 | ISBN13 978-975-342-759-3 | 13x19,5 cm, 104 s. |
Liste fiyatı: 156.00 TL İndirimli fiyatı: 124.80 TL İndirim oranı: %20 {"value":156.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"458","item_name":"Zamane","discount":31.20,"price":156.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et |
Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, 1975 | İnsan Olmak, 1983 | Psikanaliz ve Sonrası, 1988 | Varoluş ve Psikiyatri, 1990 | Kırmızı Kitap, 1993 | Dersaadet'te Dans, 1996 | Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?, 1997 | Kimbilir?, 1998 | Kızarmış Palamutun Kokusu, 2001 | Hayat, 2002 | Tren, 2004 | Seyyar, 2005 | Kuru Su, 2008 | Mesela Saat Onda, 2012 | Rastgele Ben, 2014 | Orada, Bir Arada, 2017 |
Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Zamane Yayıma Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Şubat 2010 | 8. Basım: Mayıs 2023 |
"Askeri darbenin ardından otorite figürlerine ve kurumlarına karşı tepkiler sindirilmişti, ama daha uzun vadede bunun yerini farklı ve çoklu dinamikler aldı. Artık siyasi ya da toplumsal bir kutuplaşma olduğunda, şaşırtıcı bir hızla karşıt bir kutup odağı oluşmakta. Bu bir bakıma yoğun bir dinamizmin de ifadesi, tabii beraberinde bir soruyla birlikte. Bu dinamikler bizi ileriye doğru mu taşıyor, yoksa kısırdöngüye kapılıp sürüklenmemize mi neden oluyor? Yönetilen ülkeden neredeyse bağımsız, kendi kendini ileriye taşıyan bir başka ülke de var gibi. Psikoterapide de zaman zaman mehteran yürüyüşüne benzer bir süreç yaşandığından benim için oldukça bildik. Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık sorusunun cevabını ise hiçbir zaman bilemeyeceğiz." Engin Geçtan geniş bir zaman aralığında, Türkiye'de yaşanan süreçlere uzmanlık alanı olan psikiyatri perspektifinden bakıyor, toplumun ve bireylerin değişmesine dair değerlendirmeler ve yorumlarda bulunuyor. Otorite, öfke, sıkışmış kızgınlıklar, persona ve gölge, özerklik, kimlik sorunları, çocuk yalnızlığı gibi konularda söz alırken aynı zamanda klinik deneyimlerinden gözlemler de aktaran Geçtan'dan zamane hallerine yılların birikiminden bir bakış.  | İÇİNDEKİLER |
"Türkiye adaletli bir yer değil" Süreçler Dinlemek-İşitmek Varoluş suçluluğu Toplumsal değişme Özerk insan Şeyler dünyası Kimlik sorunları Otorite ve öfke Üç beyinli insan Çözülen değerler ve umursamazlık Aidiyet duygusu Depresyon ve sıkışmış kızgınlıklar Çocuk yalnızlığı Korku Kolektif regresyon Persona ve gölge Gölgenin başkaldırısı Sıradışı davranış salgınları Ensest Ahvalimiz  | OKUMA PARÇASI |
Açılış bölümü, "Türkiye adaletli bir yer değil", s. 11-13 Karşıdan bir anne ve on yaşlarındaki oğlu geliyordu, konuşarak. Yanımdan geçerlerken çocuğun annesine "Türkiye adaletli bir yer değil," dediğini duydum. Kesin olarak bilemesem de konuşması bana, büyüklerden duyduklarını tekrarlayan çocuklarınki gibi gelmedi ve duyduğum cümle beni düşündürdü. Konuşmanın öncesini ve sonrasını dinleyebilmiş olmayı istedim. Gerçekten o da ülkenin yükünü üzerinde hissediyor muydu? Eğer öyleyse, bu sözü o yaşta eden çocuğu nasıl bir gelecek bekliyor olabilirdi? Pek çok çocuk farkında olmadan zaten ebeveyninin duygusal yükünü çekmek zorunda ve geleceğin "yaşlı gençleri" olmaya aday. Benim çocukluğumda, o çocuğun yaşında biri böyle bir görüşü dile getiremezdi. Çocukluğum İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçti