ISBN13 978-975-342-327-4
13x19,5 cm, 288 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Yerdeniz, 6 Kitap Takım, 0
Mülksüzler, 1990
Yerdeniz Büyücüsü, 1994
Rocannon'un Dünyası, 1995
Dünyaya Orman Denir, 1996
Balıkçıl Gözü, 1997
En Uzak Sahil, 1999
Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, 1999
Atuan Mezarları, 1999
Tehanu, 2000
Bağışlanmanın Dört Yolu, 2001
Öteki Rüzgâr, 2004
Uçuştan Uçuşa, 2004
Dünyanın Doğum Günü, 2005
Marifetler, 2006
İçdeniz Balıkçısı, 2007
Sesler, 2008
Güçler, 2009
Lavinia, 2009
Rüyanın Öte Yakası, 2011
Aya Tırmanmak, 2012
Yerdeniz (6 Kitap Tek Cilt), 2012
Malafrena, 2013
Zihinde Bir Dalga, 2017
Lao Tzu: Tao Te Ching, 2018
Şimdilik Her Şey Yolunda, 2019
Yazma Üzerine Sohbetler, 2020
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

"Bulucu"dan, s. 9-17

I. Karanlık Çağda

Uzun yıllar önce Hard rünleriyle yazılmış olan Karanlığın Kitabı'nın ilk sayfası şöyledir:

"Elfarran ile Morred ebediyete intikal ettikten ve Solea Adası denizin dibine battıktan sonra çocuk Serriadh tahta çıkıncaya kadar onun yerine Arifler Divanı hüküm sürmüştü. Serriadh'ın saltanatı parlak ama kısa olmuştu. Enlad'da onu izleyen kralların sayısı yedi idi ve onların zamanında ülkelerinde huzur ve zenginlik artmıştı. Derken, ejderhalar Batı topraklarını talan etmeye gelmişler ve büyücüler beyhude yere onlarla savaşmaya gitmişlerdi. Kral Akambar sarayını, Enlad'daki Berila'dan, Havnor Şehrine taşımıştı; buradan filosunu Kargad Ülkesi'nden gelen istilacılara karşı yola çıkartmış ve onları Doğu'ya geri sürmüştü. Ama onlar yağmacı gemilerini ta İç Deniz'e kadar yollamaya devam ediyorlardı. Kralların sonuncusu, büyük bir bedel karşılığı hem ejderhalarla, hem de Karglarla barış yapan Maharion idi. Rün Halkası kırıldıktan, büyük ejderha ile Erreth-Akbe öldükten ve Yürekli Maharion bir ihanet sonucu öldürüldükten sonra sanki Adalar Diyarı'nda bir daha iyi bir şey olmadı.

"Maharion'un tahtında hak talep edenler çok olmuştu ama kimse tahtta fazla kalamıyordu; üstelik tahtta hak iddia edenlerin kavgaları her tür bağlılığı parçalamıştı. Artık ne bir ulus kalmıştı, ne de adalet; sadece zenginlerin iradesi vardı. Soylu ailelerden gelen adamlar, tüccarlar, korsanlar; asker ve büyücü çalıştırabilecek herkes kendisine hükümdar diyor, toprakların ve şehirlerin kendi mülkiyetinde olduğunu iddia ediyordu. Yerel diktatörler fethettikleri yerlerdeki insanları kendilerine köle yapıyordu ama para karşılığı çalıştırdıkları ve topraklarını ellerinden alan rakip diktatörlerden, limanlarını talan eden korsanlardan, geçim kaynaklarından mahrum bırakıldıkları için ortalığı talan edip soyan serkeş, sefil adamların oluşturdukları çeteler ve güruhlardan korudukları adamları da köleden pek farklı değildi."

Anlattığı çağın sonlarında yazılmış olan Karanlığın Kitabı çelişkili tarihi öykülerin, eksik biyografilerin ve bozulmuş efsanelerin bir derlemesidir. Ancak karanlık yıllara dayanan bu kayıtların tek toplamıdır gene de. Tarihi gerçeklerden ziyade övülmeye düşkün olan yerel diktatörler, fakir ve güçsüz insanlara iktidarın ne olduğunu öğretebilecek kitapları yakmışlardı.

