 | ISBN13 978-975-342-285-7 | 13X19,5 cm, 216 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Mahrem Görmeye ve Görülmeye Dair Bir Roman Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kapak ve İç Baskı Yaylacık Matbaacılık Ltd. Mücellit Sistem Mücellithanesi Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Ağustos 2000 | 16. Basım: Ekim 2009 |
Mahrem, Elif Şafak'ın üçüncü romanı. Şafak, Pinhan ve Şehrin Aynaları'nda kendine özgü dil kullanımı ve "öteki"yi romanın merkezine yerleştirme yaklaşımıyla, yeni bir tavrın da habercisi olmuştu. Mahrem, bu özellikleri bir adım öteye götürmesinin yanı sıra, kurgusal olgunluğuyla da ülkemiz edebiyatına kalıcı bir iz bırakacağını kanıtlıyor. Mahrem'in alt başlığı "Görmeye ve Görülmeye Dair Bir Roman". Adına uygun olarak bir gözle başlayıp, dört yüzyıla yayılan seyretme ve seyredilme, bakma ve görme, görme ve görülme öykülerini, ikisi de farklı nedenlerle "öteki" olan iki kahramanın hayatlarında birleştiriyor. Görme ve görülme takıntısını bir sözlükle ("Nazar Sözlüğü") kurumlaştırıp, romanında yer alan tüm figürleri karşımıza birer seyirlik olarak çıkarıyor. Mahrem'de "göz" daima dışlanmayla içerilmenin, "ben" ile ötekinin, aşk ile karanlığın orta yerinde, bir geçiş noktasında duruyor; tıpkı "Nazar Sözlüğü"ndeki "Gözbebeği" maddesinde olduğu gibi: "gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez. Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki âşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka 'gözbebeğim!' diye hitap edilir."  | OKUMA PARÇASI |
Açılış Bölümü, s. 17-26 "Rüyamda bir uçan balon görüyordum. Gıpgri gökyüzündeydi, bembeyaz bulutların arasında, sapsarı güneşin gölgesinde. Ben çatıya çıkmıştım. Aşağıdan uçan balona bakıyordum ki, şiddetli bir rüzgâr çıktı aniden. Aniden çıkan rüzgârın şiddetiyle sarsıldık hep birden. Simsiyah tozlar havalandı yerden. Uçan balon hızla sürükleniyordu. Onu gözden yitirmemek için vargücümle koşuyordum çatıların üzerinde. Ben koştukça kiremitler yuvarlanıyordu aşağıya. Eğilip baktım kiremitlerin düştüğü yere. Aşağıda, şehrin caddeleri ışıl ışıldı ve kalabalık. Yollara yuvarlanan kiremitler yüzünden arabalar kaza yapmıştı. Cart kırmızı, gıcır gıcır bir araba öfkeyle soluyordu yolun ortasında. Ön camını çatlatmıştı kiremitler. Çatlağın üzerine kocaman bir örümcek ağ kurmuştu. Değdikleri yere yapışan incecik, şeffaf iplikler uçuşuyordu etrafta. Arabanın sahibi beni arıyordu, aradığının ben olduğumu bilmeden. Gözünün önündeydim ama benden şüphelenmiyordu. Bembeyaz kar yağıyordu simsiyah tozların üzerine. Kaldırımdan yürümeye başladım. İpliklere basmamak için gayet yavaş yürüyordum. Birdenbire ayaklarıma takıldı gözlerim. Ayaklarımda kuş desenli yün patikler vardı. Evden çıkarken ayakkabılarımı giymeyi unutmuş olmalıydım. Utandım. Kimse görmeden, bir yerlerden ayakkabı bulmalıydım. Mağazaların vitrinleri cıvıl cıvıldı. Bale pabuçları, içi kürklü çizmeler, sandaletler, bağcıklı botlar, ince topuklu kadın ayakkabıları, yumurta topuklu erkek ayakkabıları, cicili bic... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Gül Dirican, “Elif Şafak’ın Mahrem’i”, Milliyet, 5 Eylül 2000 Mahrem'de çok rahat postmodern bir yapıdan bahsedebiliriz. Hani neredeyse öğrencilere örnek olarak verilebilecek yapıtlardan. Bunu söylerken dilin kullanımını ayrı tutuyorum. Benim başımın belası olan, biliyorum ki bazılarının çok sevdiği o dil oyunları bu romanda da hayli yer tutuyor. Temel itirazım da bu. Romanın başında, bir sağanak halinde yağan dil oyunları, ancak ikinci yarıdan sonra olmazsa olmaz hale dönüşebiliyor, romanın öyküsüne katkıda bulunabiliyor. Elif Şafak'ın öykü anlatıcılığı özellikle bu romanında berraklaşmış. Masalın dili, bu romanın sürükleyiciliğinde ana unsur olarak görülüyor ve Şafak'ın yepyeni diyebileceğimiz bir üslubunun da habercisi. Özellikle tarihsel diye kabaca adlandırabileceğim bölümlerden ayrılmak istemedim. Bu kitabın çok okunacağından ve tartışılacağından eminim. Adının "Mahrem" oluşu benim için sadece, istese de istemese de aşırı yer dolduran karakterle sınırlı. Romandan aldığım tatta, "mahremiyet" alt okumasına gerek yoktu ve bu gözle okuduğum için de beni suçlayamazsınız. Ben bu romanın masallarının peşinden gitmeyi tercih ediyorum. Atilla Birkiye, “'Karnaval dünyası'na yol