| | Elif Şafak: "Aslolan kitaptır, kâtibi değil" Efnan Atmaca, Akşam, 28 Aralık 2003 Son bir yıldır ABD'de yaşıyorsunuz. Mart ayında da İngilizce bir romanınız yayımlanacak. Bu yaşamınızda yeni bir başlangıç mı?Bit Palas yayımlandıktan sonra İstanbul'dan ayrılmam gerektiğini hissettim. Romanımdaki karakterlerden birinin dediği gibi 'İstanbul'a ya bir şeylerden kaçılarak varılır ya da gün gelir ondan kaçılır'. Benim için de gitme vakti gelmişti. Ben ruhen göçebeyim, kurduğumu yıkmayı severim. İstanbul'da kurulu bir düzenim, kimliğim vardı. Amerika'ya gelmek yazmaya sıfırdan başlamaktı ama bunu yapmak istedim. Türkçe'de bu kadar tutunmuşken neden İngilizce yazdınız?Aslında aklımda İngilizce bir roman yazmak yoktu. Ani bir kararla da başlamadım. Rüya gördüğümüz dilde yazarız. İngilizce rüya görmeye başladığımda, İngilizce yazmaya başladım. Romanda hayatları Boston'da kesişen farklı din ve kültürden gelen insanların hikayesi var. Onların yollarını birleştiren ne?Ortak noktaları gurbette olmak ve yabancılık. Ama herkes farklı cevap veriyor yabancılığa. Çoğu yabancı olmamak için kendi gibilere tutunuyor hemen. Bu roman 'sürüden ayrılanların' hikayesi. Siz de birçok kültürün içinde yaşadınız. Kendi yaşamınızdan izler de var mı romanda?Elbette. Fransa'da doğdum, annemle babamın ayrılığından sonra Türkiye'ye döndüm. 11 yaşında İspanya'ya gittim. Ve yurtdışındaki Türkler'in kimliklerine daha sıkı sarıldıklarını gördüm; milliyetçiler daha milliyetçi, dindarlar daha dindar, solcular daha solcu... Bense hep su gibi akışkan ve değişken olsun isterim kimlikler. Ama benim için asıl dönemeç Türkiye'ye gelip de kendimi hala yabancı hissetmem oldu. Anladım ki ben hep göçlerle büyüdüm, İstanbul'a da dışarıdan geldim ve bu yabancılık hissi hiç kapanmayacak. Romanlarınızda tasavvufa çok yer veriyorsunuz ve edebiyatınızın ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyorsunuz.Tasavvuf benim dünyayı algılama biçimim. Bu konularda araştırma yapmaktan, okumaktan hoşlanıyorum. Ama bir de işin gönül boyutu var ki onu anlatmak zor. Melamiler'in, Bektaşiler'in, Mevleviler'in, cümle derviş taifesinin attığım her adımda, yazdığım her satırda izi var. Bu felsefeyle nasıl tanıştınız?Tasavvuf ile tanışmam, karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmak gibi oldu. Kendi başımaydım, kimse aracı olmadı. Ne aileye ne bir şeyhe, hocaya ihtiyacımız yok yollar arasında yollar bulabilmek için. İnsanın en büyük hocası kitaplar. Okumak, daha çok okumak. Her kitap bir sonraki kitaba açılan kapı. Son zamanlarda birçok kişi, müzikte, edebiyatta tasavvufu bir tüketim aracına dönüştürdü. Sizce böyle bir trend mi oluştu?Tasavvuf bir derya, kimisi kıyısından geçer, kimi ayaklarını suya sokar sadece. Kimi denizin içinde görünür ama bakarsınız üstü başı kupkuru. Kimisi de dalar dibe, yol yordam bilmeden, ne kayığı var ne pusulası, boğula boğula arayış halinde. Kimin ne kadar derin olduğu, bu işe ne kadar emek harcadığı, samimiyetinin derecesi yazdıklarının kalitesinden anlaşılır. Okur ayırt eder. Şimdi ABD'den bakınca Türk edebiyatı ve romancılığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?Roman bize Batı'dan