Tuba Akyol, “Özür dilerim”, İdrak Yolları, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006
Hikayeler büyük rakamların, derin manalar taşıyan kavramların yapamadığını yapıyor
Anneanneme annesinin adını sormak hiç aklıma gelmedi. Anneme, anneannesinin adını sormak da... Babaannem ve babamın babası ben küçükken öldü zaten. Babama babaannesinin adını da hiç sormadım.
Bana kendi tarihimi sorarsanız, kendi doğum yerimden anlatmaya başlarım. Ki benim doğum yerimin, benim doğduğum yer olması dışında ailemin geri kalanı için hiçbir manası yok.
Biraz daha geriye gitmemi isterseniz, annemle babamın tanışıp evlendikleri kente kadar gidebilirim. Bu hikayeyi anlatırken o kente nerelerden geldiklerini, yani onların doğum yerlerini de söylerim. Hepsi bu.
Tüm bildiğim bu kadar.
Ve daha fazlasını da hiç merak etmedim.
Etmemiştim.
Amin Maalouf'un "Yolların Başlangıcı"nı okuduğumda bile.
Benim başlangıcım benim doğduğum yerdi; zorlarsanız annemle babamın tanıştığı yer belki.
Piç miyim?
Ben Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak dönemlerini bile "İşte bu zaferleri kazananlar, bu geniş topraklara hükmedenler benim atalarımdı" diye kendime pay çıkararak okumadım. "Atalarımın" yaptıkları doğru gibi görünen şeyleri de, yanlış gibi görünen şeyleri de hiç üzerime alınmadım.
Elif Şafak'ın "Baba ve Piç"teki "piç" Asya'sı gibiyim bu bakımdan.
Bir nevi piç yani; babasını, atasını bilmeyen evlat!
Ve tam da bu yüzden bir Ermeni -tıpkı "Baba ve Piç"te Ermenilerin Asya'dan beklediği gibi- Osmanlı dönemine tekabül eden 1915 olayları ile ilgili benden sadece kuru bir özür bile beklese, ben de tıpkı Asya gibi "Şahsen hiç alakam olmayan bir şey için özür dilememi mi bekliyorsun?" diye şaşırabilirim.
Şaşırabilirdim.
Hikaye ve kavram
Yönetmen Yavuz Turgul, Ayşe Arman'la yaptığı röportajda "Doğulu, her şeyi hikaye ile anlatır" diyordu, "Sana bir nasihat verecekse, 'Bak...' diye anlatmaya başlar, anlatır anlatır, sonunda bir laf eder, 'Haaa....' dersin, 'Demek, bana bunu söylemek istiyor.' Batılılar bu şekilde yapmaz. Onlar kavramlar ortaya atarlar, o kavramlar üzerinden düşünceleri anlatırlar." (Hürriyet Pazar, 12 Mart)
Soykırım mı, kıyım mı?
Kavramlar soğuktur, hikayeler insanın içine dokunur.
1915 olayları kavramlar üzerinden konuşulduğunda; soykırım, kıyım, katliam, tehcir... Tüm bunlar bizimle hiç ilgisi olmayan, uluslararası bir hesaplaşmanın alanına giriyor gibi.
Devletler 1915'te yapılanların ismini koymak için tartışmaya devam etsinler.
Bir kavramda, ölen Ermeni sayısında bir anlaşmaya varsalar bile, anlaşmaya vardıkları kavram ve rakam yaşananların gerçek karşılığı olmaktan ziyade dünyadaki dengelerin uygun bulduğu bir kavram, bir rakam olacak büyük ihtimalle.
Şuşan, Armanuş, İshugi
Oysa tek tek hikayeler anlatıldığında, bu hikayelerdeki acıları kavramlara ya da rakamlara dönüştürüp dışına atamıyor insan.
"Baba ve Piç"te Dikran dayının, büyükanne Şuşan'ın, Armanuş'un hikayesi; "Anneannem"de Fethiye Çetin'in bir gün asıl adının Seher değil Heranuş olduğunu öğrendiği anneannesinin hikayesi, iki çocuğu ellerinden çekilip alınan Heranuş'un annesi İshugi'nin hikayesi; o büyük rakamların, derin manalar taşıyan kavramların yapamadığın yapıyor.
İnsanı ağlatıyor.
"Ne bekliyordu ki?"
"... dikkatle dinlemiş ve üzülmüşlerdi. Peki öyleyse ne demeye hâlâ huzursuzdu? Armanuş yüreğini yokladı. Ne bekliyordu ki?
Sonra yavaş yavaş anladı ki bir özür bekliyordu; o da olmadı suçun kabul edilmesini. Türklerdi 1915'te bunları Ermenilere yapanlar. Kendisi Ermeni, onlar da Türk olduğuna göre özür dilemeleri gerekmez miydi? Oysa kimse üstüne alınmış görünmüyordu." ("Baba ve Piç", Elif Şafak, s. 172)
Ben kendi adıma özür dilerim.
Heranuş Gadaryan: "O günler gitsin, bir daha geri gelmesin"
Günün birinde anneannesinin adının Seher değil Heranuş olduğunu öğrenir Fethiye Çetin. "Biz anneannemle dedemi teyze çocukları olarak biliyorduk. Bu doğru değilmiş. Anneannemi de Çermikli diye biliyorduk. Bu da doğru değilmiş. O zamana kadar doğru bildiklerimin çoğu yanlışmış" diye yazıyor "Anneannem"de. (Metis, 2004)
Bu bir anı kitabı. Anlatılan gerçek insanların hikayesi. Fethiye Çetin'in anneannesi Heranuş Gadaryan 1915'te "yürüyüş" esnasında annesinin ellerinden zorla alınan, Seher ismi verilip Müslüman yapılan çocuklardan biri.
Bunca yıl içinde sakladığı gerçeği, ancak çok yaşlandıktan sonra, belki Amerika'daki akrabalarını bulmasına yardımcı olur diye torununa söyleyen, torunu ısrar etmese yaşadıklarını mezara götürecek olan Heranuş nine anlattığı her acı hatıranın ardından dua gibi hep aynı şeyi söylermiş: "O günler gitsin, bir daha geri gelmesin."