Fakat bu diktatörler ellerine bir büyücünün irfan kitapları geçince onlara dikkatli davranıyor, bir zarar görmemek için kitapları kilit altında tutuyor ya da istediklerini yaptırmak için yanlarında çalıştırdıkları büyücüye veriyorlardı. Büyücüler veya çırakları bu kitaplardaki büyülerin, kelime listelerinin kenarlarına ve son sayfalarına bir salgını, kıtlığı, talanı, ustaların değişimini veya bu tür olaylarda yapılması gereken büyüleri ve bunların işe yarayıp yaramadıklarını kaydedebiliyordu. Bu tür tesadüfi kayıtlar, orada burada yakalanabilecek belirgin bir ânı ortaya çıkartabiliyordu; gerçi o anlar arasında kalan zaman kapkaranlıktı. Tıpkı, yağmurlu bir gece vakti denizde uzaktaki ışıl ışıl bir geminin bir görünüp bir kaybolması gibi.

Ayrıca küçük adaların, Havnor'un sessiz yaylalarının o yılların öykülerini nakleden şarkıları, eski nağmeleri ve türküleri vardı.

Körfezin üzerinde bembeyaz yükselen Büyük Havnor Limanı dünyanın kalbindeki şehirdir; en yüksek kuledeki Erreth-Akbe' nin kılıcı ise günün ilk ve son ışığını yakalar. Yerdeniz'in bütün ticaretinin, toplumsal ilişkilerinin, ilminin ve zanaatinin, yani istiflenemeyen zenginliğin geçtiği yer işte bu şehirdir. Kral da, iyileşmenin bir belirtisi olarak Halka'nın tamamlanmasından sonra buraya yerleşmiştir. Ve yine bu şehirde, son günlerde, değişimin bir belirtisi olarak kadınlar ve erkekler ejderhalarla konuşmaktadır.

Yalnız, Havnor aynı zamanda Büyük Ada'dır, geniş, zengin bir topraktır ve limandan içeriye doğru kurulmuş köylerde, Onn Dağı'nın yamaçlarındaki çiftlik arazilerinde hiçbir zaman fazla bir değişim olmaz. Oralarda, söylenmeye layık bir şarkı tekrar tekrar söylenir. Oralarda yaşlı adamlar Morred'den, onu gençliklerinde, bir kahraman oldukları zamanlardan tanıyorlarmış gibi söz ederler. Akşamları ineklerini eve getirmek için evden çıkan kızlar El'in Kadınları'nın öyküsünü anlatırlar; oysa bu öykü o sessiz, güneşli yollar ve kırlar, ev kadınlarının mutfaklarında bir yandan çalışırken bir yandan sohbet ettikleri ocak başları hariç, dünyanın her yerinde, hatta Roke'ta bile unutulmuştur.

Krallar zamanında büyücüler önceleri Enlad sarayında, sonraları Havnor sarayında toplanarak krala akıl verir; fikir alışverişinde bulunur, üzerinde anlaştıkları amaçlarına ulaşmak için sanatlarını kullanırlardı. Fakat karanlık yıllarda büyücüler maharetlerini en yüksek parayı verene sattılar; yarattıkları kötülüğü umursamadan, ya da umursamamaktan da kötü nedenlerle, güçlerini düellolarda, büyücülük mücadelelerinde birbirlerine karşı kullandılar. Salgınlar, kıtlıklar, pınarların kuruması, yağmursuz geçen yazlar, yazı olmayan yıllar, yeni doğan hastalıklı, anormal kuzular ve buzağılar, adalardaki insanların hastalıklı ve anormal doğan bebekleri – bütün bunlar, genellikle de haklı olarak, büyücülerin ve cadıların yaptıklarına bağlanmıştı.

