Tefekkür, s. 34 - 38
"Her Zaman Seni İzleyen Bir Şey Var"
Kaplamanın çatlağında saklanan örümceğin
kafasındaki sekiz parlak kara amber damlası.
Kırmızı balığın gözü kendi duru dünyasından
bizim derinlik ve yok oluştan ibaret dünyamıza bakan.
Loş bir salonda üç parçalı bir ayna
çoğaldıkça küçülen kendi karanlığında.
Bir teleskop şehrin öbür ucunda ya da Eldebaran yıldızında.
İnandığın o kıskanç tanrı. Komşularının iflah olmaz hırsı.
Güneş, ta kendisi, dönmeye başladığında
yalnızca bir kez göz göze geldiğin.
Odandaki yaşlı hayalet
hiç görmediğin
o ürkek misafirin.
Yolunu kaybettiğin ormanlar,
nereye gittiğini senden iyi bilen.
Bana Öyle Geliyor ki
Zaman başlamadan önceki sonsuz boşlukta
benlik yoktur ve ruh kaynaşmıştır
sisle, taşla, ışıkla. Zamanla,
ruh razı eder puslu benliği var olmaya.
Yavaş zaman benliği taş gibi sertleştirirken
ruhu giderek hafifleştirir, öyle ki ruh sonunda
kendini tutmayı bırakır
özgürce sonsuzluğa döner ve ışığa
zamandan sonraki o uzun ışığa karışır gider.
Dışgörü
Görünmezdir bir yarım
kendime,
içimdeki
her şeye bir örtüdür tenim.
Gözlerim yıldızları görür de
göremez zihnimi.
Düşündükçe daha da
yabancılaşırım kendime.
İçgörü içimin yarı körü:
sınırlanmış dış görünüşlerle.
Nerededir benin özü?
Neler var içimde
görülmemiş, söylenmemiş?