Ayşegül Devecioğlu:
"Öykü ile Hayat Arasındaki Sınırlar Çoktan Kayboldu"
Hatice Ebrar Akbulut, dunyabizim.com, 30 Haziran 2016
Ayşegül Devecioğlu, Ağlayan Dağ Susan Nehir, Kuş Diline Öykünen, Ara Tonlar isimlerindeki romanları dışında, Kış Uykusu ve Başka Aşklar isimlerindeki öykü kitaplarının yazarı. Devecioğlu, bireyi toplumdan bağımsız olarak görmeksizin ele alıyor. Aynı zamanda da toplumun bireye dayattıklarının üzerinde duruyor. İnsanı, bir durum içinde oluşu yönüyle psikolojik, bir sosyal olgu içerisinde oluşu yönüyle de sosyolojik açılardan öykülerinde anlatıyor.

Devecioğlu’nun öykü karakterleri yaralı ve kırık insanlar. Anlatıcı, bizzat yaşanılanlar üzerinden, hayatın kendisi üzerinden öyküler yazıyor. İnsana ve doğaya saygı anlatıcının dikkatle üzerinde durduğu konulardan. İnsanlık durumlarını bir yara gibi algılayan anlatıcı, insanlığın yaşadığı trajedileri öykülerine taşıyor.

Ayşegül Devecioğlu ile öykülerine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ayşegül Devecioğlu, edebiyatın çeşitli türlerinde yazılar yazmış bir isim. Edebiyat serüveniniz nasıl başladı ve öykü yazmaya nasıl yöneldiniz?

Okuyucu olarak edebiyatla haşır neşir olmamın tarihi eski. Ama buna serüven demek ne denli doğru bilmiyorum, çünkü edebiyatla okur ya da yazar olarak ilişki her zaman serüvenden daha fazla şey ifade eder. İlk romanım 2004 yılında yayınlandı. Kuş Diline Öykünen. İkinci romanım (Ağlayan Dağ Susan Nehir) ardından, Kış Uykusu adlı öykü kitabım çıktı. Kitabın ilk öyküsünün de adıydı “Kış Uykusu” ve öyküyü yazarken, bir öykü kitabı haline getirme fikrim de yoktu. Sonra birikmiş başka anlatılar da olduğu ve öykü formunun içine daha iyi yerleşebilecekleri ortaya çıktı. Öykü ve roman farklı anlama -anlatma ihtiyaçlarının ürünü. Ancak dünya bize parçalanmış bir görünüm sunuyor, türler arasındaki katı ölçütler de esnekleşti, metin türleri arasında geçişkenlik söz konusu. Her seferinde söylediğim gibi metin de kendi biçimini seçiyor.

Öykülerinizde bir yaraya dokunuyorsunuz. Yoksulluk, hastalık karşısında insanın çaresiz ve aciz kalışı, arkadaşlıkların yarım kalışı, kentlerin yapısının bozulması, güçlünün güçsüzü ezmesi, bedenini satan kadınların artması gibi konulara değiniyorsunuz. Bu bakımdan toplumcu gerçekçi bir çizgide öyküler yazdığınızı söyleyebilir miyiz?

Aslında ben bu söylediklerinizi anlatmıyorum, yalnızca dünyayı bana göründüğü haliyle dile getiriyorum. Yazdıklarımın toplumsal gerçekçi diye adlandırılan metinler arasına girdiğini sanmıyorum. Kaldı ki, toplumcu gerçekçilik ve benzerleri, edebiyat tarihinde belli eserleri ya da belli bir dönemi içeren tanımlar olarak iş görse de, edebiyat- toplum- birey ilişkisini anlamlandırdığımız dünyaya elinizde sadece ve kabaca bu tanımla girdiğinizde aydınlatmak istediği şeyi kararttığını da görüyorsunuz. En bireysel anlatıda hatta bir bireyin değil herhangi bir canlının ya da doğa parçasının ya da bir nesnenin de hikâyesi anlatılsa da burada toplumsalın izi kaçınılmaz olarak var. Kurmacanın dünyası gerçeklikten beslense de sanal.

Toplumsal gerçekçiliğin dünyasına dahil edilen “edebiyat araç mıdır, amaç mıdır” ya da “toplum için sanat”, “birey için sanat” klişeleri gibi ufuk açıcı ve anlamlı olmayan, edebiyatın hayatı bir ayna gibi yansıttığı yanılgısından kaynaklanan ve gerçekte edebiyat-toplum-birey ilişkisi için fazla bir şey söylemeyen, tam tersine sizi bir labirente hapseden çerçevelerin içinde düşünmemek gerekiyor.

Her renkten, dinden, görüşten insanın bir arada yaşayabileceği, kardeş olabileceğini söylüyorsunuz “Beşmeşelik’te Bazı Tuhaf İşaretler” öyküsünde. Öyküler, kardeşlik duygularını pekiştirebilir mi, böyle bir amaca önderlik edebilir mi, ne dersiniz?

