Pınar Göksan Aker, “Sayılarda gizlenen 'Mahrem'”, Cumhuriyet Kitap, 16 Kasım 2000
Sessizliğin, altın kadar kıymetli olduğu mahallelerden birinde, bütün gün pencerenin önünde oturup çeyiz işlermiş ana kız. Hayallerin iğne deliğinden geçecek kadar küçük olmalı, dermiş kadın kızına. 'Baktın ki hayalin geçmedi iğnenin deliğinden, boşver onu. unut gitsin. İğne deliğinden geçemeyen hayaller boş hayallerdir. Hüsrandan başka bir şey getirmezler.' Kız dikkatle dinlermiş annesinin anlattıklarını. Sonra dalıp gidermiş hayallere. Ne vakit hayal kursa, elinden kayıverirmiş gergef; iğneyi de beraberinde götürerek.-Nazar Sözlüğü'nden "İğne deliği"
Mahrem, 1999'un İstanbul'unda başlayıp 1999'un İstanbul'unda biten; araya tarihlerin, masalların, ülkelerin, hayvansı insanların, insansı hayvanların, kötülerin, zayıfların, çirkinlerin, güzellerin girdiği, zamanın ve mekânın geçmişle bugün arasında mekik dokuduğu bir roman... Genç yazar Elif Şafak'ın, Kem Gözlere Anadolu (1994), Pinhan (1997), ve Şehrin Aynaları'ndan (1999) sonra kaleme aldığı dördüncü kitabı, üçüncü romanı.
Roman, farklı zaman ve mekândaki masalsı ve gerçek kahramanların ayrı ayrı öykülerinden kurulu... 1999'un İstanbul'unda karşımıza çıkan, şişmanlığı başına dert bir kadın kahraman... Yemesi için acıkması gerekmeyen, zaten her koşulda acıkan genç bir kadın... Sıkıldıkça yiyen, yedikçe sıkılan... Doydukça acıkan, acıktıkça neşelenen, neşelendikçe acıkan, acıktıkça yiyen... Bakışların kilolarına kilitlenip insafsızca sorguladığı, yadırgadığı, dersler çıkardığı, haline şükrettiği, tahtalara vurduğu, parmakla gösterdiği bir kimlik... Zayıflamayı deneyen ama midesinin çağrılarını hiç reddetmeyen, yedikçe kilo alan, aldıkça iştahı kabaran bir kadın...
Romanın ikinci durağı, 1885'in Perası... Kahramanı ise, bir kerametle dünyaya gelen mum kokulu Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi. Yokuşun tepesindeki vişne renkli çadırın sahibi... Yalnızlığını, gösteri çadırında sergilediği akıllara durgunluk veren güzellik ve çirkinliklerle gidermeye çalışan masalsı adam... Çadırının gözdeleri, çirkinler çirkini Samur Kız'la, güzeller güzeli Belle Anabelle...
Samur Kız'ın öyküsü
Samur Kız'ın öyküsü, bizi 1648 Sibiryası'na götürüyor. Belle Anabelle'ninki 1868 Fransası'na... Her ikisinin buluştuğu yerse 1885 Perası... Dünyaya gelişleri, mahremiyetin ihtilaliyle lanetlenen ve kaderleri bu lanetle çizilen iki varlığın yolu, vişne rengi çadırda, insanları eğlendirmek, tiksindirmek, özendirmek için kesişiyor. Hayvanımsı insan Samur Kız'ın kaderini lanetleyen ve atalarını kuşaklar boyu başkalarına seyirlik yapan, Sibiryalı bir samur avcısı... Kaderi, samur kürkü için insan kanı akıtmaktan geri kalmayacak denli cani insanların elinde şekillenen Samur Kız, Keramet Mumî Memiş Efendi'nin çadırına, çirkinliğiyle çuvallar dolusu para kazandırmak üzere alınıyor. Böylelikle, soyağacı 1648 Sibiryası'na uzanan bu hayvanımsı insanlar, Samur Kız'la 1885'in Perası'na, İstanbul'una adım atıyor: "Her akşam sahneye çıktığında, kendini seyreden gözü seyrederdi. Seyredilişini seyrederdi. İnerdi tokmak, inlerdi davul. Samur Kız, ağır ağır başlardı raks etmeye. Üzerindeki kürk, yerleri süpürecek kadar uzun, gövdesini tamamen kapatacak kadar boldu. Samurdu muhtemelen. Çadıra doluşan kadınların arasında, bu kürke özenip benzerini diktirenler de vardı. Samur Kız sahnede salınırken, onlar da gayri ihtiyari kendi samur kürklerini okşarlardı. İnerdi tokmak, inlerdi davul. Samur Kız sert hareketlerle kürkünü çıkarırdı. Çırılçıplak kalırdı. Sahnenin kenarına yaklaşıp, korkunç sesler çıkararak yüzyıllar öncesinden devraldığı laneti lapa lapa yağdırırdı seyircilerin üzerine. Bütün akrabaları gibi pervasızca teşhir ederdi abidevi çirkinliğini. Vücudunun üst kısmı bir kadına, alt tarafı ise bir hayvana aitti." (s. 68)
