| | Ayşegül Devecioğlu: "Yapılanların üstünü örterek hakikati kaybettik" Sefa Kaplan, Hürriyet Cumartesi, 14 Şubat 2004 "Ana koş, sosyal faşistler abimi dövüyor." Yılmaz Erdoğan’ın, kendi hayatından kesitler aktarırken 12 Eylül’e de değindiği Vizontele Tuuba’nın en çarpıcı diyaloglarından biri bu sözlerle başlıyordu. Ne sosyalden, ne faşistten, ne de sosyal faşistten haberi olmayan Siti Ana değildi sadece. Filmi beraber izlediğimiz kızım İren Özlem de, sinemayı dolduran diğer seyirciler de muhtemelen ilk kez duyuyorlardı bu kavramı. Peki ama neydi 12 Eylül, neler olmuştu yakın tarihin bu içler acısı döneminde? Zihnimizin mağaralarına kilitlemeye çalıştığımız o dönem bu kez de Ayşegül Devecioğlu’nun Kuş Diline Öykünen romanıyla geliyor gündeme. Devecioğlu’nun romanı, bilinen "12 Eylül romanları" kalıbının dışında bir iklimde geziniyor. Unutanları, unutmuş gibi yapanları, unutarak kurtulacaklarını sananları hatırlamaya davet ediyor 24 yıl sonra. Pek çok hemcinsi gibi işkencede tecavüze uğrayan Gülay’ın ile ‘bir gül bahçesine girercesine’ ölüme koşan Caner’in hikâyesi, yakın tarihin bu karanlık dönemine acısı hayli belirgin bir ışık serpiyor. Devecioğlu ile Kuş Diline Öykünen’i konuştuk. 24 yıl sonra yeniden 12 Eylül. Neden, hâlâ anlatılmamış veya anlatılması gereken bir şeyler mi var?Biz aradan 24 yıl geçmesine rağmen 12 Eylül’le hesaplaşabilmiş değiliz. Hatırlanmak istenmeyen, düpedüz kaybolmuş bir zaman var ortada. Üstelik bu zaman, arkasında hiç iz bırakmamış. Çünkü zaman kayboldu, derken bu döneme ilişkin anıların, simgelerin, dönemi betimleyen şeylerin ve bu döneme ilişkin değer yargılarının da kaybolduğundan söz ediyoruz. Peki ama 12 Eylül’le ilgili pek çok şey yazıldı..."12 Eylül romanı" deyince birçok insanın anımsadığı metinler ya da filmler daha çok bunlar. 12 Eylül’ü yaşamış insanlar da romanlar yazdı. Ben bunları edebi metinden çok bir tür savunma ihtiyacının sonucu olarak algılamak gerektiğine inanıyorum. Bu metinlerin yazarları, akıl almaz işkencelere, zulümlere uğramışlardı. Başlarına gelenleri yalnızca anlatmak için değil, kendi içlerinde anlamlandırabilmek için de kaleme sarıldılar. Ve çok insani bir yönelimle edebiyata sığındılar. Ancak edebiyatı amaç değil, araç olarak görüyorlardı. Edebiyata sadık kalmayınca, okuyanlar üstünde etkili olabilecek bir metin de ortaya çıkmıyor. Daha çok, dönemi yaşayanları bile yabancılaştıran kaba propaganda malzemelerine dönüşüyor yazılıp çizilenler. Kuş Diline Öykünen’in, 12 Eylül’ü anlatan diğer romanlardan temel farkları ne? Şimdiye kadar ya idealize edilmiş, kusursuz devrimci kahramanlar anlatıldı ya da hasta eylemciler...En önemlisi mağdur psikoloji içinde yazılmış bir roman değil bu. Her ne kadar kitabın kahramanı Gülay hırpalanmış bir kimlikse de, roman mağduriyet üzerinden iletişim kurmayı amaçlamıyor. Eleştirel yaklaştım, çünkü solun tarihsel