Araf Özgün adı: The Saint of Incipient Insanities Çeviri: Aslı Biçen Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Nisan 2004 | 9. Basım: Kasım 2008 |
Elif Şafak’ın İngilizce olarak kaleme aldığı Araf’ı Türkçeye Aslı Biçen çevirdi. Farklı din, çevre ve kültürlerden gelip yolları Boston’da kesişen bir grup genç insanın dokunaklı öyküsünü anlatan Araf, yalnızlık, yabancılık, dil ve zaman üzerine bir roman… Keskin bir kavrayışa ve mizah duygusuna sahip olan Araf, ait olma konusundaki sürekli özlemin ve sürgünde bir yurt arayışının öyküsü. Belki de hepsinden önemlisi, ister Doğu’da ister Batı’da, kendi yurdunda bile bir yabancı olmanın heyecan verici keşfi. Araf, “The Saint of Incipient Insanities” adıyla 2004 yılının Eylül ayında ABD’nin öndegelen yayınevlerinden Farrar, Straus & Giroux tarafından yayımlanacak.  | OKUMA PARÇASI |
s. 123-125 "Ne hoş tesadüf," dedi Debra zoraki bir neşeyle, "çok sevindim. Ne kadar iyi bir ahçı olduğunu biliyorum." Değişik bir hali vardı, okuma grubundakinden çok daha kendine güvenli görünüyordu. "Senin için bir sakıncası yoksa çalışmaya hemen başlayalım, zaman geçiyor ve hiçbir şey hazır değil." Alegre'yi soktuğu çivit mavisi mutfak duvardan duvara paketler, kutular, konserve kutuları ve kavanozlarla doluydu, gıda, gıda, gıda. Misafirlerin yediden sonra gelecekleri ve büyük olasılıkla sekiz buçuk civarında kurt gibi acıkacakları söylendi. Toplam yirmi iki kişi bekleniyordu. "Biz de iki kişiyiz. Doyuracak yirmi dört boğaz eder. Ne dersin? Başarabilir miyiz?" Ama çok geçmeden ortaya çıkacağı üzre "biz" diye bir şey yoktu. Sadece Alegre vardı. Kendi ahçılık tarihinde bu kadar kısa sürede, bu kadar çok insan için bu kadar çok yemek pişirdiği olmamıştı hiç. Yine de yiyecek konusunda kendisine böyle muhtaç olunması sinirlerini yatıştırmış olacaktı çünkü kendini bu işin altından kalkmaya tamamen muktedir hissediyordu. O malzemeleri incelerken Debra Ellen Thompson da onu inceleyecek vakit buldu. Alegre'nin değişik bir hali vardı şimdi, okuma grubunda olduğundan daha az ürkekti. Gerçekten de kendinden emindi Alegre, hatta Debra nihayet mutfak kapısının öteki tarafındaki sürekli mızıldanan kadın sesinin yardımına koşup onu mutfakta yalnız bıraktığında kendine güveni iyice artacaktı; dışarıdan gelen sese bakılırsa biri oturma odasını akşam için derleyip... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Asuman Kafaoğlu-Büke, “Araf ya da Beklemedeki Ruhlar”, Cumhuriyet Kitap Eki, 13 Mayıs 2004 Araf, Musevilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların inançlarında yer alır. Eski Ahitte Araf’tan, kötülüklerden arınmamış ruhların bekletildiği yer olarak söz edilir, Kuran’da ise “iki taraf arasında bir perde” diye adlandırılan Araf, sevap ve günahları eşit olanlar ile haklarında henüz karar verilmemiş olanların kaldığı yerdir. Via Negativa Felsefede via negativa diye adlandırılan bir yöntem vardır. Ortaçağda, özellikle din adamlarının sık kullandığı bu yöntem, anlaşılması istenen şeyin ne olduğunu anlatmak yerine, ne olmadığını anlatarak girişir soruna; örneğin Tanrının özelliklerini saymak yerine (çünkü bunlar ilk bakışta bilinebilir özellikler değildir) Tanrının ne olmadığı söylenir, sonunda elenen fikirler sayesinde, net olmasa da bir düşünce oluşmaya başlar. Araf, tanımlaması