| ISBN13 978-975-342-553-7 | 13X19,5 cm, 384 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için | |
|
| | Baba ve Piç Kapak Tasarımı: Emine Bora, Semih Sökmen |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Mart 2006 | 12. Basım: Ağustos 2009 |
"Kocanızın izni lazım elbette," diye devam etti sekreter, artık cıvıltılı olmayan sesiyle. "Tabii eğer evliyseniz...?" Odadakilerin meraklı bakışları üzerinde ağırlaştı. Ne var ki Zeliha'nın yüzünde ne sıkıntıdan eser vardı ne mahcubiyetten. Bu toplumsal işkenceden keyif alıyor değildi elbette ama içinden bir ses başkalarının fikirlerini ve yargılarını umursamamayı öğütlemişti ona. Ne de olsa fark etmeyecekti sonuç olarak. Son zamanlarda bazı kelimeleri kişisel sözlüğünden çıkarmaya karar vermişti, "utanç" pekâlâ bunlardan biri olabilirdi. Bu kürtaja onay verecek bir koca yoktu ortada. Bu çocuğun bir babası yoktu. Neyse ki kocanın olmayışı formalitelerde bir avantaja dönüştü. Görünüşe göre kimsenin yazılı iznini almasına gerek yoktu. Bürokratik düzenlemeler, evli çiftlerin bebeklerini kurtarmak için gösterdikleri özeni evlilik dışı doğan bebekler için göstermiyordu anlaşılan. Babasız bir çocuk neticede bir piçti ve İstanbul'da bir piç, sallanan bir diş gibi her an düşmeye hazırdı. Baba ve Piç, İstanbul-San Francisco hattında gidip geliyor: Müslüman-Türk Kazancı ailesiyle Ermeni asıllı Amerikalı Çakmakçıyanların 90 yıla yayılan öyküleri iç içe. Kederli bir geçmişi tamamen unutmak mı daha doğru, geçmiş bilincini beraberinde taşımak mı? Diğer yandan bir kadınlar romanı Baba ve Piç: Erkeklerin apansız ve açıklamasız ölüverdiği, geriye hep kadınların kaldığı bir sülaleden dört kuşak kadının hikâyesi. Anneannelerin, ciciannelerin, teyzelerin hafızalarıyla can bulan bu romanı severek okuyacaksınız. | OKUMA PARÇASI |
Açılış: Birinci Bölüm, TARÇIN, s. 9-17 Gökten kafana ne yağarsa yağsın asla küfretmeyeceksin. Buna yağmur da dahil. Yukarıdan üzerine ne düşerse düşsün, kabulün olmalı. Sağanak ne kadar şiddetli, tipi ne denli dondurucu olursa olsun, bulutların biz aşağıdakilere reva gördüklerine sövemezsin. Böyledir bu düzen. Bunu herkes bilir. Zeliha dahil. Bilir bilmesine de, temmuz ayının bu ilk cumasında, yanı başındaki tıkanmış trafiğe inat kaldırımda koşturarak çoktan geciktiği bir randevuya yetişebilmek için telaş ederken, dudakları kıpır kıpır, ağzına geleni söylüyor yine de. Sövüyor da sövüyor Zeliha; kırık kaldırım taşlarına, yüksek topuklu pabuçlarına, peşine takılan adam müsveddesine, kuru gürültünün trafiği açtığı görülmediği halde deli gibi kornaya basan şoförlerin cem-i cümlesine; vakt-i zamanında ne gerek varsa şu başa bela yüreğe cefa Konstantinopolis şehrini fetheden ve asırlarca da hatasından dönmeyen tekmil Osmanlı hanedanına ve bir de yağmura... evet, şu ye... Devamını görmek için bkz. | |
| ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Hande Öğüt, “Hafızanın kapılarını kırmak”, Radikal kitap Eki, 10 Mart 2006 "Allah-û Teâlâ insanları yarattığından, onları teklifle mükellef kıldığından ve onları Adem'den vücuda, yokluktan varoluşa çıkardığından beri insanlar hep birer yolcu olmuşlardır. Bu yolculuklarını ancak ya cennete ya da cehenneme vardıklarında bırakabilirler." İbn Arabî'nin Nurlar Risâlesi'nde işaret ettiği bu görüş, Elif Şafak'ın yazınının da orijini olarak kabul edilebilir. Doğumda başlayıp ölümde biten bir süreç ise bedenin dirimi; insanoğlunun hayatı bir eşiktir, kaos ile kozmos arasındaki. Bir araftan ibarettir yaşamlarımız; yazılanın vücut bulduğu simgesel bir bekleme odası, yazgının çekildiği bir çilehane... Göçebelik, kimliksizlik, belleksizlik, varlıkla yokluk, iç ve dış, hayat ve ölüm, dolu ile boş, yerlilik, yabancılık, zıtların benzerliği, bölünmedeki bütünlük, birlik ve parçalanma kavramları halesinde eserlerini ören ve göçebe ruhunu karakterlerine yansıtan Elif Şafak; kozmopol... Devamını görmek için bkz. | |