geldi diye küçümseyenlere belirtmekte fayda var, Türkiye'de çok güçlü bir roman geleneği var. Bununla beraber yazdıklarınızı değil sizi konuşuyorlar. Yazıya değil kişiye bakan. Bizde eksik olan roman geleneği değil, edebi eleştiri geleneği. Herkes romancıları konuşmak derdinde. Oysa aslolan kitaptır, katibi değil. Türkiye'de de geçmişle bugün arasındaki kopukluktan ötürü insanların bir kimlik arayışı içinde olduğunu düşünüyor musunuz?Türkiye'de insanların kimlik arayışından değil kimlik sabitlemesinden mustarip olduklarına inanıyorum. Herkes bir köşeyi bir kimliği parsellemiş demir atmış oraya. Aydınlar İslamcı kesimin, İslamcı kesim mutasavvıfların dilini bilmiyor. Bildiğini zannediyor ama bilmiyor, mutasavvıflar farklı azınlıkların dilini bilmiyor. Ödümüz patlıyor burnumuzu dışarı çıkarmaya. Tarihe karşı ilgisiz, birbirimiz hakkında bilgisiziz. Kimlik keşfi konusunda da Türkiye'deki insanların kemikleşmiş laisizm ile tutucu bir Osmanlılık arasında sıkışma olduğunu söylüyorsunuz.Biz kendi geçmişimizi farklı öznelerin gözünden okumaya çalışmadık. Sıradan olanı küçümsedik. Mesela Osmanlı nasıldı? Bir Ermeni hamal, filanca paşanın hareminde bir cariye ya da Galata'daki bir Rum fahişe nasıl yaşadı aynı yüzyılı... Böyle küçük sorularla yola çıkınca anlıyor insan gerçeklik denilen şeyin karışıklığını. Yapmaya çalıştığım şeylerden biri bu, gerçekliği parçalamak bir anlamda. ABD'de 11 Eylül sonrası İslam kimliğine karşı bin önyargı söz konusu. Kitapta bu konuya da yer veriyor musunuz?İslam konusunda çok fazla önyargı vardı zaten, 11 Eylül sonrası daha da pekişti. Fakat İslam'ı savunur görünenler de eleştirir görünenler de ne hikmetse benzer şekilde İslamiyet'i tek bir okumaya, tek bir sese, tek bir renge indiriyorlar. İslam felsefesi ve tarihi içindeki farklı farklı damar damar yollardan haberdar çok az insan var. Sürgünde yaşamak ya da özlem duymak aidiyeti güçlendiren olgular mı?Hasret çok buruk, güçlü bir duygu. Buraya geldiğimden beri muazzam bir İstanbul hasreti var yakamı bırakmayan. Bir başka ülkeye, bir başka şehre, bir başka ben'e yolculuk etmek, oraya varınca da usul usul, sinsi sinsi ve kendi kendine dahi itiraf etmeden özlemek İstanbul'u. Sonra tam da alıştığını zannederken İstanbul'suzluğa, şehrin dört yerinde yara yara kan kan çığlık çığlık bombalar patladığı haberi geldiğinde, paylaşamamak acını, ne oradakilerle ne buradakilerle. Sürgün ile memleket arasında bir ara bölge var, bir eşik, ben o eşikte yaşayanlardanım. Dil sizin romanlarınızda hep ön planda oldu. Bu romandaki dilinizi geçmişle karşılaştırdığınızda bir farklılık görüyor musunuz?Türkiye'de romancılar Türkçe'yi özensiz kullanır. Önemli olan ne anlattığınızdır, nasıl anlattığınız daha geri planda kalır. Benim için böyle olmadı hiçbir zaman. Dilin yazarın üzerinde bir hakimiyeti olduğuna inanıyorum. İngilizce yazmaya başlayınca gördüm ki farklı yazıyorum. Bu tamamen iki dil arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. İngilizce kelime dağarcığı açışından çok güçlü bir dil. Gerçi biz dildeki Arapça, Farsça, Osmanlıca kelimelerden arınmak, milli dil kurmak adına elimizde baltalar, makaslar Türkçe'yi acımasızca kırpmasaydık, Türkçe'nin de kelime dağarcığı çok genişti vaktiyle. Bu hassasiyetine rağmen kitabı siz çevirmiyorsunuz. Neden başkasının çevirmesini tercih ettiniz?