zor bir yerdir, nasıl bir yer olduğunu anlatmaya via negativa başlanır, burası ne cennet ne de cehennemdir, burada bulunanlar ne günahkar ne de iyilerdir. Yaptıkları ile değil, yapmadıkları ile tanımlanırlar. Bu yüzden Araf kimsenin tam anlamda evi değildir, bir bakıma simgesel bir bekleme odası görevi görür, burada eylemde bulunulmaz çünkü yargı ve değer yoktur, geçicilik Araf’ın özünü oluşturur. Elif Şafak yeni kitabı Araf’ta via negativa yöntemini roman boyunca kullanmış. Roman kahramanlarını tanıtırken kim olduklarını anlatmak yerine, kim olmadı... Devamını görmek için bkz. |  |
E. Fuat Keyman, “Araf ve tarihsellik”, Radikal 2, 18 Temmuz 2004 Kanada, Ottawa havalimanına inen uçaktan dışarıya baktığım zaman, gözlerime inanamamıştım. Her yer, beyazdan griye, hatta siyaha kadar çeşitli renklere dönüşmüş karla kaplıydı. Havaalanından dışarıya çıktığım zaman hava eksi 25 dereceydi. Böyle bir soğukla hayatımda ilk kez karşılaşıyordum, sanki içim donuyordu. Bir sigara yaktım, onu bile içemedim. Bu dondurucu soğuk, kardan başka hiçbir rengi içermeyen, sigarayı bile soğuğuyla bana içirtmeyen bu kentte nasıl yaşayacağımı düşündüm. Hemen Türkiye'ye geri dönmek istedim. İsteğimin imkansızlığını anlayınca, sıradaki taksiye binip, beni, o günden bugüne yaşantımın bir parçası olacak, doktora çalışmamı yapmak için geldiğim Carleton Üniversitesi'ne götürmesini istedim. Doktora çalışmamı, sonra Amerika'da Boston şehrinde yaptığım doktora sonrası çalışmamı ve çeşitli üniversitelerde verdiğim dersleri içeren 11 yıllık bir dönem 3 Ocak 1984 günü böylece başlamıştı. Bu süreç içinde, dünya politikasına "iktidar-devlet-ulusal çıkar ekseninde" yaklaşan hakim uluslararası ilişkiler anlayışının kuramsal bir eleştirisini yapmaya çalışan doktora tezimi yazdım. Tezimde, dünya politikasını sadece güç ve çıkar temelinde gören, ulusal çıkar ile devlet çıkarını özdeşleştiren ve devlet güvenliğini kendisine öncül gören hakim uluslararası ilişkiler anlayışının, özünde doğayı, kadını ve farklı kültürleri denetlemeyi amaçlayan ve bu yolla Batılı, beyaz ve erkek kimli... Devamını görmek için bkz. |  |
Atilla Birkiye, “Kararsızlık, Araf, Hamlet”, Varlık, Aralık 2004 Bir pazar günü; geç kalkmışım. Yaz, sıcak. Aslında erken kalkmak gerek ama, gece biraz uzamış. Kahvaltımı etmiş, gazeteleri bitirmiş ve iş, gün boyu şimdi ne yapacağıma gelmiş. Her zamanki gibi, yıllardır yaptığım gibi dergileri okuyacağım. Bu benim için, artık alışkanlık ötesi, bir “pazar yaşam biçimi”... Seksen öncesi edindiğim bir âdet. Ritüel. Aylık kültür, sanat, edebiyat dergileri önümde, karıştırıyorum. Eskiden çok daha fazla alırdım, şimdi yedi-sekizle bitiyor. Ama öte yandan da yazı yazmam gerekiyor. Bir roman üzerine yazacağım. Yazının acelesi yok ama, ertesi güne kalırsa, her hafta yazdığım gazetenin yazısıyla çakışacak. Daha sonraki güne kalırsa bir başka “iş” ile çakışabilir. Ama karar veremiyorum. Yıllardır olduğu gibi dergileri mi okuyayım, yazıya mı oturayım? Gerçi yazı için de önce bir-iki şey okumam gerek. Adım gibi bilsem de, her yazı için geçerli bu. Aslında yazıyı kafamda belirlemişim. Bir deneme yazacağım, kitaba ilişkin (romana ilişkin) bir özelliğin üzerinde duracağım. Yoksa dergileri mi okusam; çünkü okumazsam, önceki pazar dergilerin tümü çıkmamıştı, sonraki haftaya kalacak ve dergilerin gündemi konusunda geri kalacağım. Sanki dergiler pazardan başka okunmazmış gibi! Dergileri hemen okumamın bir başka yararlı yanı da: her hafta yazdığım köşe için yeni bir yazı esinleyebilir! Doğal olarak, dergileri mi okuyayım, yoksa roman ile ilgili yazmak için bir iki ş... Devamını görmek için bkz. |  |