O yüzden güçlü bir diktatörün koruması altında değilseniz büyüyle uğraşmak tehlikeli olmaya başlamıştı; o takdirde bile, kendinizden daha güçlü bir büyücüyle karşılaştığınızda yok olma ihtimaliniz vardı. Sıradan insanlar arasında tedbiri elden bırakırsanız, sizi çektikleri bütün kötülüklerin müsebbibi olarak gördüklerinden ve günahkâr bir varlık olarak kabul ettiklerinden ellerinden gelirse sizi öldürürlerdi. O yıllarda, insanların büyük çoğunluğunun inancına göre bütün büyüler kara büyüydü.

İşte o zamanlarda köy büyüsünün ve hepsinden de öte kadınların cadılıklarının adı kötüye çıkmıştı ve bugüne kadar da o kötü nam onlara yapışıp kalmıştır. Cadılar kendilerine ait olduğuna inandıkları bu sanatı icra etmelerini çok pahalıya ödemişlerdi. Hamile hayvanların ve kadınların bakımı, doğum, şarkıların ve ayinlerin öğretilmesi, tarla ve bahçelerin bereketi ve düzeni, evlerle mobilyalarının inşası ve bakımı, maden cevheri ve madenlerin çıkartılması her zaman için kadınların vazifesi olmuştu. Bu meselelerin iyi sonuçlanmasını garantilemek için yapılan büyü ve tılsımlara ait büyük ve zengin bir irfan, cadılar arasında paylaşılıyordu. Ama bir doğum sırasında veya tarlada bir şey ters giderse, bu cadının hatası sayılıyordu. Üstelik birbirleriyle savaşan, sonrasının ne olacağını pek düşünmeden hemen bir sonuç alabilmek için düşüncesizce zehir ve lanet kullanan büyücüler nedeniyle de işler, rast değil ters gidiyordu genellikle. Büyücüler kuraklığa, fırtınaya, her yanda bitki hastalıklarına, yangınlara ve salgınlara neden oluyorlar ve bunun için de köy cadıları cezalandırılıyordu. Cadıcık neden şifa tılsımının yaranın kangren olmasına sebep olduğunu, dünyaya getirdiği çocuğun neden zekâ özürlü çıktığını, kutsamasından sonra neden tarladaki tohumların yandığını ya da ağaçtaki elmanın bozulduğunu anlayamıyordu. Fakat bütün bu uğursuzluklar için birilerinin suçlanması gerekiyordu: Uzaklardaki diktatörlerin şato veya kalelerinde silahlı adamlarla, savunma büyüleriyle korunmayan, köyde veya kasabada ortalıkta görünen cadılar ile sihirbazlar oldu suçlananlar. Sihirbazlarla cadılar zehirli kuyularda boğulmuş, kurumuş tarlalarda yakılmış, ölü toprağı yeniden zenginleştirmek için diri diri gömülmüşlerdi.

Böylelikle irfanlarının uygulanması ve öğretilmesi tehlikeli olmaya başladı. Bu işi göze alanlar genellikle dışlanmış, sakat, aklını yitirmiş, ailesi olmayan, yani kaybedecek pek az şeyi olan yaşlı adamlar ve kadınlardı. Güvenilen ve saygı duyulan arif adamlar ve arif kadınlar yerlerini ortalığı karıştıran, numaralar yapan yetersiz köy sihirbazlarına; şehvet, kıskançlık ve kin için iksirleri olan acuze cadılar gibi alelade şahıslara bırakmışlardı. Çocuklardaki büyü hüneri de korkulacak, saklanması gereken bir şey olmuştu.

Bu, o zamanların bir öyküsüdür. Bir kısmı Karanlığın Kitabı'ndan alınmıştır; bir kısmı Havnor'dan, Onn'daki yayla çiftlikleriyle Faliern'in ormanlık arazilerinden. Öyküler bölük pörçük parçalardan bir araya getirilip yarısı kulaktan dolma, yarısı da tahmini bilgilerle yazılan bir yamalı bohça bile olsa, yine de yeterince doğru bir öykü ortaya çıkabilir. Bu, Roke'un Kuruluşunun öyküsüdür; eğer Roke'un Ustaları böyle olmadığını söylerlerse o zaman nasıl olduğunu bize onlar anlatsınlar. Çünkü Roke'un ilk kez Bilgeler Adası olduğu zamanın üzerini bir bulut kaplamıştır, bu bulutu oraya koyanınsa bilgeler olması ihtimali hiç de az değildir.

