Sevin Okyay, “Ged Yaşıyor!”, Radikal Kitap Eki, 30 Nisan 2004
Konumuzla ilgilenenlere başka açıklama gerekmez, ama bugüne kadar kendilerini 'Yerdeniz'den mahrum etmiş olanlara bir açıklama yapmak da boynumuzun borcu. Ursula K. Le Guin'in dizisinin beşinci romanı çıktı, tam da biz artık umudu kesmek üzereyken. Öyle ki, arada Yerdeniz Öyküleri'ne (Tales from Earthsea) bile fit olmuştuk (ki, onunla birlikte altı 'Yerdeniz' kitabı oluyor). Önümüzde yepyeni ufuklar açan, hayatımızı zenginleştiren dizide, artık beş roman var: Yerdeniz Büyücüsü (A Wizard of Earthsea), Atuan Mezarları (The Tombs of Atuan), En Uzak Sahil (The Farthest Shore), Tehanu ve şimdi de Öteki Rüzgâr (The Other Wind). Hepsi, her iki dile ve fantaziye hakimiyetini Yüzüklerin Efendisi (The Lord of the Rings) ile de bir kez daha kanıtlayan Çiğdem Erkal İpek tarafından Türkçeye kazandırılmış. Ne diyelim, duacıyız, ellerine sağlık. Bir kitapta çevirmen olarak adını görünce, derin bir nefes alıyorum.
Çocuklar için büyülü öyküler
Bilen bilir, Yerdeniz, adalardan oluşan bir diyardır. Fevkalade güçlü büyücüleri vardır, Roke Adası'nda yetişirler. Bütün adalardan gelen yetenekli çocuklar Roke Okulu'nda eğitilir. Harry Potter çıkıp da emsalsiz bir ilgiyle karşılanınca, Le Guin, biraz da sitemkar bir edayla, bir büyünün, büyücü okulunun niye bu kadar ilgi çektiğini anlayamadığını söylemiş ve kendisinin bu işi daha 1960'lı yıllarda yaptığını eklemişti. Zaten ilk kitabı okumuş ve beğenmemişti (bu konuda farklı fikirlerimiz var). Le Guin 'Yerdeniz' kitaplarını yazmaya, bir yayımcının ondan '11 yaşın üzerindekiler' için bir fantazi yazmasını isteyişiyle başlamış. Önce çocuklar için yazamayacağını düşünmüş, sonra eve gidip bir kere daha düşünmüş: Çocuklar... Erkek çocuklar... Bir erkek çocuk beyaz sakallı biri olup büyü de yapmayı nasıl öğrenir?
Yazar, Tolkien'in Orta Dünyası'yla aşık atacak ayrıntıda ve mükemmellikte bir diziye böyle başlamış işte. Ged'in maceraları da böyle başlamış. Büyücüleriyle ünlü Gont adasında anasız büyümüş, Duny adlı huysuz bir küçük oğlandan Çevik Atmaca'ya, Başbüyücü'ye giden yolda ve sonrasında izlediğimiz Ged. Bu kitapta sevgili karısı Tenar (Atuan Mezarları'nın sabık rahibesi) ve insan eliyle örselenmiş kızları Tehanu'yla birlikte, Gont adasındaki küçük evinde yaşıyor, mütevazı bir hayat sürüyor, tarımla uğraşıyor. Diğer kitapları okuyanlarca malum nedenlerle, bütün güçlerini yitirmiş, ama hikmet sahibi kişi olma özelliğini koruyor. Ursula K. Le Guin onu bize, yeni karakteri Kızılağaç'ın gözüyle görüp anlatıyor: "Kısa boylu dimdik bir adamdı; beyaz saçları yakışıklı, zamanla yıpranmış bir suratın arkasında toplanıp bağlanmıştı. Yetmiş yaşlarında görünüyordu. Eski yara izleri, dört beyaz çizgi halinde sol elmacık kemiğinden çenesine doğru iniyordu. Bakışları net, dolaysız ve yoğundu."
Ama Öteki Rüzgâr'da esas yolculuğu yapan Ged, karısı Tenar ya da daha önce gördüğümüz gibi genç Kral Lebanen değil, yukarıda adı geçen Kızılağaç. Ea adasından, sihirbazlığı tamircilik düzeyinde kalmış basit bir köylü, Kızılağaç. Ne var ki, tamircilik işinde usta: Yeniden birleştirebiliyor, bütün yapabiliyor. Büyük bir acı yaşamış, çok sevdiği karısı Zambak'ı yitirmiş. Onu önce Roke büyücülerine, sonra da Ged'e götüren sorun ise, bu kayıpla ilgili ama çok daha ciddi. Kızılağaç, Zambak öldükten iki ay sonra bir rüya görmeye başlamış. Rüyasında o bir tepenin yamacında dururken, karısı da, alçak bir duvarın öte yanında duruyor, onun adını sesleniyor. O ve diğerleri, öteki ölüler. Kızılağaç'tan kendilerini serbest bırakmasını istiyorlar. Daha sonra da, duvarın taşlarını gevşetmeye çalışıyorlar.
