Elif Şafak:
"Ben siyasetçi ya da tarihçi değil yazarım, benim derdim insanla"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Nisan 2006
İki aile... İkisi de kadınlarla dolu. Sevdiklerini boğarcasına seviyorlar. Mutfaklarından benzer kokular yükseliyor. Kaynakları başka olmakla birlikte ortak korkular taşıyorlar. Biri Kazancı ailesi, İstanbul'da eski bir konakta yaşıyor; diğeri Çakmakçıyanlar, Amerika'da... Hem çok aynılar hem çok farklı... İşte yeni romanı Baba ve Piç’te bu ailelerin öyküsünü anlatıyor Elif Şafak. Kadınlar ve Ermeni sorunu gibi birbirine yakın iki damardan ilerleyen romanı, ağırlıklı olarak "kimlik" kavramı üzerinde duruyor.

Aslında 375 sayfalık uzun bir aşure tarifi Baba ve Piç. Bölüm adları aşurenin malzemelerinden oluşan kitap, Ermeni meselesi ve kadınlar üzerinden kimlik sorununu işliyor. Neden aşure?

Öncelikle, aşure gibi birden fazla unsuru birbirine karıştıran metaforları seviyorum. Aşurede aynı zamanda çokkültürlülük, çokseslilik var. Her malzemenin tadını tek tek fark edersin. Ama bir de incirle nohutun yan yana gelerek oluşturduğu bütün var. O anlamda aşure, özellikle son dönemde yitirdiğimiz kozmopolit kültüre de atıfta bulunan önemli bir metafor.
       Ama yemek kültüründen seçilmiş bir metafor...
       Radikal bir kavram yemek kültürü; müthiş bir inadı, dinamizmi var. Milliyetçiliğin dize getiremeyeceği tek tük şeyden biri.

"Kıvamı tutmazsa bir daha denersin"

Bir yandan da aşure, kıvamını tutturamadığında içinde malzemelerin yüzdüğü tatsız bir lezzete bürünebilir... "Ben 'yazar olarak' tarifi veriyorum gerisi okuyucuya kalmış" diye düşündünüz mü?

Denersin tutturamazsın, bir daha denersin, bir daha, bir daha. O anlamda bunu ucu açık bir süreç olarak görüyorum. Demokrasi de öyle bir şey değil mi, attığın bir adımda çuvallarsın, tekrar denersin ama vazgeçmezsin; öğrenmeye çalışırsın. Kozmopolit kültür de öğrenilen bir şey bence, onun kıvamı, dengesi elden ele, toplumdan topluma zaman içinde oturur. Yeter ki pişmesine izin verilsin.

Kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Beni ilk harekete geçiren şey Ermeni-Amerikalı feminist bir akademisyen oldu. Bir kokteylde tanıştık. Ertesi gün bana bir mail attı: "Ben soykırıma uğramış bir Ermeni ailesinin torunuyum. Sen bir Türksün ve benim arkadaşım olabilmen için önce soykırımı tanıyıp tanımadığını öğrenmem lazım." Ona dedim ki, Amerikalı yazar Kurt Vonnegut'ın bir kitabında bir sahne vardır. 1915'te Türkiye'den kaçmak zorunda olan bir adamın oğlu babasına "Eğer günün birinde bir Türk ile karşılaşırsan ondan ne duymak istersin?" diye sorar. Baba da der ki, "Herhalde bir Türkten biz gittikten sonra yokluğumuzu hissedip hissetmediğini öğrenmek isterim." Ben de onu yazdım: Siz gittikten sonra memleketimiz daha çorak hale geldi. Kültürel, sanatsal, felsefi, toplumsal ve vicdani olarak pek çok açıdan çoraklaştık. Bu e-mail'i aldıktan hemen sonra çıktı geldi; kendisiyle dost olduk. Oradaki Ermenilerin yüzde 80'i için "yasını paylaşıyorum, yokluğunu hissediyorum" gibi basit cümleler bile yeterli.
       Soykırımı tanıyorum ya da tanımıyorum gibi bir yanıt değil bu...
       Ben tarihçi, diplomat ya da siyasetçi değilim. Ben yazarım; derdim insanla, insanların zihnini dönüştürmekle, kalıplarını kırmakla. Bunu yapmak için de kavramları, sayıları, istatistiksel tartışmaları bir kenara bırakıp hikayeler üzerinde yoğunlaşmak lazım. Tarihte mutlak doğruların olduğuna inanmıyorum, soykırım kelimesini kullanmayışımın bir nedeni de bu. Çok mutlak bir kavram soykırım; çok sistematik, organize bir katledişi çağrıştırıyor. Osmanlı'da yaşananın bu olduğundan emin değilim. Ama ortada büyük bir acı ve haksızlık var.

