| | Elif Şafak: "Hafızamı Kaybettim, Hükümsüzdür" Seda Arıcıoğlu, Cosmopolitan Dergi, Mart 2006 Elif Şafak'ın hakkında 'son derece sivri dilli' dediği romanı "The Bastard of İstanbul" Amerika'da Penguin tarafından yayımlanıyor. Kitabın Türkçe çevirisi " Baba ve Piç" tatlı dilli. Onun babasından uzak olduğunu, oradan oraya dolaştığını hayatı boyunca, kitapları ne çok sevdiğini bilenler her karakterde yazarın izini sürebilir. Kitapta 'yazar'ın ne işi var diyenlere ise unutmak önerilir; bildiğini unutan aradığını bulacaktır. Ne kadar iyi unutulursa, o kadar kolay hatırlanır kökler, başlar, sesler... Berliner Zeitung'a verdiğiniz bir röportajda, roman yazmanın size kendinizi 'klonlama şansı' verdiğinden bahsetmişsiniz. Neden kendinizi klonlamak ihtiyacı içindesiniz?Aslında ben zaten çoğul olduğuma, sekiz ayrı ses barındırdığıma inanırım. Bence insan denilen mahluk zaten çoğul ve çok başlı. Ama bunu sansürlüyor, bastırıyoruz. Bir bedende birden fazla insan barınır. Ne var ki sosyal ilişkilerde, hayatın başka başka alanlarında hep bir yanım ya da birkaç yüzüm dışarıda kalır hissine kapılırım. Romancılık işte o bütün BEN'lerin birlikte olabildiği tek zemin. O zaman sekizimiz birden aynı anda konuşur aynı anda var olabiliriz. 'Tepeden yazanlar' ve 'içerden yazanlar' olmak üzere iki tip romancı vardır diyorsunuz. Okurken, sizin gibi içerden yazdığını hissettiğiniz yazar(lar) kim?İçerden yazan yazar ile tepeden yazan yazar arasındaki ayrımı okur hemen fark eder. Metnin dokusuna, karakterlerin yapısına kadar sinmiştir bu ayırım. İçerden yazan yazarlara pek çok örnek vermek mümkün. Virginia Woolf, Jeannette Winterson ya da Gombrowicz. Bizden de çok isim var, mesela: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sevgi Soysal, Leyla Erbil, İhsan Oktay Anar. Bu yazarlar içerden yazanlar. Baba ve Piç’te karakterler, yaşadıklarının bir sonucu/toplamı olarak kendi isimlerini seçmiş gibiler... Bu bağlamda Asya'nın, anlatının 'piç'i olması konusunda ne söylersiniz?Piçlik bizde, bizim kültürümüzde daha sert bir çağrışıma sahip. İngilizce'de öyle değil. 'Bastard' kelimesinin kültürel anlamı 'piç' kelimesinin kültürel anlamı kadar keskin değil. Bizde, nasıl söylendiğine de bağlı olarak, 'piç' bir hakarettir, incitir. Oysa piçlik aynı zamanda köksüzlük demek. Piç, geçmişi olmayan demek, tarihi olmayan. Roman hafıza üzerine kurulu. Asya'nın merkezde olması ise bilerek oynanmış bir oyun. Hafızanın hikayesini geçmişi olmayan bir piçten daha iyi kim anlatabilir. Yazmak 'oldukça mantıksız bir tutkudur' diyorsunuz...Yazmak mantık dışı bir akış diyorum aslında ve aynı zamanda bir tutku. Eğer ortada tutku yoksa sürdüremezsiniz. Ama eğer her şeyi akıl ve mantıkla kurmaya çalışırsanız o zaman da hiçbir risk almazsınız. Yazar yazarken risk almak durumunda. Ne yazdığını tam olarak bilmeden yazacaksın ki metin seni de şaşırtsın, karakterler seni de gafil avlasın. Öğrencilerinize ne vermek istiyorsunuz?Öğrencilerime vermeye çalıştığım iki temel şey var: eleştirel düşünme ve bunu ifade yeteneği. Bizdeki eğitim sistemi bireyselleşmeyi teşvik etmez. Başkalarına benzemezsen cezalandırılırsın. Vasat olanı kutsar bizim eğitim müfredatımız. Ezberciliği kutsar. Bunun tam tersini hedeflemekten yanayım: özgür ve eleştirel düşünebilen bireyler... "Araf" bir romanınızın da adı. "Baba ve Piç"te de sıkça kullandığınız kelimelerden biri bu. Yazarın bilinç altında veya üstünde ayrı bir yeri var gibi bu kelimenin. Biraz konuşabilir miyiz bu konuda?Eşikler benim için önemli yerler. Eşiklere cinlerin meşveret yeri denirmiş Osmanlı'da. Yani insana ait yerler değil. Basmayacaksın eşiklere. Kalmayacaksın arada. Ya orada ya burada olacaksın. Benim edebiyatım ve kişiliğim ise tam tersine arafta kalma üzerine kurulu. Tekinsiz ama alabildiğine zengin ve derin bir haldir eşik. Dünya tarihiyle, ülkeler tarihiyle ilgilenmeyen fakat kendi tarihini, bugününü, görülebilir geleceğini en ince ayrıntısına kadar düşünüp tartışan birinin dünyanın işleyişi ile ilgili 'sağlıklı' bir fikri olabileceği