Erim Bikkul, ''Özgürlük peşinde'', Radikal Kitap Eki, 12 Temmuz 2013
Küçükken ilk kez babasının elinde gördüğü, Taocu düşünce sistemine hayat veren geleneksel Çin metni Tao Te Ching’i bir türlü aklından çıkarmaz Ursula K. Le Guin. Nitekim kırk yıl boyunca ciddiyetle incelediği bu metni 1998 yılında kendi yorumuyla yayımlayacaktır. Doğu öğretilerinin yanı sıra feminizm ve anarşizm gibi akımlardan da etkilenen yazar, yarattığı hayali evrenlerde hemen her zaman siyasi bir tablo ortaya koyar.
Türkçeye yeni kazandırılan romanı Malafrena, Le Guin’in yapıtları arasında oldukça farklı bir yerde duruyor. Yazarın diğer bazı öykülerine de evsahipliği yapan hayali Orta Avrupa ülkesi Orsinya’da geçen roman hiçbir fantastik öğe barındırmıyor örneğin. Detaylı biçimde tasvir edilen çok sayıdaki karakteri, hem siyasete hem de gönül meselelerine yer veren olay örgüsü, aristokrat sınıfın görkemli şatolarından fakir işçilerin yaşadığı kenar mahallelere dek çeşitlilik gösteren sahneleriyle roman, tipik bir 19. yüzyıl klasiği havası taşıyor.
Nitekim Le Guin bu kitabı ve diğer Orsinya öykülerini yazarken en çok Rus edebiyatından esinlendiğini belirtmiş.
Romandaki başlıca olaylar, Orsinya’nın Avusturya İmparatorluğu denetimi altında bulunduğu bir dönemde, 1825-1830 yılları arasında geçiyor. Başkahramanımız, Malafrena isimli dağlık bir bölgede birkaç nesildir toprak sahibi olan Sorde ailesinin tek oğlu İtale Sorde.
Küçük kasabalarında gördüğü temel öğrenimin ardından, babasının karşı çıkmasına rağmen ısrarlı tutumu sayesinde üniversite için Solariy şehrine giden genç İtale, burada tanıştığı arkadaşlarıyla Amiktiya isimli bir örgüt kurar. Fransız Devrimi sonrasında tüm diğer Avrupa ülkeleri gibi Orsinya’ya da halk arasında özgürlük ve milliyetçilik fikirleri yayılmıştır.
İktidarın katı hali
Orsinyalı gençler ülkelerinin içinde bulunduğu durumu yadırgamakta, geleneklerine sahip çıkmak ve ülkeleri hakkındaki kararları Avusturya’nın çıkarları yönünde değil de kendi halklarının özgür iradesi uyarınca almak düşüyle yaşamaktadır. Ne var ki Orsinya Kralı tahttan çekilip hapsedilmiş, ülke meclisi 30 yıldır toplanmamış durumdadır ve ülkenin denetimi fiilen Avusturya İmparatorluğu’nun elindedir. İtale ve arkadaşları çareyi başkent Krasnoy’a gidip orada özgürlükçü faaliyetler yürütmekte bulurlar. Küçüklüğünden beri bir çiftliğin nasıl işlediğini eksiksiz öğrenmiş olan ve kendisinden aile topraklarının başına geçmesi beklenen İtale, babasıyla bu kez de geleceğe dair planları konusunda çatışır. Artık bu cesur genç adamın önünde acısıyla tatlısıyla yepyeni bir hayat uzanmaktadır...
Sansürün insanları susturduğu, kısıtlamaların her türlü muhalefeti engellediği, iktidarın katı ve kesin bir hal aldığı bir ülke olarak resmedilen Orsinya, günümüz dünyasına dair pek çok referans taşıyor. 1979 yılında kaleme alınmış kitabın sayfalarını çevirirken, kimi zaman Gezi Parkı olaylarında yaşananlara benzer sahnelerle karşılaşıyor ve insanoğlu işin içinde oldukça sosyal tarihin kendini tekrar edeceğine ikna oluyorsunuz. Malafrena, sıkı Le Guin hayranlarından başka, tarihi romanlardan ve romantizmden hoşlanan okurların da ilgisini çekebilir.