Ve ardından kitabı yazmaya başladınız...

Konferanslara katıldım, çok fazla malzeme topladım. Sözlü arşivlere girdim. Ermeni-Türk entellektüeller ağında yer aldım. 1915'te yaşamış, hâlâ Türkçe konuşan Ermenilerin aile hikayelerini dinledim. Ermeni gençlerin "bilinç yükseltme amaçlı" kurdukları web sitelerini yakından takip ettim.

"Biz hatırlamazsak onlar unutmaz"

Romanda Ermeni meselesi kadınlar üzerinden anlatılıyor. Neden kadınlar?

Türkiye'de kültür bir kuşaktan bir kuşağa akamadı. Bir kuşak sayacı sıfırlayarak başladı. Bu kültürel anlamda çok büyük bir çoraklaşma yarattı. Var olan kültürel sürekliliğin kadınlar aracılığıyla aktığına inanıyorum.

Kitabın 8 Mart'ta çıkması kadın tarafını biraz öne çıkarmayacak mı?

Çıkaracak. Bu, bilerek seçtiğimiz bir tarih. "Baba ve Piç", Türkiye'deki milliyetçi ideolojiye eleştirel bakan bir kitap. Ama cinsiyetçiliğe de bir o kadar eleştirel bakıyor. Aslında bu ikisinin birbirini beslediğini düşünüyorum.

Kitapta Armanuş kastedilerek "Sadece Ermeni olduğu için değil bir kadın olduğu için de bibliyofil olmaktan kaçınması gerekiyordu" deniyor. Diasporada böyle mi düşünülüyor?

İlk duyduğumda ben de çok şaşırmıştım. Sonra bunu birçok yerden duydum. Daha entelektüel, şehirli, orta sınıf, üst sınıf diaspora ailelerinde istemiyorlar çocuklarının bibliyofil olmalarını... Özellikle de 1915'te tehcir başlamadan önce tutuklanan 250'ye yakın Ermeni aydının ailelerindeki dördüncü, beşinci kuşak... Bunu bizzat büyükdedeleri o listede olanlardan dinledim defaten.
       Türklerin soykırımı asla kabul etmesini istemeyenlerden de söz ediliyor: "Türkler bunu kabul ederse ayağımızın altındaki halıyı çekip bizi bir arada tutan en güçlü belki de tek bağı ortadan kaldıracaklar." 1915'in, Ermenileri bir arada tutan bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz?
       Diasporadakileri bir arada tutan bir bağ bu. Onlara ortak, kolektif bir kimlik veriyor. Sanal ortamda dahi bunu net kurabiliyorlar. Tabii ben daha entelektüel, aydın Ermenilerden bahsediyorum. Onlar kendi milliyetçiliklerine de çok eleştirel bakabilen insanlar.

"Aslında Türkler 1915'i tanısa, bizim kendi içimizdeki farklılıklar da daha görünür hale gelecek" diyenler var. Bu bir tür mazlum psikolojisi değil mi?

Evet ama biz Türkler kendi zulmümüzü tanımadan başkalarının o mazlum psikolojisinden çıkmasını bekleyemeyiz. Ben hatırlamadan başkalarının unutmasını beklemeye hakkım yok. Kendi hatalarımı dile getireceğim ve bundan dolayı üzgün olacağım ki karşı taraf da mazlum psikolojisinden çıkabilsin.

Kitapta da sık sık vurgulanan özür dileme meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Ben özür dilemenin olgunlaştırıcı bir şey olduğunu düşünüyorum, o anlamda da bundan gocunmamak gerekiyor. Şuna inanıyorum; devlet bir şey yapmayacak, değişim devletten gelmeyecek ama tek tek biz bireyler olarak şunu söyleyebiliriz: Bu acıyı tanıyoruz, acınızı paylaşıyoruz. Eğer bir faydası olacaksa özür diliyorum tüm yaşananlardan dolayı.

