi, kalın bir çizgiyle ikiye ayrılmış olan iyilik ve kötülüğün sözde sınırları üzerine düşündürüyor okuru. Modern kutuplaşmaları aşan fantastik bir dünyayı örnek göstererek, önyargılardan kurtulmamız gerektiğini vurguluyor. Bu bağlamda korkunun sadece kötülük ve iktidarla kurulan ilişkisini değil, aynı zamanda iyilik ve özgürlükle olan diyaloğunu da resmetmiş oluyor. İşte romanın adını aldığı “sesler” de burada devreye giriyor. Çünkü ses, romandaki bir savaşçının dile getirdiği gibi, “insanları kazanmak için savaştıran bir şey” olsa da, aynı zamanda silaha sarılmadan, ölmeden ve öldürmeden de kazandıran bir şey. İster kendi sesimiz, ister ötekinin sesi olsun, bu sesler olmadan ne kendimizi tanıyabiliyoruz ne de başkasını. Kitaplarla seslerin bütünleştiği yer ise, bu romanın okurunun kendi başına, kendi sesiyle izlemesi gereken bir yolun sonunda. Böylece Le Guin, daha önceki romanlarında yaptığı gibi, ne kadar fantastik bir dünya yaratırsa yaratsın, aslında kiminin bildiğini sandığı, kiminin de bilmeyi arzuladığı dünyamıza ilişkin bir öykü sunuyor. Bize haritada yeri olmayan diyarların ve bize benzemeyen insanların dünyasını aktarıp, aslında uzaktakinin ne kadar yakın olabileceğini gösteriyor. İşte bu yüzden hepimizi ilgilendiriyor bu roman, ama kitap okumayanları, kitapları ve okumayı sevenlerden daha fazla ilgilendiriyor. |