sayılır. Sofrada misafir olduğunda mutlaka savaş tartışılırdı. Müttefikler, Naziler ve Kızıl Ordu'nun katıldığı bu acımasız satranç oyunuyla ilgili anlatılanları ilgiyle dinlerdim. Kaygılanmazdım, çünkü büyükler kaygılı değillerdi. Hatta, babamın Berlin'de eğitim görmüş Nazi yanlısı arkadaşı geldiğinde çıkan tartışmalar beni eğlendirirdi. Bir kez bile Almanlar'ın bize de saldırabilecekleri olasılığının konuşulduğunu duymadım. Ülke sakin ve huzurluydu, tanıdığım kimsenin evine hırsız girmemişti; cinayet, filmlerin ve romanların konusuydu. Etrafta şikâyet kültürü yoktu; ekmek karnesi ve içinde kılçıksı buğday sapları barındıran, şimdilerde sapsızları rağbet gören siyah ekmekle... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Filiz Aygündüz, “Hayatın zamane lisanı”, Milliyet Kitap Eki, 18 Şubat 2010 Bazen bildiklerimiz yaşadıklarımızı anlamaya yetmez. Parçalar birleşmez, sözler havada kalır, öfke en başıboş haliyle tehlike saçar, hayat ‘mana’ kelimesi yokmuş gibi davranır; deli mi ne? İşte o günlerde kütüphanesinde bir Engin Geçtan’ı olmalı insanın... Yangında ilk kurtarılacaklar arasında! “İnsan Olmak”ın ateşinde yanabilsin diye, 100 yıl, yanmayı öğrendiyse tabii... Bu, Geçtan’ın edebiyat kategorisinde yazdığı altı romandan biri de olabilir, edebiyat dışı sayılan ama edebiyatından sual olunmayacak denli güçlü, psikiyatri temelinde kaleme aldığı sekiz kitaptan biri de... Hatta kendisiyle yapılan söyleşilerden oluşan Seyyar da... Geçtan’ın okurları bilir ki, onun kitapları okumakla bitmez; okuduktan sonra başlayan çok özel bir bölümü vardır ki her birinin; günlük hayatta parçaları birleştirir, sözleri doğru yerlerine yerleştirir, öfkeyi sakinleştirip, manayı ‘içeri’ alır. İşte bu kitaplara bir yenisi daha eklendi geçen hafta: Metis Yayınları’ndan çıkan Zamane... Psikiyatride yarım asrı, kalem erbaplığında 35 yılı geride bırakan Geçtan’ın ‘hayatın zamane lisanı’ üzerine yazdığı nefis bir kitap! Bize neler oldu sorusunu dert edinen herkese iyi gelecek Zamane... Bu kitapta, ‘evrensel’ kalemine gözünün ‘buralı’ nurunu akıtıp Türkiye’de olup bitenlere bakmış Engin Geçtan. Otoriteden kimlik sorunlarına, televizyondaki ‘acıklı’ yemek progra... Devamını görmek için bkz. |  |
Necmiye Alpay, “Zamane”, Radikal, 18 Şubat 2010 Engin Geçtan, elli küsur yıldır bu ülkenin insanıyla haşir neşir, bir ruh hekimi, düşünür ve yaratıcı yazar. Mesleki kitaplarının yanı sıra denemeler ve romanlar da yazıyor. Yeni kitabı Zamane, adının da anıştırdığı üzere günümüz insanı olarak yaşadıklarımız üstüne enine boyuna düşünceler ortaya koyuyor. Çoğumuzun en az iki kez okuyacağı bir kitap bu. Toplam 100 sayfa, yirmi bir bölüm: Süreçler, Özerk insan, Kimlik sorunları, Otorite ve öfke, Çocuk yalnızlığı, Ensest, Ahvalimiz... Bu başlıklar altında, ‘kolbastı’dan tutun, Deniz Baykal’a, ‘aidiyet’ten ‘değerlerimiz’e, ‘trajedi’den ‘keyif’ olayına, işkenceden eğitime, Kenan Evren’den reklamların etkisine, vicdandan töreye, oradan kadına ve çocuğa yönelik şiddetin arkasında yatan duygulara kadar yığınla kavram ve olguya da ışık tutuyor. Ruh sağlığı meseleleri için yapılabileceklere değiniyor. Zamane için Geçtan’a teşekkür borçluyuz. Kürşad Oğuz, “Başbakan’a ve Baykal’a da tavsiye edilir”, Radikal Kitap Eki, 26 Mart 2010 Başbakan’ın yerinde olsam Engin Geçtan’ı danışman tayin ederdim. Kabul eder mi, nasıl ikna edilir, bilemem. Veya