Tuba Akyol, “Özür dilerim”, İdrak Yolları, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Hikayeler büyük rakamların, derin manalar taşıyan kavramların yapamadığını yapıyor Anneanneme annesinin adını sormak hiç aklıma gelmedi. Anneme, anneannesinin adını sormak da... Babaannem ve babamın babası ben küçükken öldü zaten. Babama babaannesinin adını da hiç sormadım. Bana kendi tarihimi sorarsanız, kendi doğum yerimden anlatmaya başlarım. Ki benim doğum yerimin, benim doğduğum yer olması dışında ailemin geri kalanı için hiçbir manası yok. Biraz daha geriye gitmemi isterseniz, annemle babamın tanışıp evlendikleri kente kadar gidebilirim. Bu hikayeyi anlatırken o kente nerelerden geldiklerini, yani onların doğum yerlerini de söylerim. Hepsi bu. Tüm bildiğim bu kadar. Ve daha fazlasını da hiç merak etmedim. Etmemiştim. Amin Maalouf'un "Yolların Başlangıcı"nı okuduğumda bile. Benim başlangıcım benim doğduğum yerdi; zorlarsanız annemle babamın tanıştığı yer belki.... Devamını görmek için bkz. | |
Asuman Kafaoğlu-Büke, “Baba ve Piç”, Cumhuriyet Kitap, 23 Mart 2006 Bir romanda, konuya hangi açıdan bakıldığı, okurun belki de ilk dikkatini çeken şeydir. Anlatıcının kim olduğu ya da anlatılanın kimin öyküsü olduğundan çok, asıl ilgiyi çeken şey, ahlaksal ve estetik merceğin nereden ayarlandığıdır. Bu hafta okuduğum Elif Şafak'ın Baba ve Piç romanında da, kitabın daha ilk sayfalarında yazarın çifte mercekten bakarak öyküye yaklaştığı dikkatimi çekti. Şafak romanı, farklı açılardan bakan, iki mercek üzerinde bir dengeye oturtmuştu. Kurgunun yapısı her iki merceğin aynı mesafeden ayarlandığı izlenimini veriyordu; ayrıca bu ikili iskelet, romandaki siyasi dengeyi bulmaya yarıyordu. Merceklerinden biri, çoğunluğu kadınlardan oluşan, İstanbullu bir ailenin üzerinde, diğeri ise San Fransisco ve Arizona'da yaşayan, Türkiye'den Amerika'ya göçmüş Ermeni ailenin üzerindeydi ama özellikle her iki ailenin son kuşak temsilcileri olan Armanuş ve Asya adlı iki gen... Devamını görmek için bkz. | |
Zeren Somunkıran, “Aşureye Elif Şafak eli değdi”, Bianet, 8 Nisan 2006 Şehrin Aynaları'ndan yansıyanlarla sarhoş olup Pinhan'ın gizemine tutulurken en Mahrem kuytularınızı keşfettiğiniz, Bit Palas'ın çatısı altında, doğum ile ölüm arasındaki hayat denen o Araf'ta tutunmaya çalışıp 'Baba' ve 'Piç'liğinizle yüzleştiğiniz bir anlar bütünü Elif Şafak romancılığı. Öyle ki, bütün bu anların okuyanda bıraktığı izdüşümler oldukça gerçekçi, yalın, cismani ve denge yüklü ama bir o kadar da masalsı, karmaşık, ruhani ve çelişki dolu. Tıpkı hayatın kendisi gibi. Yaşamın döngüselliğini, içinde barındırdığı tezatlıkları ve karmaşayı yansıtmakta çok başarılı Elif Şafak. Her bir romanı, bunun birer kanıtı. Elif Şafak'ın son romanı Baba ve Piç, eşsiz kurgusu ve üslubuyla insanı, İstanbul ve San Francisco, şimdi ile geçmiş, insani ve ruhani arasında bir yerlerde gezdirirken bir yandan da, toplumun kabuklaşmış yaralarına (E... Devamını görmek için bkz. | |