II. Susamuru

Bir susamuru vardı bizim pınarda

Girerdi her çeşit ölümlü kılığa,

Büyü ve tılsım yapardı her cinsinden

Anlardı bütün insan ve yeşilbaşların dilinden.

Böyle akar sular uzağa, uzağa,

Böyle akar sular uzağa.

*

Susamuru, Büyük Havnor Limanı'ndaki tersanelerde çalışan bir gemi yapımcısının oğluydu. Kırlara ait ismini ona annesi vermişti; annesi, Onn Dağı'nın kuzeybatı tarafındaki Yolsonu köyünde, bir çiftlikte yetişmiş bir kadındı. Birçoğu gibi, şehre iş aramak için gelmişti. Sıkıntılı günlerde nezih bir işte çalışan, nezih insanlar olarak gemi yapımcısı ile ailesi başlarına bir bela gelir korkusuyla dikkat çekmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yani, oğullarında bir büyücülük yeteneği olduğu kesinleşince babası döverek bunu çocuktan çıkarmaya çalışmıştı.

"Bir bulutu, yağmur yağdırdığı için dövmek gibi bir şey bu," dedi Susamuru'nun annesi.

"Dikkat et de çocuğun içine kötülük sokmayasın," dedi teyzesi.

"Dikkat et de, bir büyüyle elindeki kemeri sana döndürmesin!" dedi amcası.

Ama çocuk babasına karşı hiç büyücülük numarası yapmadı. Dayaklara sessizce katlanarak, hünerini gizlemeyi öğrendi.

Ona pek bir kıymeti yokmuş gibi geliyordu. Onun için karanlık bir odada gümüşsü bir ışık yapmak, ya da kaybolmuş bir iğneyi düşünerek bulmak, ya da elini tahta üzerinde gezdirip konuşarak eğrilmiş bir ek yerini düzeltmek o kadar kolaydı ki, neden bu kadar yaygara yaptıklarını anlayamıyordu. Ama babası bu "kestirmeleri" yüzünden ona çok hiddetleniyordu; hatta bir keresinde yaptığı işle konuştuğu için ağzına vurarak, marangoz işlerini sessizce aletlerle yapmasını sağlamıştı. Annesi açıklamaya çalışmıştı. "Bu çok büyük bir mücevher bulmak gibi bir şey," demişti, "biz koca bir pırlanta bulsak, saklamayıp da ne yaparız? Onu senden satın alabilecek güçteki herkes, seni öldürebilecek güce de sahiptir. O yüzden saklı tutmak gerek. Kendini büyük insanlardan ve onların mahir adamlarından sakın!"

"Mahir adamlar" diyorlardı büyücülere o günlerde.

Gücün bahşettiği hünerlerden biri de gücü tanımaktır; çok büyük bir ustalıkla gizlenmemişse, büyücüler büyücüleri hemen bilir. Oğlanın ise, on iki yaşında bile gelecek vaat eden bir allame sayıldığı gemi yapımcılığı dışında hiçbir ustalığı yoktu. Tam o sıralarda, doğumu esnasında annesine yardımcı olmuş olan ebe gelerek ailesine, "Bırakın işten sonra akşamları bana gelsin. Şarkıları öğrenip isim gününe hazırlanması gerek," dedi.

Bunda tuhaf bir şey yoktu çünkü Susamuru'nun ablasına da aynı şeyi yapmıştı; o yüzden annesiyle babası akşamları onu kadına yolladı. Fakat kadın Susamuru'na Yaradılış şarkılarından fazlasını öğretti. Hem onun, hem de kendisi gibi hiçbir ünleri olmayan, bazılarının ise şüpheli bir ünü bulunan bazı erkekler ve kadınların belli bir dereceye kadar büyücülük hüneri vardı; bunlar gizli gizli ellerindeki irfanı ve hünerlerini paylaşıyorlardı. "Eğitilmemiş bir yetenek, kılavuzsuz bir gemiye benzer," dediler Susamuru'na ve bildikleri her şeyi ona öğrettiler. Pek fazla bir şey bilmiyorlardı, öğrettiklerinin içinde büyük sanatlara başlangıç sayılabilecek şeyler vardı; ailesini kandırdığı için kendisini kötü hissetse de bu bilgiye ve zavallı öğretmenlerinin iyilikleriyle övgülerine karşı koyamıyordu Susamuru. "Eğer kötülük için kullanmazsan, bir zararı olmaz," dediler ona; Susamuru da bu konuda söz vermekte hiç zorlanmadı.

