Asuman Kafaoğlu-Büke, “Araf ya da Beklemedeki Ruhlar”, Cumhuriyet Kitap Eki, 13 Mayıs 2004
Araf, Musevilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların inançlarında yer alır. Eski Ahitte Araf’tan, kötülüklerden arınmamış ruhların bekletildiği yer olarak söz edilir, Kuran’da ise “iki taraf arasında bir perde” diye adlandırılan Araf, sevap ve günahları eşit olanlar ile haklarında henüz karar verilmemiş olanların kaldığı yerdir.
Via Negativa
Felsefede via negativa diye adlandırılan bir yöntem vardır. Ortaçağda, özellikle din adamlarının sık kullandığı bu yöntem, anlaşılması istenen şeyin ne olduğunu anlatmak yerine, ne olmadığını anlatarak girişir soruna; örneğin Tanrının özelliklerini saymak yerine (çünkü bunlar ilk bakışta bilinebilir özellikler değildir) Tanrının ne olmadığı söylenir, sonunda elenen fikirler sayesinde, net olmasa da bir düşünce oluşmaya başlar.
Araf, tanımlaması zor bir yerdir, nasıl bir yer olduğunu anlatmaya via negativa başlanır, burası ne cennet ne de cehennemdir, burada bulunanlar ne günahkar ne de iyilerdir. Yaptıkları ile değil, yapmadıkları ile tanımlanırlar. Bu yüzden Araf kimsenin tam anlamda evi değildir, bir bakıma simgesel bir bekleme odası görevi görür, burada eylemde bulunulmaz çünkü yargı ve değer yoktur, geçicilik Araf’ın özünü oluşturur.
Elif Şafak yeni kitabı Araf’ta via negativa yöntemini roman boyunca kullanmış. Roman kahramanlarını tanıtırken kim olduklarını anlatmak yerine, kim olmadıklarını anlatarak başlamış ve bu sayede anlatıya gizemli bir hava vermeyi başarmış. “Kim olduğunu ayırt etmekten çok kim olmadığını ayırt etmek. Ama Zarpandit için bunu söylemek yapmaktan kolaydı. (...) Ne kadınlar ne erkekler arasında onu seven çıkmamıştı. Ne kadınlar ne de erkekler arasından bir sevdiği çıkmamıştı.” (s. 57)
Araf ve Türkiye
Aslında Türk olmak bir çeşit Araf’ta olmak gibidir. Ne Doğulu ne de Batılı sayılırız, Doğuya gittiğimizde Batılı, Batıda ise Doğuluyuzdur. Diğer Müslüman ülkelerin insanlarının gözünde tam Müslüman değilizdir, ama tabii Hıristiyan Batıya da Müslüman kimliğimiz yüzünden kabul edilmediğimizi söyleriz.
Elif Şafak Araf’ta bu kimliksizliğe dikkat çekiyor, roman kahramanlarından doktora öğrencisi Ömer, yabancısı olması beklenilen Amerika’da o kadar da yabancı olmadığını fark ediyor. Ait olmadığı ve Boston’a ilk kez geldiği halde, sineması, müziği, yemekleriyle tanışık; ama öte yandan Amerika’da büyümüş, beş nesildir Amerika’da yaşayan Meksikalı bir ailenin kızı olan Alegre ya da yarı Musevi, yarı Hıristiyan Gail, Boston manzarası içinde Ömer’den daha yabancı gibi duruyorlar.
Araf göçmenlik ve yabancılaşma gibi konulara çok farklı yaklaşıyor, bu romanda anlatılan “yabancı”lar, öğrenci oldukları için ve bu yeni ülkeye yerleşme düşüncesiyle gelmedikleri için, fazla yabancılık çekmiyorlar. Yabancı öğrenci olmanın psikolojisi göçmenlik gibi değil, yeni yer çabuk benimsendiği gibi kolay terk edilebiliyor. Yabancı öğrenciler için yeni geldikleri yer Araf gibi, geçitte kullanılan kalıcılığı olmayan bir yer.
