Susanna J. Sturgis, “Alternatif Evrenler”, Woman’s Review of Book’s, Kasım 2003
Ursula K. Le Guin o kadar uzun bir süredir performansının doruğunda ki, bu performansın ne kadar yüksek olduğunu unutmak işten bile değil. Üç yıldan kısa bir süre içinde yalnızca Uçuştan Uçuşa’yı yazmakla kalmadı, Öteki Rüzgâr adlı bir roman yazdı, Dünyanın Doğumgünü ve Yerdeniz Öyküleri adlı iki serisine birer cilt ekledi ve İspanyol kökenli Arjantinli yazar Angélica Gorodischer’in romanı Kalpa Imperial: The Greatest Empire That Never Was’ı İngilizceye çevirdi. Bilimkurgu ya da fantastik yazarlarının büyük çoğunluğu, başarıyla tasarladıkları, can verdikleri bir dünyayı tek bir öyküde, hatta tek bir romanda “harcamayı” tercih etmez – bunu bir seride kullanmak ister. Yaklaşık 250 sayfalık Uçuştan Uçuşa’da Le Guin 15 dünya yaratıyor; fikirlerinin tükenmesinden pek korkmadığı ortada.
Pek çok yazar gibi, Le Guin de bildiği bir yerden başlıyor: bu sefer havaalanlarından.
“Havaalanlarında elleri kolları bavul dolu insanlar nihayetsiz koridorlarda bir oraya bir buraya koşuşturup durur, tıpkı iblisin ellerine cehennemden kaçma yoları gösteren değişik değişik yanlış haritalar tutuşturduğu ruhlar gibi. Bu koşuşturan insanlar, yere sabitlenmiş plastik sandalyelerinde sanki sandalyelerine sabitlenmiş gibi oturan insanlar tarafından izlenir. (s. 11)
Bir aktarmalı uçuşun gecikmesi yüzünden Chicago’da mahsur kalan Cincinnati’li Sita Dulip bu sıkıntılı durumdan kaçmanın mümkün olduğunu, “sadece olduğu yerde şöyle bir dönüp, kayarcasına eğilmekle, aslında yapması anlatmaktan daha kolay olan bir hareketle, her yere –her yere– gidebileceğini, çünkü zaten boyutlar arasında” (s. 13) olduğunu keşfeder. Fakat bunu ilk keşfeden o değildir: Çok uzun zaman önce Boyutlar Arası İrtibat Acentesi turistlerin ziyaret edebileceği pek çok boyut üzerinde oteller kurmuştur. Seyahate çıkacak olanlara, dil engelini en aza indirmek için bir çevirimatik ve bir de muhakkak Rornan’ın Pratik Boyutlar Rehberi’ni yanında bulundurması önerilmektedir.
Turistler ziyaret ettikleri bu boyutları çok fazla kötüye kullanır ya da sömürürlerse Boyutlar Arası İrtibat Acentesi devreye giriyor. Ansar’da Ansarlar çok uzun zamandır bir Yol’u izlemektedirler. Onların dilinde bu yolun adı Madan’dır. Güney’de kentli ve komünal bir yaşam sürülürken Kuzey’de kırsal ve aileye dayanan bir yaşam sürülmektedir. Kuzey’de ilkbahar ve yaz mevsimlerinde gençler çiftleşmekte ve üremektedirler; cinsellik önemli bir yer tutmaktadır; Güney’de ise ayın mevsimlerde durgunluk hâkimdir, eşitlikçilik önplandadır. Yazarın da dediği gibi, “cinselliğin olmadığı yerde cinsiyetin pek bir önemi olmaz.” Bu bin yıllık Yol takip edilirken Bayderler gelir: “Unon Boyutu’ndan oldukça yüksek maddi teknolojiye sahip, diğer boyutlara burunlarını soktukları için Boyutlar Arası İrtibat Acentesi’yle pek çok defa başı derde girmiş saldırgan ve atılgan bir halk.” (s. 63) Çevreye ve içgüdülerinize hükmedin, diye öğütler Bayderler; araç kullanın, yürümeyin; tüm yıl boyunca sevişin (ve çocuk yapın). Ansar kadınları bunun cinsiyet farklılıklarını kurumlaştıracağını ve muhtemelen feci sonuçlara yol açacağını hatırlatırlar. Oylama yapılmasına karar verilir ve Boyutlar Arası İrtibat Acentesi’nin de teşvikiyle Ansarlar Bayderlerin gezegenden gitmesi yönünde oy kullanır.
Tatil Boyutu’nda turist ekonomisi ile modern emperyalizm arasındaki genelde biraz bulanık olan sınır çizgisi tamamen silinmiştir. Büyük Saadet Şirketi tatil adalarının yerlilerini oranın çalışanları haline getirmiştir. Bu adalardan her biri, Noel, Paskalya ve 4 Temmuz’un da dahil olduğu, yıl içindeki tatillerden birine ayrılmıştır. Boyutlar Arası İrtibat Acentesi bu sömürüyü haber alınca boyutu kapatır. Tatil adaları bundan böyle adaların yerlileri tarafından işletilecektir, çünkü bölgenin “hassas ekonomisi” Büyük Saadet Şirketi tarafından harap edilmiştir ve bir anda düzelmesi söz konusu değildir.