Çiğdem Mater, “Ardı Ardına Okuyunca: Kavim ile Baba ve Piç”, Bianet, 8 Nisan 2006 Ardı ardına okuyunca, insanda okullarda ders kitabı olsunlar hissi yaratan iki kitap, son günlerde çok popülerler, insan ister istemez "umarım popüler olan okunmaz" furyasına kurban gitmez diye düşünüyor. Tamamen iki farklı stilde iki kitap bu toprakların son 100 yılına bilenler için de, bilmeyenler için de ışık tutuyor. Ahmet Ümit'in yeni kitabı Kavim' den ve Elif Şafak'ın Baba ve Piç’inden söz ediyorum. Ahmet Ümit uzun zamandır takip ettiğim, yazdığı her kitabı okuduğum ve hatta Aşk Köpekliktir ve Beyoğlu Rapsodisi kitaplarıyla hakkında umutsuzluğa kapıldığım bir yazardı. Doğan Kitap'tan Mart ayı başında çıkan yeni kitabı Kavim’le beni hem utandırdı, hem de çok mutlu etti. Sadece polisiye yazmakla kalmayıp, ülkesinde olanları, bu toprakların acılı yıllarını o kadar doğru bir yerde durarak anlatmış ki Ümit, insanın "her polisiye roman böyle olsa, çok daha il... Devamını görmek için bkz. | |
Ersan Üldes, “Yeni Başlayanlar İçin Ermeni Meselesi”, Akşam Kitap Eki, Nisan 2006 “Roman öyle bir yazın türü ki aşkın, tutkun, bağlılığın yoksa götüremezsin. Bu konuda beni üzen birbirinin başarısını çekemeyen edebiyatçılar. Biri bir roman çıkardığı zaman sanki kendi cebinden bir şey eksilmiş gibi davrananlar. Böyle bir refleksimiz var. Türk entelijansiyası birbirine karşı çok hoyrat. Önce hırpalıyor, hırpalıyor, hala ayakta kalıyorsan, yaşlandığında ödüllendiriyor. Bu sistemden çeken de bu defa kendine yapılanı bir başkasına yapıyor.(1)” Gerçekten de böyle bir sorunumuz var, bu cümlede dile getirilen sitem, neredeyse bütünüyle doğru ve isabetli... İlginç olan, bütün bunları, sadece çoksatarsever okuyucularca değil, ilk romanından itibaren başka birçok kesim tarafından; basın, gazeteciler, televizyonlar, edebiyatçılar ve özellikle kitap tanıtım yazarlarınca da pek sevilen Elif Şafak gibi tanınmış bir yazardan duyuyor olmamız. Nedense yazarlarımızda böylesi ... Devamını görmek için bkz. | |
Ahmet Oktay, “İnce ayar marketing”, Birgün Kitap Eki, Sayı 20, Temmuz 2006 Elif Şafak'ın son romanı Baba ve Piç, değindiği/dillendirdiği izlekler, anlattığı/gönderdiği olaylar ve yaptığı imalar, raslantısal somut olgular dolayısıyla yeni emperyalizmin bağlamı içinde değerlendirilmeyi/anlaşılmayı gerektiriyor. Baba ve Piç, postkolonyal söylemin uluslararası jeopolitik kültürel dalgalanmaları, salınımları çerçevesinde üretilmiş, bu salınanlar göz önünde bulundurularak, hesaplanarak yazılmış tekno-mekanik bir metin çünkü. Metnin, günümüz Türkiye'sinin Dil devrimi, Geçmiş Sorunu ya da Tanpınar'ın daha çerçeveleyici olan sözleriyle söylersem, "medeniyet değiştirmesi" Sorunu (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergah Yay., 1996, 470 sayfa. s. 24’te), gibi konularda yaptığı ideolojk/politik içerimlere sahip değerlendirmelerinin oryantalist siyasal uzanımlarını söz konusu etmeden birkaç anımsatma yapmakla yetineceğim: Jeopolitik ve etnik bir sorun: Milliyetçi... Devamını görmek için bkz. | |
BABA VE PİÇ DAVA DOSYASINDAN Semih Sökmen’in ifadesi, 31. 05. 2006 (...) Bu kitap bir edebiyat eseridir, tür olarak bir romandır. Şikâyetin 1. başlığındaki alıntılar, roman kişilerinin, yani roman kahramanlarının ağzındandır. Yazarın eserine gerçekçi bir nitelik verebilmesi için gerçek hayattaki gibi konuşturduğu karakterlerin sözleridir. Malum olduğu üzere, roman gibi edebiyat eserleri kurgulama, hayal etme ürünüdürler. Dolayısıyla bir romanda sadece iyi ve bizim istediğimiz gibi karakterler yoktur, aynı zamanda suçlular, kötüler, bizim gibi düşünmeyenler, vs. hayal ürünü kişiler de vardır. Bir romana böyle karakterlerin dahil edilmiş olması, yazarın bu yolla suç işlediğini göstermez. Eğer gösterseydi, kitapların büyük bir çoğunluğu yayınlanamaz nitelikte olurdu. Bir edebiyat eserinden yapılan bu tür münferit, ... Devamını görmek için bkz. | |
|