| ISBN13 978-975-342-734-0 | 13x19,5 cm, 288 s. |
|
Yerdeniz, 6 Kitap Takım, 0 | Mülksüzler, 1990 | Yerdeniz Büyücüsü, 1994 | Rocannon'un Dünyası, 1995 | Dünyaya Orman Denir, 1996 | Balıkçıl Gözü, 1997 | En Uzak Sahil, 1999 | Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, 1999 | Atuan Mezarları, 1999 | Tehanu, 2000 | Yerdeniz Öyküleri, 2001 | Bağışlanmanın Dört Yolu, 2001 | Öteki Rüzgâr, 2004 | Uçuştan Uçuşa, 2004 | Dünyanın Doğum Günü, 2005 | Marifetler, 2006 | İçdeniz Balıkçısı, 2007 | Sesler, 2008 | Güçler, 2009 | Rüyanın Öte Yakası, 2011 | Aya Tırmanmak, 2012 | Yerdeniz (6 Kitap Tek Cilt), 2012 | Malafrena, 2013 | Zihinde Bir Dalga, 2017 | Lao Tzu: Tao Te Ching, 2018 | Şimdilik Her Şey Yolunda, 2019 | Yazma Üzerine Sohbetler, 2020 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Açılış bölümü, s. 11-12. On dokuzuncu yaşıma girdiğim yılın mayıs ayında, kutsal yemeğe tuz almak için nehrin ağzındaki tuz yatağına gitmiştim. Tita ile Maruna da benimle gelmişti. Babam tuzu eve taşımamıza yardımcı olsunlar diye yaşlı bir ev hizmetçisiyle bir çocuk ve eşek vermişti yanımıza. Tuz yatağı sahile birkaç kilometre mesafede sadece, ama biz bu yolculuğu dışarıda gecelediğimiz bir pikniğe dönüştürmüştük. Zavallı eşekçiğe yiyecek yüklemiş, tuz yatağına gitmek için bütün bir günü harcamış, nehir ve deniz kıyısının yukarısında kalan, otlarla kaplı bir kumul üzerinde kamp kurmuştuk. Beşimiz ateşin etrafına oturup akşam yemeği yemiş, güneş denizde batar, mayıs alacakaranlığı gittikçe mavi bir hal alırken şarkılar söylemiştik. Sabah günün ilk ışığıyla birlikte uyanmıştım. Diğerleri derin uykudaydı. Kuşlar şafak korolarına daha yeni başlamıştı. Kalkıp nehir ağzına doğru yürümüştüm. Elimi daldırıp nehirden bir avuç su almış ve nehrin adını –Tiber, Baba Tiber– ve eski, gizli adlarını –Albu, Rumon– söyleyerek adak niyetine tekrar nehre dökmüştüm. Sonra elime tekrar su almış ve o tuzlumsu suyu kana kana içmiştim. Gök yeterince aydınlıktı, nehir akıntısının medcezir etkisiyle kabaran deniz sularıyla karşılaştığı hattaki uzun, sert dalgaları görebiliyordum. O hattın daha da ilerisinde, loş denizde gemiler görmüştüm, güneyden gelen, dümen kırıp nehir ağzına yönelen bir dizi koca, kara gemi. Gemilerin iki yanından sıra sıra uzun kürekler kanat gibi havaya kalkıp iniyordu alacakaranlıkta. Gemiler suların karıştığı hatta birbiri ardına dalgaları göğüslemiş, havaya kalkıp sulara gömülmüş ve birbiri ardına nehirden içeri girmişti. Gemilerin uzun, kavisli, üçlü mahmuzları tunçtandı. Kıyıda, tuzlu çamur içinde çömelmiştim. İlk gemi nehre girmiş ve küreklerin su üzerindeki ağır, yumuşak vuruşlarıyla sabit bir hızla, kapkara, kocaman, yanımdan geçip gitmişti. Kürekçilerin yüzleri gölgede kalmıştı, ama bir adam geminin kıç güvertesinde gökyüzüne karşı ayakta duruyor, ileriye bakıyordu. Yüzü haşin ama savunmasız; karanlığa doğru bakıyor, dua ediyor. Onun kim olduğunu biliyorum. Son gemi de küreklerin o yumuşak, zahmetli vuruş ve telaşı içinde, ağaçları her iki yakada sıklaşan ormanda kaybolduğunda kuşlar her yerde şakımaya başlamıştı ve gök doğudaki tepelerin üzerinde iyice aydınlanmıştı. Kampımıza tırmanmıştım tekrar. Hiçbiri uyanmamıştı henüz; gemiler uykularında yanlarından geçip gitmişti. Onlara gördüğüm şeylerden bahsetmemiştim. Tuz çukuruna gitmiş, bir yıllık ihtiyacımızı karşılayacak tuzu elde edebileceğimiz kadar çamurlu kurşuni toprak toplayıp eşeğin sepetlerine yüklemiş ve evin yolunu tutmuştuk. Yolda oyalanmalarına izin vermemiştim, biraz mızmızlanmış, ağırdan almışlardı, gene de öğleden önce eve varmıştık. Kralın yanına gitmiş ve "Şafak vakti büyük bir donanma nehirden içeri girdi baba," demiştim. O da üzgün bir edayla bana bakmış ve "Bu kadar çabuk ha..." demişti yalnızca. |