Yazıyı kitaptan bir bölümle noktalamak yerinde olur: “... Guide İtale’ye kendi kendini küçük düşürdüğü için öfkelenmişti, ama bir başkasının gücünün İtale’yi küçük düşürmeye yeteceği aklına bile gelmemişti. Kötülük onun için kişisel bir meseleydi, açgözlülük, cimrilik, merhametsizlik, kıskançlık, kendini beğenmişlik gibi şeylerdi; insan kendi içinde ve başkalarında böyle kötülüklerle savaşır ve Tanrı’nın izniyle galip gelirdi. Adaletsizliğin kanun adı altında kurumsallaşabileceğini, gaddarlığın silahlı adamlar ve kilitli kapılar kılığında kendini var edip sürdürebileceğini biliyordu ama buna inanmıyordu; şimdiye kadar inanmamıştı. (...) Elli sekiz yaşındaydı ve insani kötülük onun sert, uzlaşmaz ruhuna ilk defa pençesini geçirmişti; ilk defa aşağılanmıştı. Kendisini ayrı tutmuş, temiz kalmıştı ama şimdi bu ilerlemiş yaşında temiz kalmanın bedelini ödemesi gerekiyordu.”
Alternatif toplumların mimarı
Ursula K. Le Guin, ABD’nin ilk doktoralı antropoloğu ve Kaliforniya Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nün kurucusu Alfred L. Kroeber ile yazar Theodora Kroeber’in kızları olarak 1929 yılında dünyaya geldi. İlk öyküsünü 11 yaşındayken Astounding Science Fiction dergisine yolladı ve reddedildi.
Massachusetts- Radcliffe College’ın ardından Columbia Üniversitesi’nde “Fransa’da Ortaçağ ve Rönesans Dönemi Edebiyatı” üzerine yüksek lisans yaptı. Fransa’dayken tanıştığı tarihçi Charles A. Le Guin ile 1953’te evlendi ve üç çocukları oldu.
İlk öyküsü 1962’de yayımlandı. İlk büyük başarısını hem Hugo hem de Nebula ödüllerine layık görülen romanı Karanlığın Sol Eli ile elde etti. 1974 yılında yazdığı, serinin ardıl romanı Mülksüzler de aynı ödülleri kazanınca bu durum onu tarihte eşsiz bir konuma getirdi. İlerleyen yılllarda ise fantastik öğelerin daha ağır bastığı eserler verdi.
Le Guin, yıllar içinde farklı disiplinlerle işbirliğine girmekten çekinmedi. Örneğin 1979 yılında Rüyanın Öte Yakası adlı romanı, aynı isimle PBS TV kanalı için filme aktarıldı. 1985 yılında avangard besteci David Bedford ile çalışarak Rigel 9 adlı uzay operasının metnine imza attı. 80’lerin başında animasyon devi Studio Ghibli’nin kurucusu Hayao Miyazaki’yi reddederek yayın haklarını vermediği Yerdeniz serisi, Le Guin’in ileriki yıllarda şirketin elinden çıkma Komşum Totoro adlı kült animasyonu izleyip fikir değiştirmesi neticesinde 2006’da oğul Goro Miyazaki tarafından bir uzun metraj animasyona uyarlandı.
ABD’nin Portland şehrinde yaşamını sürdüren Le Guin, romanlarında alternatif toplum ve düşünce biçimleri yaratmasıyla tanınır. Eserlerinde genellikle teknolojik gelişmelerden çok kültürel antropoloji, siyaset ve psikoloji gibi insani konulara ağırlık verir. En çok ele aldığı tema yin ve yang, siyah ve beyaz, iyi ve kötü cinsinden karşıtlıkların etkileşimi, gerilimi, birbirini dengelemesi ve bütünü oluşturmasıdır. ''Önce farklılığı kurmak -yabancılığı oturtmak- sonra da ateşli bir insani olgu kıvılcımının sıçrayıp bu farkı kapatmasını sağlamak: hayal gücünün bu akrobasisi beni her şeyden çok büyüleyip tatmin ediyor.'' derken Le Guin bir anlamda yazdıklarını özetlemektedir.