Nasıl gözlemcilerin varlığı deneyleri etkilerse, bu boyutlar da yeni gelenlerin etkisi altında kalmaktadır. Gelenler ister verimli tarım arazileri arayan çiftçiler olsun, ister şiddet düşkünü bir tanrıya tapan haçlılar olsun, isterse de başka bir boyuttan turistler olsun, belli bir etki yaratmaktadırlar.
Le Guin, edebi kariyerinin başından beri mekânlar ile insanlar arasındaki etkileşimleri, özellikle de dengenin içeriden ya da dışarıdan bozulduğu durumlarda meydana gelen çatışmaları ve uzlaşmaları anlatmaktan büyük keyif almıştır. “Gy Uçanları” adlı öyküde denge içeriden bozulur. Kuşa benzeyen fakat kanatları olmayan Gyr halkının üyelerinden bazıları ergenlik çağının sonuna doğru dönüşüm geçirirler. Neredeyse bir yıl süren bu acılı dönüşümün sonunda kanatları çıkar. İlk semptomlar ortaya çıkıncaya kadar kimin dönüşeceği belli olmaz. Şehirli Gyr’lardan bazıları kanatları çıkınca uçuyorlar, ama diğerleri kanatlarını bağlayıp yerde kalıyor. Gy uçanlarının yaşadığı zorlukları okuyanlar gezegenimizde yaşayan pek çok kişiye –sanatçılara, eşcinsellere ve kendini topluma yabancı hisseden diğerlerine– tanıdık gelecektir.
Turistler genellikle ev sahipleriyle ortak zeminler yakalamayı beceriyorlar, ama asıl zor ve önemli olan onların farklılıklarını anlamak ve saygıyla karşılamak. Le Guin bunu dil aracılığıyla gösteriyor bize. Asonu çocukları her yerdeki çocuklar gibi geveze, ama büyüdükçe daha az konuşuyorlar: Yetişkinler nadiren konuşuyor ve bilmece gibi sözler söylüyorlar. “Bu neredeyse daimi konuşma perhizi onları çok ilginç yapıyor,” diyor yazar. Çünkü söz söylemenin kaçınılmaz olduğu ve insanların sessizliğe dayanamadığından televizyonu ve radyoyu sürekli açık bıraktığı bir kültür için Asonu’lar son derece egzotik yaratıklar. Bu durum ziyaretçilerden birine çok kışkırtıcı geliyor. Asonu’ların çocuklarını susmaya zorladığını düşünerek bir Asonu çocuğunu kaçırıyor ve “Asonu’nun Gizli Bilgeliği”ni söylesin diye onu sürekli konuşur tutmaya çalışıyor.
En yabancı ve anlaşılmaz dil de “Nna Mmoy Dili”; çevirimatikleri her seferinde dumura uğratıyor. Yazar bu durumu şöyle açıklıyor:
“Nna Mmoy dilinde hiçbir kelimenin manası yoktur ama her kelime içinde bulunduğu cümleye göre harekete geçirilebilen veya yaratılabilen potansiyel çağrışımların çekirdeğini oluşturur … Nna Mmoy lisanında yazılan metinler doğrusal değillerdir, yani ne yatay, ne de dikeydirler; bunun yerine merkezden çevreye doğru, her tarafa doğru ilk veya merkezi bir kelimeden sürgün verirler, tıpkı ağaç dalları veya büyüyen kristaller gibi; ama yazılan tamamlanınca bu kelime söylenenin merkezi ya da başlangıcı olmayabilir.” (s. 139-40)
Burada temel mesele bağlam. Bağlam olmadan hiçbir şey tam olarak anlaşılamaz. Kendi tarihimizi de, başka bir kültürün karmaşık özelliklerini de bağlam dışında anlayamayız. Bağlam olmadan gözler gerçekten göremez.
Ursula K. Le Guin, beklenmedik gelenekleri, yeni gelenlerin apaçık saydığı şeylerle çelişen fikirleri olan kültürler tasarlayıp yarattığı karakterleri buralara göndermekten hep hoşlanmıştır. İlk temasın ardından atılan, kimi zaman hoş durumlarla, kimi zaman faciayla sonuçlanan adımlar sırasında ziyaretçi de ev sahibi de –hatta durumu her iki bakış açısından da gözlemleyen okuyucu da– değişimler geçirir. Uçuştan Uçuşa’daki boyutlar arası ziyaretler ne kadar kısa da olsa, ziyaretçiler fotoğraflardan ya da hatıra eşyalardan çok daha dayanıklı imgeler ve fikirlerle dönüyorlar evlerine.
(Çeviren: Bülent Doğan)