düşüncesine katılır mısınız?Sadece kendi kültürünü bilen, sadece kendi doğrularını yankılayan insanlarla arkadaşlık eden birinin sağlıklı düşünmesi mümkün değil. Ne öğrenirsek yabancıdan öğreniriz aslında. Yani bize benzemeyenden. Odur zihnimizi açacak olan. Mesele şu, yabancıyı evrenine buyur etmeye hazır mısın? Pek çok insan bu konuda kapalı ve korkularla dolu. Kendi doğrularının dışına çıkan bir şey duymaya tahammülü yok. Siz nerelisiniz?Ben Türkiyeli ve Dünyalı'yım. Strasbourg'da doğdum, çocukluğum Madrid'de İspanya'da geçti. Ardından Ürdün ve Almanya dönemleri oldu. Derken İstanbul, derken Boston, Michigan, Arizona ve gene İstanbul. Ben İstanbul'a çok bağlı hissediyorum kendimi ama aynı zamanda birden fazla kültürden besleniyorum. Yazmadığınız, öğretmediğiniz, okumadığınız ve araştırmadığınız zamanlarda ne yapmaktan keyif alıyorsunuz? Sizi besleyen diğer 'var olma' biçimleri nelerdir?Yazı hayatımın her anında benimle. Ama roman biter bitmez uzaklaşıyorum ondan, bünyemden atmak istiyorum. Kalırsa zehirliyor artık. Roman mevsimi bitince daha sosyal, daha dengeli biri oluyorum. Dostlarımı, dostluklarımı önemserim. Çok seyahat ediyorum, yalnızlıktan ve dostlardan ve aşktan ve seyahat etmekten ve sinemadan ve müzikten ve bilhassa tasavvuftan beslenirim her zaman. Okuyabileceğiniz diğer Elif Şafak söyleşileri ▪ "Beşi bir romanda!" | Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004 | ▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar" | Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004 | ▪ "Kelimelerin de insanlar gibi ömrü vardır" | Melih Bayram Dede, Dergibi.com, 2000 | ▪ "Sayılarda gizlenen 'Mahrem'" | Pınar Göksan Aker, Cumhuriyet Kitap, 18 Kasım 2000 | ▪ "Karakterlerimin kâtipliğini yapıyorum" | Işıl Sönmez, Özlem Şimşek, Cumhuriyet Dergi, 2002 | ▪ "Pislik tam da içimizde" | Filiz Aygündüz, Milliyet Kültür Sanat, 21 Mart 2002 | ▪ "Pislik, belki de sandığımız kadar pis değildir" | Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 22 Mart 2002 | ▪ "Sezgilerimle yazıyorum" | Hasan Öztoprak, E Dergisi, Nisan 2002 | ▪ "Tasavvuf benim edebiyatçılığımın ayrılmaz / ayrışmaz bir katmanı" | Melih Bayram Dede, Dergibi, 5 Nisan 2002 | ▪ "Sekiz ayrı yüzüm var, sekizi de birbiriyle çelişiyor" | Nuriye Akman, Zaman, 21 Nisan 2002 | ▪ "Yazmamayı da her zaman bir seçenek olarak gördüğüm için yazabiliyorum" | Feridun Andaç, Varlık, Temmuz 2002 | ▪ "Hikâye anlatmayı bilen bir yazar" | Feridun Andaç, Cumhuriyet Dergi, 11 Temmuz 2002 | ▪ "Elif Şafak kendini anlatıyor" | Alper İlhan, düşLE İnternet Edebiyat Dergisi, Sayı 25, 2003 | ▪ "Aslolan kitaptır, kâtibi değil" | Efnan Atmaca, Akşam, 28 Aralık 2003 | ▪ "Cehaletin kutsanmasına anlam veremiyorum" | Sevengül Sönmez, Zaman Turkuaz Eki, 18 Ocak 2004 | ▪ "İşittim ve itaat ettim, yabancılık hissi geçmeyecek!" | Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Mart 2004 | ▪ "Türkçenin geçirdiği 'dil budaması devrimi'nden üzüntü duyuyorum." | , Dünya Gazetesi, 21 Nisan 2004 | ▪ "Arafta kalmak, hudutları aşmaktır" | Elif Tunca, Zaman, 10 Mayıs 2004 | ▪ "Hep deliliğe yakın oldum" | Nuriye Akman, Zaman, 16 Mayıs 2004 | ▪ "'Çok olmak' mümkün!" | Fadime Özkan, Zaman gazetesi ve Dergibi, 25 Mayıs 2004 | ▪ "Beni anlatmak değildir edebiyat, ben olmaktan çıkmaktır." | Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 15 Temmuz 2004 | ▪ "Med-Cezir, yazma mevsimiyle romandan kurtulma mevsimi arasındaki sarkaçtı" | İhsan Yılmaz, Hürriyet Cumartesi Keyif Eki, 3 Aralık 2005 | ▪ "Mozaik değil ebru modeli konuşulmalı" | Derya Sazak, Milliyet, 12 Aralık 2005 | ▪ "Derdimiz Nobel almak değil onaylanmak" | Fadime Özkan, Yeni Şafak, 3 Ocak 2006 | ▪ "Kuşaklar arasında hafızayı kadınlar aktarıyor!" | Cem Erciyes, Milliyet Sanat Dergisi, Mart 2006 | ▪ "Geçmişi bir an evvel elimizden çıkarılacakbir bavul gibi görmüşüz" | İhsan Yılmaz, Hürriyet Pazar Keyif Eki, 5 Mart 2006 | ▪ "Ben siyasetçi ya da tarihçi değil yazarım, benim derdim insanla" | Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Nisan 2006 |
|