| | Ayşegül Devecioğlu: "Yeninin olmadığı bu yüzden eskinin de olmadığı bir hal" Şadiye Dönümcü, bianet, 9 Kasım 2024 “Hayatlarının kaybolmuş, şimdi ne kendileri ne başkaları için anlamı olan o dönemini geride bırakmak, bu yeni vahşi dünyada ne pahasına olursa olsun geride bırakmak, bu yeni vahşi dünyada ne pahasına olursa olsun ayakta kalmak gerekiyordu. Üstlerine nasıl bir şaşkınlık, budalalık çöküvermişti. Ne yapsalar içlerindeki boşluğun dolmayacağını o zamanlar kaç kişi hissetmişti? Başlarına gelenin, kendileriyle birlikte dünyanın da başına gelenin adını hemen koyamamışlardı, uzun süre karanlıktaydılar. Özellikle ilk zamanlarda ne demek olduğunu tam kavrayamadan yenilgi sözcüğüne sığınmışlardı. Sonra her biri kendi yalnızlığı içinde keskin, dayanılmaz bir acıyla olanı kavramıştı. Artık ne uğruna ölecekleri, ne de yaşayacakları bir şey vardı.”
Yukarıdaki metni, Ayşegül Devecioğlu’nun Kuma Daireler Çizen adlı son kitabından, bir siyasi polisiye olan romanından aldım.
1980 öncesi Türkiye ile bugünlerin Türkiye’si bir arada yer alıyor romanda ve bir annenin, kızı cinayet işlemiş bir annenin verdiği mücadele anlatılıyor. Bir iş insanını öldürmüş kızı ve dahası bunu itiraf etmiş. Eskiden devrimci olan eski kocasının bu cinayetteki rolü ne? Öl(dürül)en aslında kim? Yasa dışı bir örgütle ilişkisi olan ölen ile öldüren arasında nasıl bir ilişki var? Anne kızını kurtarmak için kimlere karşı mücadele veriyor?
“Dünyadaydı. Ama sen, siz… Dünyada değilsiniz sanki.”
Devecioğlu’nun ilk polisiye romanı olan bu kitaptaki kurgusu çok başarılı. Romanın katmanlarını aça aça, -belki- tırnaklarıyla kazıya kazıya, acıta acıta ve –hatta- kanata kanata okura sunuyor. Dahası çokça düşündürüyor, sorgulatıyor, annenin verdiği mücadeleyi kıvrak, akıcı ve yalın bir dille anlatırken.
Kitabın sonuna eklediği teşekkür notunda, kafasındaki hikâyeyi polisiye olanaklarıyla anlatmaya karar verdiğinde, hayatın ve memleketin de türlü zorlukları esirgemediğini belirten Devecioğlu “Yaşanan pek çoğu da can yakıcı olayların romanda hangi kılıkta kendini gösterdiğini kitabın yazarı dahil kimse bilemeyecek.” diyor.
Romanı hızla okuyup bitirdiğimde, bende kalan tat kekremsiydi, genzimi yakan. Yüreğimi kaplayan tat ise buruk; anlamlandıramadığım ya da anlamlandırmak istemediğim.
Koleksiyonunda dokuzuncu sırada yer alan bu kitabında okurunu satırlarında, sayfalarında polisiye yazmanın gereklerini de yerine getirerek sürükleyen Devecioğlu, toplumsal mücadelenin -her daim- içinde çok uzun yıllardır. Yazdığı tüm hikâye ve romanlarında, hayata karşı –siyasi- duruşunun etkisi –hep- çok nettir, okuruyla tahlillerini cömertçe paylaşır, okurunu düşünmeye ve sorgulamaya davet eder.
Ayşegül Devecioğlu’nun tüm yapıtlarında kahramanları hep hayatın içindendir ve çok sık karşılaşılmayan kişiliklerdedir. Kuma Daireler Çizen romanının kadın karakteri olan anne de öyle bir kahraman. Bu karakterin iç dünyasını da ilmek ilmek örerek okurunun kahramanıyla bütünleşmesini sağlamış bu kez de, başarıyla. Yine yazarın kahramanlarına verdiği isimler de çoğu kez ilginçtir. Mesela bu kitaptan örnek: “Yüksek Yerlerden Konuşan” ve “Bir Yerden Gelip Her Yere Giden“ ve “En Kötünün İyisi” gibi.