Aslında öyküde böyle bir çıkarsama yapmıyorum, yalnızca farklı kökenlerden, belki bir ölçüde farklı yaşam tarzları da olan insanların toplandığı, sürüldüğü ya da göçtüğü bir mahalleden ve bu mahallede yaşamı değiştirme umudunun insani- toplumsal durumu nasıl zenginleştirdiğinden söz ediyorum. Öyküler kırk yıllık savaştan ve Türkiye’nin uzun kıyım tarihinden dolayı yıpranmış, klişeye dönüşmüş, kardeşlik duygusu dahil insana yakıştırmaktan vazgeçmediğimiz, vazgeçmemiz, bir direniş hattı gibi korumamız gereken bütün duyguları pekiştirebilir elbette. Ancak edebiyatın dünyası hayata paralel değil, onun alternatifi de olamaz. Kurmacanın gerçekliği de bildiğimiz ve yaşadığımız anlamda gerçeklik değil. Kurmacanın içinde biz bütün dünyalılığımızla var oluyoruz. Öyküden ya da romandan etkileniyoruz, kendimiz üzerine, hayat üzerine düşünüyoruz. Öykü kahramanlarıyla özdeşleşiyoruz, başka âlemlerde geziniyoruz; ama sonunda dünyaya geri dönüyoruz. Eylemenin, değiştirmenin, dönüştürmenin tek bir yeri var, o da hayat. Ayrıca ben öykü ile hayat arasındaki sınırların çoktan kaybolduğunu düşünüyorum. Bu da önderlik konusunu içinden çıkılmaz bir hale getirir.

Hangi öykücülerden etkilendiniz? Kimleri okuyorsunuz?

Sait Faik, Sabahattin Ali, Yusuf Atılgan, J. D. Salinger, Panait İstrati...

Öykülerinizde, istediği gibi yaşayamayan insanın isyanı duyuluyor. İnsanın değişmeyen öyküsü değişebilir mi? “İstediğimiz gibi yaşayalım” cümlesini kurabileceğimiz, bunun öyküsünü yaşayabileceğimiz bir dünya var mı sizce?

İnsanlar hayatlarını ve dünyayı değiştirebilirler. Böyle bir değişim mümkün olursa,  insanların eşit ve özgür, doğa ve diğer canlılarla hegomanya kurmak için değil, şefkat ve merakla ilişki kurdukları, şimdi belki hayal etmekte zorlanacağımız bir dünya yaratmaları mümkün olursa, hiç kuşku yok, edebiyat/öykü bu değişimin asıl kaynakları arasında olacak.

Okuyabileceğiniz diğer Ayşegül Devecioğlu söyleşileri
▪ "Dünyanın değişeceğine iman etmeli"
Hale Kaplan Öz
▪ "Edebiyatla, adalet ve onur gibi kavramların doğduğu kaynak aynı..."
Anıl Mert Özsoy, Gazete Duvar, 27 Ekim 2024
▪ "Yeninin olmadığı bu yüzden eskinin de olmadığı bir hal"
Şadiye Dönümcü, bianet, 9 Kasım 2024
▪ "Dönmek Mümkün mü Artık Dönmek?"
Emel Gülcan, bianet, 16 Mayıs 2015
▪ "Edebiyatla anlatmak eşsiz bir yol..."
Semih Gümüş, Notos, Temmuz 2015
▪ "Toplumdan bağımsız birey tasavvuru mümkün değil"
Seda Babanur, Cumhuriyet Kitap, 22 Nisan 2015
▪ "Hiçbir Hayat Sıradan Değildir!"
Emel Gülcan, Bianet, 12 Kasım 2011
▪ "Yazarın amacı ve meselesi edebiyattır"
Said Çangır, İAN Edebiyat, Eylül 2015
▪ "Edebiyat 'eksik' bir anlamı yakalamaya cüret eder"
Irmak Zileli, K24, 9 Mart 2017
▪ "Parçalanmış bir dünyada beden nasıl yekpare kalabilir?"
Aynur Kulak, K24, 12 Mayıs 2022
▪ "Kuş Diline Öykünen - 11342"
Özay Yaşar, Baraka, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayını, Şubat 2004
▪ "Yapılanların üstünü örterek hakikati kaybettik"
Sefa Kaplan, Hürriyet Cumartesi, 14 Şubat 2004
▪ "Anımsamanın en gerçek, en acılı yolu ifade etmek"
Berat Günçıkan, Cumhuriyet, 7 Mart 2004
▪ "Kuş Diline Öykünen - 11430"
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 7 Mart 2004
▪ "Zamana hükmederken"
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 12 Eylül 2004
▪ "Birlikte Yaşamak Macera Değil"
Sema Aslan, Milliyet Sanat, Mart 2007
▪ "Ağlayan Dağ Susan Nehir"
Ayça Örer, Taraf, 25 Mayıs 2008
▪ "Çingenelerin dili şifalı zehir"
Ufuk Matara, Akşam Kitap Eki, 29 Haziran 2008
▪ "Öykülerim ima etmiyor, açıkça söylüyor..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 29 Mayıs 2009
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X