Doğu-Batı ikilemini Şafak roman boyunca farklı biçimlerde hep akılda tutmamızı sağlıyor, “West” ve “The Rest” adlı kedilerle, Boğaz köprüsünün tam üzerinde ne Doğu ne Batı olduğu noktada, ama en çok ne bir kültürün ne de diğerinin hissedildiği hafiflik noktasında. Araf’ta yinelenen temalar romana bütünlük hissi vermiş: parçalanmış gibi görünen ve yer yer detaylara fazla dalan anlatıya rağmen, romanın son sayfalarında inanılmaz bir şekilde konuyu birleştirmiş yazar. Roman boyunca tekrarlanan kaşık, çikolata, Doğu-Batı ve zaman temaları romanın son sayfalarında derin anlam kazanmışlar. Bütünlük duygusu genelde Şafak’ın romanlarından geride kalan bir tat. Yazmaya başlamadan önce zihninde bitirdiği bir romanı kaleme aldığı izlenimi veriyor. Sağlam kurgu, yazarın karakteristiklerinden biri.
Romanda çok net olmayan birkaç şey de vardı, örneğin Ömer “ekimin son günü doğmuş” (s. 276) olduğunu söylüyor. Amerika’da 31 Ekim Cadılar bayramı olarak kutlanır ve romanda da Cadılar Bayramı ve bir gün sonrası detaylarla anlatılmış, buna rağmen Ömer’in doğum gününden söz edilmiyor. Halbuki roman kahramanlarının birlikte doğum günü kutlama ve birbirlerine hediye verme adetleri (s.153) var. Ayrıca, sadece birkaç bavulla Boston’a gelen Ömer’in 10 ay sonra birkaç bin CD’yi öğrenci bütçesiyle nasıl edinebildiği soru işareti yaratıyor.
Bu türden bir kusur olmasa da, romanda filozof adlarının rasgele kullanmış olmaları da dikkat çekiyor. Kant (s. 64), Aziz Augustine (s. 79) Marx (s. 168), Heidegger (s. 232) (aslında Heidegger’in adı geçmiyor ama “Dasein” filozofu çağrıştırıyor) adlarına rağmen romanda nasıl yer aldıkları çözülemiyor. “Bu talimatı beğenmemişti. Bütün bunların ne faydası vardı, burada olmaya direnmeyen Dasein’ın ne anlamı olurdu” gibi tümceler, roman içinde bir anlam verilmediklerinde, sadece gösteriş için konmuş havası gibi görünüyorlar. Aslında “Dasein”in ne olduğunun anlatılması, dünyaya fırlatılmış olmanın, istem dışı var olmanın ağırlığı altında düşen insanın açıklanması romana bence çok şey katabilirdi, ama felsefeyle yakından ilgilenen okurların bile çözmekte zorlanacakları ya da yanlış okuduklarını sanacakları bir şekilde verilmiş felsefe bağlantıları.
Ve Çeviri
Romanın çevirisinden de kısaca söz etmek gerekir, çünkü güzel Türkçe kullandığını bildiğimiz bir yazarın nasıl çevrileceği konusu edebiyat çevrelerinde merakla bekleniyordu. Yazar bir röportajında çeviriden memnun olduğunu söyledi. Ben de çeviriyi yapan Aslı Biçen’in daha önce Salman Rushdie’nin Geceyarısı Çocukları, A. Burgess’in Mozart ve Deyyuslar ve I. B. Singer’in Meşuga çevirilerini okumuş ve iyi bulmuştum. Dili özellikle biraz arkaik kullanan biri olması sözünü ettiğim çevirilerde iyi durmuştu fakat 2000’li yıllarda Boston’da yirmi yaşlarındaki gençlerin yaşamlarının anlatıldığı bir romanda bu denli Osmanlıca sözcüğün kullanılmış olmasını yadırgadım. Çevirinin akıcılığına bir kusur bulmak zor ama bazı sözcükleri sık tekrarlamış olması – örneğin aynı paragraf içinde üç kez “ziyade” kullanmış (s. 13) – Elif Şafak’ı orijinal dilde okuyor olsaydık bu tür hatalarla karşılaşmazdık.
Umarım Araf Amerika ve İngiltere’de başarılı olur. Elif Şafak yaşlarındaki Jhumpa Lahiri ve Aleksandar Hemon’un kazandıkları ödülleri ve başarıyı düşündüğümde, Şafak’ın adının onlara katılmasını çok arzular buluyorum kendimi.