Serap Kaya, “Elif Şafak, Araf”, düş(v)eyaz, ilkbahar 2006 Elif Şafak edebiyat hayatına 1994 yılında yazdığı Kem Gözler Anadolu adlı öykü kitabıyla girer. Onu 1997’de yazdığı ilk romanı Pinhan takip eder. Yazar bu kitabıyla 1998 Mevlana Büyük Ödülü’nü kazanır. 1999’da Şehrin Aynaları’nı yazan yazar 2000’de yazdığı Mahrem’le de Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü’nü kazanır. 2002’de yazdığı Bit Palas’ı 2004’te İlgilizce olarak yazdığı “The Saints of Incipent Instanities” orijinal adlı Araf izler. Yazar son olaraksa Med-Cezir adlı makalelerinden oluşan kitabı 2005 yılı itibariyle çıkarmıştır. Elif Şafak’ın 2004 yılında yazmış olduğu bu roman diğer romanlarıyla iki farklı açıdan belirgin bir şekilde ayrıdır. Bunlardan ilki roman kurgusu bakımındandır. Araf belki de yazarın en düz, en az katmanlı romanıdır. Pinhan, Şehrin Aynaları, Mahrem romanları oldukça girift bir yapıya sahiptir. Bu yapı kendini Bir Palas’la kırmaya başlarken Araf’ta en çok kendini gösterir. Roman, okumak amacıyla farklı ülkelerden farklı kültürel ve dinsel yapılardan Boston’a gelen gençlerin yaşamını konu eder. Bu gençler alabildiğince farklı olmalarına rağmen ortak bir hayat sürerler eski bir Boston evinde. Anlatı, romanın baş kişilerinden olan Ömer ÖZSİPAHİOĞLU’nun doktora için geldiği Boston’da ev arkadaşı olan Faslı Abed’le İngilizcenin hayatına daha da önemlisi ismine yaptığı değişikliklerden yakınır vaziyette oturdukları Gülen Saksağan barın... Devamını görmek için bkz. |  |
Yeliz Kızılarslan, "Elif Şafak'ın Araf'ında Yabancılık Halleri", Bianet, 24 Mayıs 2008 Bitmeyen bir yolun ve arayışın hikâyesi olan Araf değindiği dil, kimlik ve aidiyet meseleleriyle gecikmiş bir batılılaşma hareketi olan Türkiye modernleşmesinin temel sorunlarını yansıtır. Kitap, farklı ülkelerden gelen öğrencilerin ABD hikâyesi. Ödüllü romanlarıyla, Türkiye'de hatırı sayılır bir okur kitlesine sahip olan akademisyen ve yazar Elif Şafak'ın İngilizce yazılan ve Aslı Biçen'in Türkçeleştirdiği romanı Araf, Türkiye romanındaki yazar kimliği ve dil tartışmaları için bir eşik oluşturabilir. Ana dilinde yazılmadığı için bir dönem yoğun bir şekilde eleştirilen roman, esasında Türkiye romanının ortaya çıkışından beri var olan bir kimlik ve aidiyet meselesine ışık tutar. Araf ayrıca, çeviri dili engelini aşacak kadar yazının kendi evrensel diliyle ön plana çıkan bir yol ve arayış öyküsü. Türkçe yazdığı romanlarında Osmanlıca'nın sunduğu zengin kelime dağarcığını bolca kullanan yazarın aşina olduğumuz üslübunu, savunulanın aksine, çeviriden dolayı dönüşen dilin makul farklılığı dışında, Araf romanında da bulabiliyoruz. Gönüllü sürgünlük hikâyesi "Başka bir ülke başka bir deniz arayan, ama kendinden kaçamayan" kendine yabancılaşmış bir grup insanın yer yer hüzünlü yer yer komik olarak anlatılan bu kaçış ve gönüllü sürgünlük hikâyesi, aslında Türkiye romanın ve Türkiye'nin batılılaşma serüve... Devamını görmek için bkz. |  |
|