Devecioğlu’na sordum, yanıtladı
Neden bu roman?
Bu sorunun yanıtını sanırım pek çok yazar veremez. Hangi metnin önceliği vardır? Neden kimi metinler dile getirilme ihtiyacını pek çok yolla dayatır. Daha çok içimde büyüyen bir hali bana edebiyat yoluyla görünür olanı ve ifadelere kurguya dile sığdırmaya ilişkin bir ihtiyaç diyebilirim.
Neden polisiye bir roman?
Polisiye, kitaba yazdığım teşekkür notunda da belirttiğim gibi hem çok keyif alarak okuduğum, meraklısı olduğum -hatta hastası olmak ifadesini kullanmıştım- bir tür. Özellikle toplumsal meseleler söz konusu olduğunda bir çok olanak içerdiğini düşünüyorum. Ama bunlar oturulup ince ince hesaplanmış şeyler değil, daha çok bir çekilme, metnin bu ihtiyacını hissetme gibi şeyler. Kitaptaki ana karakterin psikolojisini, hep birlikte içinde yaşadığımız çirkefin ve örgütsüzlük ve zayıflık nedeniyle mahkûm olduğumuz çaresizliği adım adım daha iyi açabileceğimi hissetmiş olduğumu sanıyorum.
Kadının o bilmeden bilme hali sezgilerin, yavaş yavaş, somut, acı, dayanılmaz ve kaçınamayacağı bir bilgiye dönüşmesi polisiyenin imkanlarıyla daha iyi anlatıldı. Ya da bana öyle geliyor. Önceden planlar yapan bir yazar değilim, metnin beni şekillendirmesine, beni altüst etmesine, yazma sürecinde hem dünyayla hem belki bütün tarihsel toplumsallığın ham malzemesi diyebileceğimiz bilinç dışıyla alışverişin ki, bu metinde açığa çıkar ve zihninizde neler saklandığını siz bile bilemezsiniz- beni sürüklemesine izin veriyorum. Bu hem çok tuhaf, hem riskli, hem de keyifli. İzin vermek, bir çeşit metin kanalıyla dünyayla uzlaşmaya çalışmak çünkü her metin bir uzlaşmadır.
Neden siyasi polisiye?
İçinde bulunduğumuz durum tepeden tırnağa siyasi ya kavrayabilmek için siyasileştirmek gerekiyor, benim siyasi polisiyeye ki aslında polisiyelerin her türlüsünü sevmeme rağmen siyasi polisiyeler daha çok ilgilim çekiyor, solculara daha uygun aslında. Yani meseleye toplumsallıkla, ekonomi politiğin odağından bakmak. Oraya doğru çekileceğim de belliydi. Bu bir tercih elbette ve daha önce de söylediğim gibi anlatım açısından sadece olanaklar değil kısıtlar da içeriyor. Yine o yüzden şimdi yarıladığım devam niteliğinde bir roman dışında üçüncüsünü yazıp yazamayacağımı bile bilmiyorum, dünya belki bir üçüncüsü için bana açılır, belki açılmaz.
Romanda geçmişle bugün iç içe. Senin için nasıl?
Beni geçmişten çok bugün ilgilendiriyor, geçmiş bugünü biçimlendirdiği ölçüde işin içinde. Romanın başlangıç cümlesinde ifade edilen hiçbir şeyin beklenmeme hali bana göre çağın trajedisi. Bu ifadeyle romanı bugüne yerleştiriyorum, ne duyduğum ne anlattığım geçmişin acısı değil, bugün. Bugün siyasetten sanata, toplumsal ve bireysel ilişkilere her şey yansıyan o küflü hal. Yeninin olmadığı bu yüzden eskinin de olmadığı bir hal. Tanımlamak kolay değil, kendi kuşağıma ait olduğunu hissettiğim bu ruh halini bu dünyada bulunuş halini metnin dokusuna sindirmek de kolay değil.
“Kuma Daireler Çizen” için bu roman bir sağaltım mı?
