| 0 s. |
|
Mülksüzler, 1990 | Yerdeniz Büyücüsü, 1994 | Rocannon'un Dünyası, 1995 | Dünyaya Orman Denir, 1996 | Balıkçıl Gözü, 1997 | En Uzak Sahil, 1999 | Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, 1999 | Atuan Mezarları, 1999 | Tehanu, 2000 | Yerdeniz Öyküleri, 2001 | Bağışlanmanın Dört Yolu, 2001 | Öteki Rüzgâr, 2004 | Uçuştan Uçuşa, 2004 | Dünyanın Doğum Günü, 2005 | Marifetler, 2006 | İçdeniz Balıkçısı, 2007 | Sesler, 2008 | Güçler, 2009 | Lavinia, 2009 | Rüyanın Öte Yakası, 2011 | Aya Tırmanmak, 2012 | Yerdeniz (6 Kitap Tek Cilt), 2012 | Malafrena, 2013 | Zihinde Bir Dalga, 2017 | Lao Tzu: Tao Te Ching, 2018 | Şimdilik Her Şey Yolunda, 2019 | Yazma Üzerine Sohbetler, 2020 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Filiz Özdem, “Felsefe taşı imha edilirse mucizeye yer kalır mı?”, Radikal 2, 17 Şubat 2002 Büyücü çocuk Çevik Atmaca, diğer adıyla Ged'in hikâyesini, Ursula K. Le Guin, dört cildi bulacak olan Yerdeniz Büyücüsü serisinde anlatmaya başlamıştı. İlk kitap 1968 yılında yayımlandı. Sonra Atuan Mezarları, En Uzak Sahil ve Tehanu geldi. Hepsinin de aklın ötesine yürümeyi merak edenler için yazıldığını söylemek iddialı olmaz. Büyünün ve büyücülerin birer filozof, birer şair gibi el üstünde tutuldukları düşsel bir zamanda; büyümeyi, aşkı, cinselliği, ölümü, dostluğu, bilgeliği, iyiliği ve kötülüğü okurun damağına yakut damlalar bırakarak anlatan Le Guin; mitlere, düşlere, çocukça inançlara bağlı saf ve dokunulmamış bir dünyayı eleştirel perspektifini koruyarak anlatan önemli bir yazar. Oğlumla izlemeye gittiğim Harry Potter Felsefe Taşı filminde Yerdeniz Büyücüsü'nün dekoru ve kişilerinde yapılan değişikliklere rağmen iskeletinin benzerliğini şaşkınlıkla gözlemledim. Hassas terazilere sahip her gözün kolayca göreceği ve irkileceği iki sahne vardı filmde. J. K Rowling, elbette Le Guin olsaydı bu satırları kaleme almazdı. En mutlu insana kendini olduğu gibi gösteren, ötekilere ise hayallerini, tutkularını gösteren Kelid aynasının önünde konuşulanlar insanın içini tırmalayan türdendi. İnsan ister istemez mutlu insan denenin ne menem bir tür olduğunu ve nerede yaşadığını düşünüyor. Tutku ve hayal, insan doğasını ve onun lezzetli karanlığını, insan denen varlığın özünü kuran şeyler değil mi; ruhun olmazsa olmaz'ı... Harry'ye "Bu aynanın gösterdiklerinin gerçek olmadığını bilmeyenler onun önünde eriyip gitmişlerdir ya da akıllarını kaçırmışlardır. Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir" diyen başbüyücü Profesör Dumbledore bir baş sihirbaz sayılabilir mi? Gerçek dünyanın bildik alışkanlıklarının ötesinde bir yaşamın sürdüğü, el şıkırdatıp sofraların donatıldığı, eşyaların uçurulduğu, duvarlarda asılı tuvallerde figürlerin hareket edip konuştuğu, duvarların içinden geçilen, uçan süpürgelerin fır döndüğü ve küçük büyücülerin yetiştirildiği bir dünya için nasıl da eğilip bükülmez bir cümle. Aklın soğuk yanından yürüyüp gelmiş. Hayal ile gerçeğin arasında hiçbir geçişkenliğin olmadığı, katı, hareketsiz bir alan mı var? Pek çok gerçek bir zamanlar bir hayalden ya da bir bilinmezden ibaret değil miydi? Hayallerini öldürmeden, çocukça düşlerini koruyarak çoğunluğun ezici gerçekliğine ve gerçekçiliğine dokunmadan yaşayıp gidenler neden göz korkutur bu kadar? Bu dünyadan farklı olarak tasarlanmış bir dünyanın bile bu dünyayla ortak bir formu olduğunu söyleyen Wittgenstein'ın izinden gidersek, kanatlı atı tasarlayabiliriz ama kanatlı kanatsız atı tasarlayamayız. Düşlerine olan inancını yitirmeyen bir has dost şöyle demişti: "Neden olmasın, kanatlı kanatsız atı tasarlayan ilk insan ona binip de gidecek ilk insan olacaktır." Filmde, ölümsüzlük iksirine kavuşmak isteyen kötücül varlıkların eline düşmesin diye imha edilen kırmızı taşın adının "felsefe taşı" olması ise tümüyle akıllara ziyan verecek bir seçim. Ölümsüzlüğün felsefede odaklanmış olması iyi hoş da onu imha etmek de neyin nesi oluyor? Yazarından kaynaklanan bu affedilmez çelişkilere rağmen güzel bir filmdi. Cesaret, dostluk, inanç ve mucize masallarını bütün "çocukların" dinlemeye ihtiyacı var. İnançların da beyaz kalmaya... Daha birkaç gün önce bir gazetede sihrin, büyünün ne kadar kötü ve dine aykırı olduğunu pek çok "bilen"e sorarak altını çizen yazılar okumuştum. Doğru ya, bunlar şeytani işlerdi. Cadılarla, perilerle, büyülerle bezeli bütün o masal kitapları geldi aklıma. Hepsi ne kadar da tehlikeliydi. En masum duruşlarında uykuya dalan çocukluğumuzdan kalan ve çocuklarımıza okuduğumuz... Soruları tersinden sormayı unutturanlar yasayı hatırlatır. Doğru, yerçekimi vardır. Ve doğru bunun uyarınca düşülür. Ama kimileri de vardır ki onlar yürümeyi reddedebilir. Ve bu da bir gerçektir. Üstelik bildik ve yörüngesi belli dünyanın düzenini de değiştirip, dönüştürebilir. Bütün bunlar, yalnızca masallarla büyütüldüğü için bir çocuğa "bu anı daha önce yaşamıştım" duygusunun çözümlenmesi adına teoriler ürettirebilir. Ve o çocuğa farklı güneş sistemlerinde belki de birebir aynılıkta hayatların yaşandığını, zamandaki kayma sonucunda bir başka dünyada zaten yaşanmış olanın çağrışım ve hatırlama sonucu ötekinde belirmiş olabileceğini söylettirebilir. Çünkü o çocuk evrende hiç bir sesin kaybolmadığını duyarak büyümüştür, her sözün ve isteğin mutlaka adresini bulacağını da... Oğlumla gurur duyuyorum. Mucizeye inanmak demek, büyünün çağdaş versiyonu olarak okunabilecek zihnin kendisine inanmak demek değil midir? Her hayal bir kez hayal edilmeye görsün... Gerçeğin dünyasına akmıştır bile. |