Peki "Benim de ninemi, dedemi Ermeniler kesti" diyen bir grup var, kitapta da geçen... Onların durumu?

Tamam onu da konuşalım. Ermeni çetelerinin Doğu'da bastığı Türk köyleri var. Ama şunun da adını koyalım; tehcir çok makro düzeyde yaşanan bir insanlık dramı. İkisini aynı kefeye koymayalım. İlla ki aynılaştırmadan ikisini de aynı anda konuşabilirim ve taraf tutmak zorunda değilim. Tarihin çok yüzü var, birinin pahasına birini ayıklamaya karşıyım.
Okuyabileceğiniz diğer Elif Şafak söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Kelimelerin de insanlar gibi ömrü vardır"
Melih Bayram Dede, Dergibi.com, 2000
▪ "Sayılarda gizlenen 'Mahrem'"
Pınar Göksan Aker, Cumhuriyet Kitap, 18 Kasım 2000
▪ "Karakterlerimin kâtipliğini yapıyorum"
Işıl Sönmez, Özlem Şimşek, Cumhuriyet Dergi, 2002
▪ "Pislik tam da içimizde"
Filiz Aygündüz, Milliyet Kültür Sanat, 21 Mart 2002
▪ "Pislik, belki de sandığımız kadar pis değildir"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 22 Mart 2002
▪ "Sezgilerimle yazıyorum"
Hasan Öztoprak, E Dergisi, Nisan 2002
▪ "Tasavvuf benim edebiyatçılığımın ayrılmaz / ayrışmaz bir katmanı"
Melih Bayram Dede, Dergibi, 5 Nisan 2002
▪ "Sekiz ayrı yüzüm var, sekizi de birbiriyle çelişiyor"
Nuriye Akman, Zaman, 21 Nisan 2002
▪ "Yazmamayı da her zaman bir seçenek olarak gördüğüm için yazabiliyorum"
Feridun Andaç, Varlık, Temmuz 2002
▪ "Hikâye anlatmayı bilen bir yazar"
Feridun Andaç, Cumhuriyet Dergi, 11 Temmuz 2002
▪ "Elif Şafak kendini anlatıyor"
Alper İlhan, düşLE İnternet Edebiyat Dergisi, Sayı 25, 2003
▪ "Aslolan kitaptır, kâtibi değil"
Efnan Atmaca, Akşam, 28 Aralık 2003
▪ "Cehaletin kutsanmasına anlam veremiyorum"
Sevengül Sönmez, Zaman Turkuaz Eki, 18 Ocak 2004
▪ "İşittim ve itaat ettim, yabancılık hissi geçmeyecek!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Mart 2004
▪ "Türkçenin geçirdiği 'dil budaması devrimi'nden üzüntü duyuyorum."
, Dünya Gazetesi, 21 Nisan 2004
▪ "Arafta kalmak, hudutları aşmaktır"
Elif Tunca, Zaman, 10 Mayıs 2004
▪ "Hep deliliğe yakın oldum"
Nuriye Akman, Zaman, 16 Mayıs 2004
▪ "'Çok olmak' mümkün!"
Fadime Özkan, Zaman gazetesi ve Dergibi, 25 Mayıs 2004
▪ "Beni anlatmak değildir edebiyat, ben olmaktan çıkmaktır."
Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 15 Temmuz 2004
▪ "Med-Cezir, yazma mevsimiyle romandan kurtulma mevsimi arasındaki sarkaçtı"
İhsan Yılmaz, Hürriyet Cumartesi Keyif Eki, 3 Aralık 2005
▪ "Mozaik değil ebru modeli konuşulmalı"
Derya Sazak, Milliyet, 12 Aralık 2005
▪ "Derdimiz Nobel almak değil onaylanmak"
Fadime Özkan, Yeni Şafak, 3 Ocak 2006
▪ "Hafızamı Kaybettim, Hükümsüzdür"
Seda Arıcıoğlu, Cosmopolitan Dergi, Mart 2006
▪ "Kuşaklar arasında hafızayı kadınlar aktarıyor!"
Cem Erciyes, Milliyet Sanat Dergisi, Mart 2006
▪ "Geçmişi bir an evvel elimizden çıkarılacakbir bavul gibi görmüşüz"
İhsan Yılmaz, Hürriyet Pazar Keyif Eki, 5 Mart 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X