Kuşkusuz öyle bir yanı da vardır, çünkü anlattığım şeyle yüzleşmek hele yazma sürecinin yaralı, kanlı zemininde yürümek de kolay değil. Kendimizi sağaltmanın pek çok yolunu buluruz, yas tutmanın da. Yas sonsuz kılık değiştiren bir duygu. Ki yeni ve güçlü bir mücadele ortaya çıkmadan, toplum bizler sonsuz bir yasa hapsedilmiş gibiyiz. Ben aynı zamanda siyasi mücadelenin içinde aktif yer almaya çalışarak da kendimi sağaltıyorum, aksi halde yaşamam mümkün değil, zamanım kalmadığı zihnim parçalandığı için isyan ediyorum, ama belki böyle olmasaydı ne romanlar ne öyküler olurdu.
İnsan her metinle birlikte roman olabilir, öykü olabilir bunların en zoru şiir olabilir. Dünyanın içinden bir kez daha geçiyor, (galiba bunu yapmanın en azından benim için tek yolu da bu) Her seferinde kendine ve dünyaya ilişkin yeni bir şeyler kalıyor geride. Bunu yazmaya başlamadan bilemiyorum ama yazmaya başladıktan sonra o zamana kadar hiç karşılaşmadığım şeylerle karşılaşacağımı biliyorum; hem biraz endişe, hem heyecan veren bir durum. Endişe var çünkü neye ne kadar dayanabileceğinizi bilemiyorsun, taşındığınız yeni yerde tutunabilecek misin? Hangi yolla? Yine de insan bir şekilde kalma, tutunma, devam etme gücünü buluyor.
Sorularımı yanıtlarken pek çok kez ‘kolay değil’ ifadesi kullandın. Neden?
Belli ki bir anlamı var. Belki şişenin içinden çıkan cinsten bir mesaj. Bu mesaj nereden geliyor diye sormazsın herhalde.
Sormam! Okuyabileceğiniz diğer Ayşegül Devecioğlu söyleşileri ▪ "Dünyanın değişeceğine iman etmeli" | Hale Kaplan Öz | ▪ "Edebiyatla, adalet ve onur gibi kavramların doğduğu kaynak aynı..." | Anıl Mert Özsoy, Gazete Duvar, 27 Ekim 2024 | ▪ "Dönmek Mümkün mü Artık Dönmek?" | Emel Gülcan, bianet, 16 Mayıs 2015 | ▪ "Edebiyatla anlatmak eşsiz bir yol..." | Semih Gümüş, Notos, Temmuz 2015 | ▪ "Öykü ile Hayat Arasındaki Sınırlar Çoktan Kayboldu" | Hatice Ebrar Akbulut, dunyabizim.com, 30 Haziran 2016 | ▪ "Toplumdan bağımsız birey tasavvuru mümkün değil" | Seda Babanur, Cumhuriyet Kitap, 22 Nisan 2015 | ▪ "Hiçbir Hayat Sıradan Değildir!" | Emel Gülcan, Bianet, 12 Kasım 2011 | ▪ "Yazarın amacı ve meselesi edebiyattır" | Said Çangır, İAN Edebiyat, Eylül 2015 | ▪ "Edebiyat 'eksik' bir anlamı yakalamaya cüret eder" | Irmak Zileli, K24, 9 Mart 2017 | ▪ "Parçalanmış bir dünyada beden nasıl yekpare kalabilir?" | Aynur Kulak, K24, 12 Mayıs 2022 | ▪ "Kuş Diline Öykünen - 11342" | Özay Yaşar, Baraka, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayını, Şubat 2004 | ▪ "Yapılanların üstünü örterek hakikati kaybettik" | Sefa Kaplan, Hürriyet Cumartesi, 14 Şubat 2004 | ▪ "Anımsamanın en gerçek, en acılı yolu ifade etmek" | Berat Günçıkan, Cumhuriyet, 7 Mart 2004 | ▪ "Kuş Diline Öykünen - 11430" | Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 7 Mart 2004 | ▪ "Zamana hükmederken" | Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 12 Eylül 2004 | ▪ "Birlikte Yaşamak Macera Değil" | Sema Aslan, Milliyet Sanat, Mart 2007 | ▪ "Ağlayan Dağ Susan Nehir" | Ayça Örer, Taraf, 25 Mayıs 2008 | ▪ "Çingenelerin dili şifalı zehir" | Ufuk Matara, Akşam Kitap Eki, 29 Haziran 2008 | ▪ "Öykülerim ima etmiyor, açıkça söylüyor..." | Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 29 Mayıs 2009 |
|