Çeviri bambaşka, çok zor bir sanat. Bir dili iyi bilmek yetmez çevirebilmek için, iki dili iyi bilmek de yetmez. Hem romanın içinde olacaksınız ama hem de dışında. İncecik bir eşik. Ben çok fazla içindeyim romanın, çevirmeye kalkarsam bozarım. Okuyabileceğiniz diğer Elif Şafak söyleşileri ▪ "Beşi bir romanda!" | Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004 | ▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar" | Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004 | ▪ "Kelimelerin de insanlar gibi ömrü vardır" | Melih Bayram Dede, Dergibi.com, 2000 | ▪ "Sayılarda gizlenen 'Mahrem'" | Pınar Göksan Aker, Cumhuriyet Kitap, 18 Kasım 2000 | ▪ "Karakterlerimin kâtipliğini yapıyorum" | Işıl Sönmez, Özlem Şimşek, Cumhuriyet Dergi, 2002 | ▪ "Pislik tam da içimizde" | Filiz Aygündüz, Milliyet Kültür Sanat, 21 Mart 2002 | ▪ "Pislik, belki de sandığımız kadar pis değildir" | Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 22 Mart 2002 | ▪ "Sezgilerimle yazıyorum" | Hasan Öztoprak, E Dergisi, Nisan 2002 | ▪ "Tasavvuf benim edebiyatçılığımın ayrılmaz / ayrışmaz bir katmanı" | Melih Bayram Dede, Dergibi, 5 Nisan 2002 | ▪ "Sekiz ayrı yüzüm var, sekizi de birbiriyle çelişiyor" | Nuriye Akman, Zaman, 21 Nisan 2002 | ▪ "Yazmamayı da her zaman bir seçenek olarak gördüğüm için yazabiliyorum" | Feridun Andaç, Varlık, Temmuz 2002 | ▪ "Hikâye anlatmayı bilen bir yazar" | Feridun Andaç, Cumhuriyet Dergi, 11 Temmuz 2002 | ▪ "Elif Şafak kendini anlatıyor" | Alper İlhan, düşLE İnternet Edebiyat Dergisi, Sayı 25, 2003 | ▪ "Cehaletin kutsanmasına anlam veremiyorum" | Sevengül Sönmez, Zaman Turkuaz Eki, 18 Ocak 2004 | ▪ "İşittim ve itaat ettim, yabancılık hissi geçmeyecek!" | Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Mart 2004 | ▪ "Türkçenin geçirdiği 'dil budaması devrimi'nden üzüntü duyuyorum." | , Dünya Gazetesi, 21 Nisan 2004 | ▪ "Arafta kalmak, hudutları aşmaktır" | Elif Tunca, Zaman, 10 Mayıs 2004 | ▪ "Hep deliliğe yakın oldum" | Nuriye Akman, Zaman, 16 Mayıs 2004 | ▪ "'Çok olmak' mümkün!" | Fadime Özkan, Zaman gazetesi ve Dergibi, 25 Mayıs 2004 | ▪ "Beni anlatmak değildir edebiyat, ben olmaktan çıkmaktır." | Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 15 Temmuz 2004 | ▪ "Med-Cezir, yazma mevsimiyle romandan kurtulma mevsimi arasındaki sarkaçtı" | İhsan Yılmaz, Hürriyet Cumartesi Keyif Eki, 3 Aralık 2005 | ▪ "Mozaik değil ebru modeli konuşulmalı" | Derya Sazak, Milliyet, 12 Aralık 2005 | ▪ "Derdimiz Nobel almak değil onaylanmak" | Fadime Özkan, Yeni Şafak, 3 Ocak 2006 | ▪ "Hafızamı Kaybettim, Hükümsüzdür" | Seda Arıcıoğlu, Cosmopolitan Dergi, Mart 2006 | ▪ "Kuşaklar arasında hafızayı kadınlar aktarıyor!" | Cem Erciyes, Milliyet Sanat Dergisi, Mart 2006 | ▪ "Geçmişi bir an evvel elimizden çıkarılacakbir bavul gibi görmüşüz" | İhsan Yılmaz, Hürriyet Pazar Keyif Eki, 5 Mart 2006 | ▪ "Ben siyasetçi ya da tarihçi değil yazarım, benim derdim insanla" | Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Nisan 2006 |
|