Şehrin batı surlarının dışında akan Serrenen ırmağında ebe, Susamuru'na gerçek ismini verdi; Havnor'dan uzaktaki adalarda bu ismiyle hatırlanır.

Bu insanlar arasında, kendi aralarında Dönüşümcü dedikleri yaşlı bir adam vardı. Dönüşümcü Susamuru'na birkaç gözbağı büyüsü göstermişti; oğlan on beş yaşlarına gelince de yaşlı adam onu Serrenen kıyısındaki kırlara götürerek bildiği tek gerçek dönüşüm büyüsünü gösterdi. "İlk önce şu çalıyı görünüşte bir ağaca çevirdiğini görelim bakalım," dedi ve Susamuru hemencecik yaptı bunu. Gözbağı oğlana o kadar kolay gelmişti ki yaşlı adam telaşlandı. Susamuru biraz daha bir şeyler öğretmesi için ona yalvarıp yakarmak zorunda kalmış ve sonunda eğer Dönüşümcü'nün büyük büyüsünü öğrenirse onu ister kendi, ister bir başkasınınki olsun, bir yaşam kurtarmak dışında hiçbir nedenle kullanmayacağına dair gerçek ve gizli ismi üzerine yemin etmişti. O zaman yaşlı adam büyüyü ona öğretti. Ama hep gizlemek zorunda olduğu için bunun pek bir işe yaramadığını düşünmüştü Susamuru.

En azından tersanede babası ve amcasıyla çalışırken öğrendiklerini kullanabiliyordu; iyi bir usta olmaya başlamıştı, babası bile bunu kabul ediyordu.

O sıralarda, hem şehrin, hem de Havnor'un doğusuyla batısının diktatörü kendisine İç Deniz'in Kralı diyen Losen adında bir deniz korsanıydı. O zengin ülkeyi haraca kesen Losen, bu parayı diğer ülkeleri talan edip esir toplamaları için yolladığı askerlerini ve filosunu zenginleştirmek için kullanıyordu. Susamuru'nun amcasının da söylediği gibi gemi yapımcılarını işsiz bırakmıyordu. İş arayan adamların dilencilikten başka bir iş bulamadıkları ve Maharion saraylarında sıçanların cirit attığı bir zamanda işleri olduğu için minnettarlık duyuyorlardı. Alınlarının akıyla çalıştıklarını söylüyordu Susamuru'nun babası; yaptıklarının ne amaçla kullanıldığı onları ilgilendirmezdi.

Fakat Susamuru'nun diğer eğitimi onu bu konularda huysuzlaştırmış, vicdanını hassaslaştırmıştı. O sırada inşa etmekte oldukları kadırga Losen'in kürek mahkûmları tarafından savaşa götürülecek ve bir gemi dolusu yeni esirle geri dönecekti. Bu güzel geminin öyle kötü bir amaca alet edilmesini düşünmek onu yıpratıyordu. "Neden eskisi gibi balıkçı tekneleri yapmıyoruz?" dedi babasına. "Çünkü balıkçılar bize para ödeyemez," diye cevapladı babası.

"Losen kadar çok ödeyemez. Ama hayatta kalırız," diye tartışmaya çalıştı Susamuru.

"Kralın buyruklarını geri çevirebileceğimi mi zannediyorsun? Yaptığımız bu kadırgalarda kürek mahkûmlarıyla birlikte kürek çekmeye yollandığımı mı görmek istiyorsun? Kafanı kullan oğul!"

Böylece Susamuru kararlı bir kafa ve kızgın bir kalple onlarla çalışmaya devam etti. Bir kapana kısılmışlardı. Eğer kapandan kurtulmaya yaramayacaksa doğuştan bir güce sahip olmanın kıymeti ne? diye düşünüyordu.