Bu duvar, çorak diyarı insanların diyarından ayıran bir duvardır. Gökte hiç kıpırdamayan minik, fena yıldızlar vardır. Ay yoktur, güneş de doğmaz. Tepeden aşağı inen yollar, karanlık şehirlere gider. Tepedeki kuru otların yerini, aşağıda toz ve kayalar alır. Ölüler, hiç sonu olmayan yollarda yürür. Konuşmazlar, birbirlerine dokunmazlar (Oysa Zambak, duvarın ötesinden uzanıp Kızılağaç'a dokunuyor, hatta onu dudaklarından öpüyor). Çevikatmaca da bu diyara gitmiş, hayatla ölüm arasındaki hududa varmıştır. Kızılağaç'ın anlattıklarından etkilenir, onu karısı ile kızının bulunduğu Havnor'a kralın yanına yollar. Kral Lebannen, Tenar ile Tehanu'yu ejderhalar ve Karglar konusunda danışmak için çağırmıştır. Hudut tehlikededir ama, bundan haberdar olmayan Kral'ın o andaki endişesi ejderhalar ve Karg kralıdır çünkü. Batıdaki adaların üzerinde yeniden ejderhalar görülmüştür. Ayrıca Karg'ın yeni kralı da, diplomatik davranmaya çalışarak Lebannen'e kızını yollamıştır. Büyük, tehlikeli bir değişim söz konusudur. Öteki Rüzgâr işte bu değişim içindeki dünyayı anlatıyor. İşin içinde Karg Kralı'nın kızı, vaktiyel Roke okuluna gelmiş Ejderböceği ve emsalsiz Varlık Korusu da var, elbette.
Fantazinin ötesi
Le Guin'in daha önce yazdıklarının (belki, ilk üç kitabın) çocuklara yönelik olduğunu varsaysak bile (ki, şahsen bundan da hiç emin değilim),
'Yerdeniz'in son kitabında, artık onlar için yazmadığı bir gerçek. Yazdıkları, karakterlerinin yaptığı büyülerden, öteki rüzgârda uçan ejderhalardan, içlerinde en yaşlı olanının 'kızım' diye hitap ettiği, yüzüyle eli yanmış küçük kızlardan da ibaret değil. O, beş roman ve bir hikâye kitabından oluşan 'Yerdeniz' dizisinde, insanın korkusunu, ölümle insanın ilişkisini anlatıyor. Peter Jackson, 'Yüzüklerin Efendisi' üçlemesinin son filmi 'Kralın Dönüşü' aday olduğu bütün dallarda Oscar alınca, büyücülerin, cücelerin, elflerin, ejderhaların ötesini görebildikleri için Akademi'ye teşekkür etmişti. Ursula K. Le Guin de, fantazinin ötesini görüyor, bize gösteriyor. Öteki Rüzgâr teolojik bir roman. İnsanın kendisinin kim olduğunu anlamasıyla, kendi faniliği ile yüz yüze gelmesiyle ilgili. Ben gerçekten de 'Yerdeniz'in, 'Yüzüklerin Efendisi' ile birlikte eksiksiz, farklı dünyalar yaratmış, büyük kitaplar olduğunu düşünüyorum.
'Yerdeniz' dizisinde, ilk kitaptan beri beni en fazla cezbeden şeylerden biri de, yazarın lisana ve isim vermeye duyduğu ilgi. Belki de Le Guin'in antropolojiyle ilgilendiği geçmişinden gelme bir tercihi, bir özelliğidir.
'Yerdeniz'de, canlı-cansız her varlığın, onun özünü tarif eden bir gerçek adı var. Biri insanın, bir şeyin, hatta bir kayanın bile, gerçek adını bilmek, onu kontrol etmek anlamına geliyor. Bu ada, sahibinden başka ancak bir-iki kişi vakıf durumda. Elbette, itimada şayan kişiler. Aslında sahibi de başlangıçta bunu bilmiyor. Gerçek adı ona, on üç yaşına gelince veriliyor. Gerçek bir isim Gerçek Lisan'ın bir sözü; bu yüzden de ancak bu vergiye sahip biri, bir çocuğun gerçek adını bilip, ona isim verebilen biri tarafından konabiliyor. İsim, ona sahip olan canlı-cansız varlığı bağlıyor. Çağrıcı Usta'nın bütün sanatı da burda. Le Guin'in sanatı ise onun hayatı, ölümü, insanı inceleyen, deşen, kavrayan bir yazar olmasında. Le Guin, lisanın gerçekliği algılamamızı nasıl biçimlendirdiğinin, ne büyük önem taşıdığının da farkında. Lisanın, dilin, genel anlamıyla edebiyatta bile hor görüldüğü, bir çapulcu kayıtsızlığıyla kullanıldığı günümüzde, bu özelliği bile ona saygı duymamıza yeter.