İnsanların çirkine ve güzele zaaflarının kullanıldığı vişne rengi çadırın diğer gözdesi Belle Anabelle ise, yasak bir ilişkiden doğan ikizlerin güzel olanı... Nefret edilmek ve doğduğu malikaneden uzaklaştırılmak için gerekçesi hazır! Dillere destan güzelliği ile çikinliği, yasak meyve oluşuyla da ihaneti anımsatıyor. "Vişne rengi çadırda toplaşan bütün erkekler isterdi ki, mütemadiyen hareket eden bu periçehre, bir an için durup soluklansa; başını omuzlarına koysa. Hayal bu ya, herkes gizliden gizliye özlemini çektiği aşkın suretini görürdü laBelle Anabelle'nin güzeller güzeli yüzünde..." (s. 128)
İstanbul'un Perası
Elif Şafak, tarihin koridorlarında masalsı kahramanlarla gezinirken, kâh Sibirya'ya uğruyor, kâh Fransa'ya... Her ikisinin kesiştiği zaman 1885; mekânsa İstanbul'un Perası ve Pera'da yokuşun tepesindeki vişne renkli çadır... Diğer bir mekân, 1999'un İstanbul'unda yokuşun başındaki bir apartman; Hayalîfener Apartmanı... Yazarın bu karmaşık yolculukta Hayalîfener Apartmanı'na vardığınızda karşımıza çıkardığı, şişmanlığını gözlerden uzak tutmaya çalışan, ancak öyle olduğunda kendini rahat hisseden bir kreş öğretmeni... Seyirlik olduğunda, tıpkı çadırın gözdeleri gibi izlenen, sorgulanan ve yadırganan bir kimlik...
İç içe kurgusuyla birbirinden kopuk gibi görünen, geçmişle bugün arasında gidip gelen romanın parçaları, sonuna doğru birleştiriliyor ve romanın başından itibaren tekrarlanarak kullanılan kimi sözcük ve cümleler, 1980 İstanbul'unda anlamını buluyor. Asıl kahramanın şişmanlığının nedenini çözdüğümüz bu bölüm, olayın çarpıcılığının da etkisiyle olsa gerek, çok etkili bir biçimde kaleme alınmış.
Elif Şafak, 1971 doğumlu genç bir yazar olmasına karşın, Mahrem'de ince ayrıntılarla örülmüş usta bir kurguyla karşı karşıya bırakıyor okuru... Beklediği; kolaya kaçmayan, olayın başı ile sonunu birleştirecek dikkate sahip okuyucu... Sayfalar ve olaylar sonrasında ucu açık kalmış bir ayrıntıyı kapattığında, geçmişteki o ayrıntıyı anımsatacak cümle ve paragraf tekrarlarına girişiyor. Bu tekrarların anlamı, romanın sonlarına doğru iyice belirginleşiyor ve bütüne ulaşılıyor. Anlatımı yer yer şiirsi yola giren yazar, gerçeğin acı ve acıtıcı yanlarını da törpüleyerek akıtıyor kalemine: 'Bazen tepetaklak olur yürek. Aheste revan giderken kendi yoluna, göğüs kafesine toslar küttedek. Yüzüstü kapaklanıverir yere. Bir yerlerinin fena halde kırıldığını hisseder, kalkmaya yeltenip de kalkamadığını gördüğünde. Elmas bir gözdür yürek. Ve çizilmeye görsün bir kere, artık hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle âleme.' (s. 153)
Romanın ilginç özelliklerinden biri de, 1999'un İstanbul'unda geçen olayların anlatıldığı bölümde, cümleler arasına serpiştirilen sözlük... Şişman kadının erkek arkadaşı Be-Ce tarafından kaleme alınan ve Nazar Sözlüğü adı verilen bu sözlük, A'dan Z'ye özel olarak seçilmiş sözcükleri ilginç, farklı ve romanla ilintili olarak yorumluyor.
Elif Şafak, hayli şişman bir kahramandan yola çıkarak kaleme aldığı Mahrem'de, mahrem ile açık olanı tarihin farklı kesit ve mekânlarından masalsı ve gerçek kahramanlarla açımlıyor. Mahremiyetin sınırlarını, açıklığın uzantılarını aktarıyor. Seyirlik olmakla, gizlenme duygusunu karşı karşıya getiriyor. geçmiş zamanın çadırındaki seyirliklerle, günümüz apartmanındaki seyirlikleri, ilginç noktalardan benzeştirerek; seyirlik olanlarla, onları başkalarına seyrettirenleri gözler önüne seriyor. Renklerle sayılar arasında sıkı bağlar kurarak... Bu bağları sık sık karşımıza çıkararak...
Roman tamamlandıktan sonra sayfalar tekrar karıştırıldığında fark ediliyor ki; tüm mahremiyet şu rakamlarda ve sözlerde gizli:
"Bir; yum gözünü... İki; aç gözünü... Üç; sobe!"
(...)