iddiası bağlamında kendisine eleştirel yaklaşabilecek gücü var diye düşünüyorum. O zaman amaç, 12 Eylül’ü yaşamış insanlardan ziyade, yeni okura, belki de 12 Eylül’de doğup bugün 24 yaşını idrak eden okura seslenmek mi?Benim amacım Gülay’la Yavuz’un trajik hikâyesini anlatmaktı. Bunu anlatmak için de kayıp olan zamanı yeniden kendi gerçekliği içinde kurmak gerekiyordu. Yani bu hikâye, o zamanın dokusu yeniden örülmeden anlatılamazdı. Solun o dönemdeki toplumsal meşruiyetini anlatmak için kurgusal zamanın yanında, düşsel bir zaman yarattım ve dönemin eğilimlerini bu parçalarda anlatarak hikâyeye bir zemin kazandırmaya çalıştım. Ben edebiyata inanıyorum. Ancak edebi bir metnin insanlara böyle bir dönemi anlatabileceğine, etkili olabileceğine, kaybolmuş duyarlılıklarını yeniden uyandırabileceğine inanıyorum. Amacım edebiyat olduğu için, edebiyat okuruna seslenmek istedim elbette. Vizontele Tuuba, Cem Karaca’nın ölümü ve bu roman tesadüfen üst üste geldi. Hani sanki yeniden bir 12 Eylül hesaplaşması veya tartışması başlayacak gibi bir hava var ortada...Toplumların hayatında her şeyin bir zamanı var. Şimdi hatırlamanın zamanı. Biz 12 Eylül’ü hep birlikte unuttuk. Bilinçli bir unutmaydı bu. Murat Belge’nin dediği gibi, "12 Eylül topluma bir deli gömleği giydirmişti." Akılda kalan tek şey, sağ-sol çatışması oldu. Şimdi hatırlamak için de bilinçli bir çaba gerekiyor. Öte yandan dönemi yaşayan insanlar da yavaş yavaş konuşmaya başladılar, anı kitapları çıkıyor. Filmler yapılıyor. Sanırım bu toplumun kolektif zamanı ile ilgili bir durum. Ben de o zamanın bir parçasıyım. İnsanlar için travma yaratan geçmiş yaşantılarıyla yüzleşmek, yeniden başlayabilmek, olgunlaşabilmek, kimlik kazanmak için nasıl hayati bir ihtiyaçsa, toplumlar için de öyle. Gülay’ı sorgulayan polisler, ona tecavüz ediyorlar. Bu çok konuşuldu ama galiba bir kadın yazar tarafından ilk kez anlatılıyor.Ben de ilk olduğunu zannediyorum. Ancak burada ayırt edici olan Gülay’ın işkenceyi anlatması değil, bunu bir kadınlık durumu olarak algılaması. Çünkü Gülay, tecavüzün, bedenine kendi arzusu dışında birisinin dokunmasının bir kadın için ne anlama geldiğini kavramaya çalışıyor. Gülay’ın durumunda olan o kadar çok insan vardı ki. İşkencede taciz ve tecavüzün bunca yaygınlığına rağmen, ortaya çıkmamasının sebebi, kadınların bunu kolay kolay konuşamaması. Gülay da konuşamıyor zaten, hapishanedeki arkadaşlarıyla bile konuşamıyor. Ama başına geleni bir kadınlık durumu olarak algılamaya başladıkça, üstünde düşünmeye başlıyor. ‘Devrimci Doktor Remzi’ de taciz ediyor Gülay’ı. Polislerden çok farklı davranmıyor yani.80 öncesinde devrimci kadınlar ve erkekler, kadın-erkek ilişkileri konusunda, toplumun geri kalan kesimlerinden çok da farklı bir bilince sahip değillerdi. Ve tabii Remziler de vardı. Hiç konuşmayan, yaşadıklarını hiçbir zaman anlatamayan Gülaylar