Bir usta olarak vicdanı yapmakta olduğu geminin marangozluk işlerinde bir hata yapmasına izin vermiyordu; ama bir büyücü olarak vicdanı gemiye bir tılsımcık yapabileceğini, geminin omurgasına veya direklerine bir lanet dokuyabileceğini söylüyordu. Herhalde bu, gizli sanatını iyilik için kullanmak sayılırdı. Evet, zarar vermek içindi ama sadece zararlılara zarar vermek için. Öğretmenlerine bundan söz etmedi. Eğer yanlış bir şey yapıyorsa bu onların suçu değildi ve bu konuda bir şey bilmeyeceklerdi. Uzun süre düşündü, nasıl yapması gerektiğini çözdü ve büyüyü büyük bir titizlikle hazırladı. Bu bulma büyüsünün tam zıddıydı: Kaybetme büyüsü, diye isim takmıştı kendi kendisine. Gemi yüzecekti, gayet güzel idare edilecek ve dümen kıracaktı ama dümen tam olarak doğru yöne dönmeyecekti.

İyi bir emeğin ve iyi bir geminin kötüye kullanılmasını protesto etmenin en iyi şekliydi bu. Kendisiyle gurur duyuyordu. Gemi denize indirildiğinde (her şey yolunda görünüyordu, çünkü kusuru açık denize açılıncaya kadar belli olmayacaktı) yaptığını yaşlı adamlardan, ebelerden, ölülerle konuşabilen kamburdan ve şeylerin isimlerini bilen kör kızdan oluşan öğretmenlerinden gizleyemedi. Yaptığı numarayı anlattı; kör kız güldü ama yaşlılar, "Dikkat et. İhtiyatlı davran. Gizli kal," dediler.

*

Losen'in hizmetinde, kendi deyimiyle cadılığın kokusunu iyi aldığı için kendisine Tazı diyen bir adam vardı. Görevi Losen'in yiyeceklerini, içeceklerini, giysilerini, kadınları yani düşman büyücülerin ona karşı kullanabileceği her şeyi koklamaktı; savaş gemilerini incelemek de onun işiydi. Gemiler büyülere ve nazara karşı zayıf, tehlikeli unsurlara açık şeylerdir. Tazı güverteye ayak basar basmaz bir şeyin kokusunu almıştı. "Hayret," dedi, "bu da kim?" Dümene giderek elini üstüne koydu. "Bu, çok zekice," dedi. "Ama kim bu? Yeni gelen biri sanırım." Takdirle kokladı. "Çok zekice," dedi.

*

Hava karardıktan sonra Gemi Yapımcıları Caddesi'ndeki eve geldiler. Tekmeleyerek kapıyı açtılar ve silahlı, zırhlı adamlar arasında duran Tazı, "O. Diğerlerini bırakın," dedi. Susamuru'na ise alçak, dostane bir sesle şöyle dedi: "Kıpırdama." Genç adamda büyük bir güç sezmişti, onu biraz ürkütmeye yetecek kadar. Fakat Susamuru'nun kendisini kurtarmak veya bu güruhu durdurmak amacıyla büyü kullanmayı düşünemeyecek kadar fazlaydı kederi, eğitimi ise çok azdı. Kendisini onların üzerine atıp, sonunda başına yediği bir darbeyle bayılıncaya kadar bir hayvan gibi boğuştu. Bir daha mahir adam yetiştirmesinler diye bir ders vermek amacıyla Susamuru'nun babasının çenesi kırıp, annesiyle teyzesini bayıltıncaya kadar dövdüler. Sonra da Susamuru'nu alıp gittiler.

Daracık sokakta bir kapı bile açılmamıştı. Kimse gürültünün ne olduğunu anlamak için dışarı bakmadı. Komşuların bir kısmının gelip ellerinden geldiğince Susamuru'nun ailesini avutması için adamların gitmesinden sonra epey bir vaktin geçmesi gerekmişti. "Ah bu bir lanet, bu büyücülük bir lanet!" dediler.

…….

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X