alış”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2000 Basın engizisyon gibidir, dedik ama; gerçek engizisyonu Elif Şafak, Şehrin Aynaları romanında konu olarak almış. Bu roman geçen yıl (1999) İletişim Yayınları'ndan çıkan ikinci romanı. Kendi adıma romanı okuduktan sonra çok sevindim. Meğerse, Türkiye'de böylesine romanlar yazılıyormuş! Elif Şafak karşıma birden çıkıverdi. Daha doğrusu bir rastlantı, onu okuma vesilesi oldu. Çıkan kitaplarının duyurularını görmüştüm. Ama alıp okumamıştım. İsterseniz bir önyargı olarak kabul edin bunu. Bir süredir ''yeni'' leri pek izlemiyorum. Son yıllarda, son yapıtlarda edebiyatın, edebiyattan uzaklaştığını görmek beni rahatsız ediyor; acı çekiyorum! Bu yaz, Caz Festivali kapsamındaki bir konserde bilet bulamayıp da gerisin geri dönmek zorunda kalan dostumuz Serdar Katipoğlu ile karşılaşınca, Şafak'ın romanlarıyla da tanışmış oldum. İşi, –doğal olarak– kitaplarla fazlasıyla ilgilenmek olan kütüphaneci arkadaşım Serdar, dikkatimi bu romanlara çekti: Şehrin Aynaları ve Pinhan (1997, bu romanı hâlâ okuyamadım). Galiba, en iyi tanıtım ''fısıltı gazetesi'' yle oluyor... Şehrin Aynaları, engizisyon dönemine ilişkin ve ortaçağın karanlık sularında İspanya'da başlayıp İstanbul'da son bulan bir serüvenin romanı. Bilinçli olarak ölçüp biçilmiş bir kurguyla karşılaşıyoruz; aynı zamanda, yaratıcılık sürecindeki yazınsal savrulmaları da içinde barındıran ''mimari... Devamını görmek için bkz. |  |
Pınar Göksan Aker, “Sayılarda gizlenen 'Mahrem'”, Cumhuriyet Kitap, 16 Kasım 2000 Sessizliğin, altın kadar kıymetli olduğu mahallelerden birinde, bütün gün pencerenin önünde oturup çeyiz işlermiş ana kız. Hayallerin iğne deliğinden geçecek kadar küçük olmalı, dermiş kadın kızına. 'Baktın ki hayalin geçmedi iğnenin deliğinden, boşver onu. unut gitsin. İğne deliğinden geçemeyen hayaller boş hayallerdir. Hüsrandan başka bir şey getirmezler.' Kız dikkatle dinlermiş annesinin anlattıklarını. Sonra dalıp gidermiş hayallere. Ne vakit hayal kursa, elinden kayıverirmiş gergef; iğneyi de beraberinde götürerek.-Nazar Sözlüğü'nden "İğne deliği" Mahrem, 1999'un İstanbul'unda başlayıp 1999'un İstanbul'unda biten; araya tarihlerin, masalların, ülkelerin, hayvansı insanların, insansı hayvanların, kötülerin, zayıfların, çirkinlerin, güzellerin girdiği, zamanın ve mekânın geçmişle bugün arasında mekik dokuduğu bir roman... Genç yazar Elif Şafak'ın, Kem Gözlere Anadolu (1994), Pinhan (1997), ve Şehrin Aynaları'ndan (1999) sonra kaleme aldığı dördüncü kitabı, üçüncü romanı. Roman, farklı zaman ve mekândaki masalsı ve gerçek kahramanların ayrı ayrı öykülerinden kurulu... 1999'un İstanbul'unda karşımıza çıkan, şişmanlığı başına dert bir kadın kahraman... Yemesi için acıkması gerekmeyen, zaten her koşulda acıkan genç bir kadın... Sıkıldıkça yiyen, yedikçe sıkılan... Doydukça acıkan, acıktıkça neşelenen, neşelendikçe acıkan, acıktıkça y... Devamını görmek için bkz. |  |
Melih Bayram Dede, “Ruhdaşlarımı yazıyorum”, Yeni Şafak, 11 Ocak 2001 Mahrem, aynı zamanda bir sözlük aslında. Romanın içine geçirilmiş bir sözlük alışılmadık bir tarz. Kitapta yer alan sözlüğün romanın akıcılığını engelleyen bir faktör olduğu yorumları yapıldığı gibi, yararlı bulanlar da var. Şafak, Nazar Sözlüğü'nü eleştirenler kadar yararlı bulanların da olduğunu ifade ediyor. Romanı yazarken en çok sözlükte zorlandığını belirten romancı, "Benim için Nazar Sözlüğü maddeleri, hikâye içinde hikâye, kapılar içinde kapı demektir. İster açarsınız o kapıları, ister açmadan ilerlersiniz. İstediğiniz kapıdan çıkıp istediğiniz kapıdan metne tekrar girersiniz. Mahrem, yazarın konumunu ve iktidarını zayıflatan, okurun rolünü ve hareket serbestliğini artıran bir kitap" şeklinde konuşuyor. Mahrem'de şişman bir kadının iç dünyasını, "Bunları yaşamayan biri yazmış olamaz!" dedirtircesine bir anlatım zenginliğine sahip. Bunu nasıl başardığını sorduğumda ise sadece Mahrem'de değil, daha önceki romanlarında da hep "olmadığı şeyi" anlattığını belirtiyor. "İlk bakışta ben bu insanlardan biri değilim. Ama onları anlattım, çünkü kendimi onlara yakın hissettim. Bence hayatla ilişkisi pürüzsüz olamamış insanlar, hayatla ilişkisi pürüzlü olan insanları kendilerine yakın hissedebilirler. Bu ruhsal bir yakınlıktır. Ben buna ruhdaşlık diyorum ve romanlarımda ruhdaşlarımı anlatıyorum.” |