da. Hakikat, öncelikle solcuların vazgeçmemesi gereken bir şey. Ne var ki, hakikati biz kendi kendimize kaybettik. Hiç vazgeçmemiz gerekirken, en çabuk elden çıkardığımız şey oldu hakikat. Yaşanan acıların, uğranılan zulmün etkisiyle bütün davranışlarımıza bu savunma refleksi hakim oldu. 12 Eylül’ün ardından uğranılan topyekûn saldırı bu refleksi artırdı. "Bir devrimci asla tecavüz etmez" gibi sözlerin arkasına sığındık. Benim romanda böyle bir olaya yer vermemin nedeni, bu olayların konuşulmamasının solculara zarar verdiğine inanmak. Yalan her şeyden fazla zarar verir bize. Çünkü biz insanlara hakikati borçluyuz. Ama sen umutlusun. Kitabın sürpriz finali de bunu koyuyor ortaya. Gülay, o sayfaya kadar "Çocuk" diye geçiştirdiği yeğeninin adını söylüyor ilk kez ve çocuğun adı "Devrim." Ne yazık ki, "Devrim", tek gözlü. İroni mi bu?Epey yara almış bir Devrim ama netice itibariyle tek gözü var. Şimdi bu tek göz daha iyi görmek zorunda. Kaybının acısına rağmen dünyayı daha iyi kavramak zorunda. Bunu yapabildiği zaman ve yapabildiği ölçüde umut da var. Okuyabileceğiniz diğer Ayşegül Devecioğlu söyleşileri ▪ "Dünyanın değişeceğine iman etmeli" | Hale Kaplan Öz | ▪ "Edebiyatla, adalet ve onur gibi kavramların doğduğu kaynak aynı..." | Anıl Mert Özsoy, Gazete Duvar, 27 Ekim 2024 | ▪ "Yeninin olmadığı bu yüzden eskinin de olmadığı bir hal" | Şadiye Dönümcü, bianet, 9 Kasım 2024 | ▪ "Dönmek Mümkün mü Artık Dönmek?" | Emel Gülcan, bianet, 16 Mayıs 2015 | ▪ "Edebiyatla anlatmak eşsiz bir yol..." | Semih Gümüş, Notos, Temmuz 2015 | ▪ "Öykü ile Hayat Arasındaki Sınırlar Çoktan Kayboldu" | Hatice Ebrar Akbulut, dunyabizim.com, 30 Haziran 2016 | ▪ "Toplumdan bağımsız birey tasavvuru mümkün değil" | Seda Babanur, Cumhuriyet Kitap, 22 Nisan 2015 | ▪ "Hiçbir Hayat Sıradan Değildir!" | Emel Gülcan, Bianet, 12 Kasım 2011 | ▪ "Yazarın amacı ve meselesi edebiyattır" | Said Çangır, İAN Edebiyat, Eylül 2015 | ▪ "Edebiyat 'eksik' bir anlamı yakalamaya cüret eder" | Irmak Zileli, K24, 9 Mart 2017 | ▪ "Parçalanmış bir dünyada beden nasıl yekpare kalabilir?" | Aynur Kulak, K24, 12 Mayıs 2022 | ▪ "Kuş Diline Öykünen - 11342" | Özay Yaşar, Baraka, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayını, Şubat 2004 | ▪ "Anımsamanın en gerçek, en acılı yolu ifade etmek" | Berat Günçıkan, Cumhuriyet, 7 Mart 2004 | ▪ "Kuş Diline Öykünen - 11430" | Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 7 Mart 2004 | ▪ "Zamana hükmederken" | Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 12 Eylül 2004 | ▪ "Birlikte Yaşamak Macera Değil" | Sema Aslan, Milliyet Sanat, Mart 2007 | ▪ "Ağlayan Dağ Susan Nehir" | Ayça Örer, Taraf, 25 Mayıs 2008 | ▪ "Çingenelerin dili şifalı zehir" | Ufuk Matara, Akşam Kitap Eki, 29 Haziran 2008 | ▪ "Öykülerim ima etmiyor, açıkça söylüyor..." | Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 29 Mayıs 2009 |
|