seçim öncesi kömür, beyaz eşya vs. yardımı yapılabiliyorsa hiç olmazsa ‘Her eve bir Zamane’ kampanyası da düzenlenebilir. Ülkenin yaşadığı bu kaotik ortamın Ergenekon davası, darbe planları, yasama-yürütme-yargı çatışması, açılımlar vb. türlü muammayı içine alacak şekilde aklı başında ve tarihsel temellere dayandırılarak açıklanması, her gün ‘batıyoruz’ diye feryad edenlerin yüreklerine su serpilmesi en kolay böyle sağlanabilir. Bu konuda hükümetin çok ihtiyaç duyduğu doğallaştırma ve normalleştirmenin propagandası en güzel Geçtan’ın yaklaşımıyla yapılır. O, özetle, nasıl insan hayatında inişler, çıkışlar, patlamalar yaşanıyorsa toplum için de aynı süreçlerin geçerli olduğunu, bunun olmamasının endişe vermesi gerektiğini söylüyor ve şu an ülkenin durumunu anlatan en güzel cümleyi sarfediyor: ‘Yönetilen ülkeden neredeyse bağımsız, kendi kendini ileriye taşıyan bir başka ülke de var gibi.’ Geçtan, ülkenin en ünlü psikiyatrlarından, rivayete göre terapi için başvuranların kapısında birkaç sene beklediği, bugüne kadar ‘divan’ından binlerce kişinin –çoğu kalburüstü– geçtiği, üstelik bu işi 50 küsur yıldır yaptığı için yakın tarihin çok önemli gelişmelerini de dikkate alarak terapilerini yürüten, yazdığı altı romanda ve ona yakın bilimsel çalışmada edeb... Devamını görmek için bkz. |  |
Feridun Andaç, “Engin Geçtan’dan bir ‘Zamane’ sorgusu”, Dünya, 22 Şubat 2010 "Benim yazarım" sözünü severim. Öğrencilerime de, dilime pelesenk ettiğim şu sözü sık sık yinelerim: "Kitap değil yazar okumalısınız..." Ama oraya varmak için ilkten kendi yazarlarınızı seçmelisiniz. Neyi/ niçin/ neden anlattıklarını bilenlerdir bunlar da çoğunlukla. Ben öyle algılarım "benim yazarım" dediklerimi. Bir kanıksama hali, her dediğini benimseme durumu da değildir bu. Bazen siz ona eşlik edersiniz düşüncelerinde, kimi zaman da o sizin duygularınıza dokunur, içinizin sesini kanatlandırır... Ne yanıyla bakarsak bakalım, sizin yazarınız olan size yeni şeyler taşır sürekli; baktırır, gördürür, ayaklandırır, söz çadırları kurdurur, düşünce iklimlerinden geçirerek sizi bir dünya insanı olmaya çağırır. İşte Engin Geçtan da, "benim yazarım" dediklerimdendir sevgili okurum. Onun her bir sözüne ulaşmak yedi iklim dört bucağa gitmek gibidir benim için. Biriktirdiği sözlerinden kurduğu bir kitabını elime geçirmeye göreyim, zamanı durdurur, kitabının sayfalarını ağır çekimdeki bir kameranın dönüşüne verir, gözlerimi duygu dili/ göz iklimi kılarak okurum her bir sözcüğünü. Daha dün, yeni yayımlanan Zamane kitabına kavuşunca durdurdum zamanı bir an . Okşadım kitabının kapağını. Hatırladım yazarımın hiç görmediğim yüzünü, dinlediğim sesinin tınısına uzandım o duran zamanın içinden. "Yaratıcı yazarlık" dersine girdiğimde, Nabokov'un; biraz da, "aileleri uy... Devamını görmek için bkz. |  |
Müge İplikçi, "Zamanımızın eskimeyen dertleri", Vatan Kitap Eki, 17 Nisan 2010 Elimde iki kitap, “Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreği allak bullak bir bellekle son buldu” diye düşünüp duruyorum. Tarihin izleği, bu izlekle birlikte meydana gelen değişimler, bu değişimlerin insanlara yansıyan halleri nihayetlenmiş değil. Bu açıdan bakıldığında yakın tarihi “bir geçmiş” olarak irdelememiz pek de mümkün gözükmüyor. Zira tarih dendiğinde dün, bugün ve geleceği hep birlikte düşünebiliriz kanaati hakim bu yaşadıklarımızda. Türkiye’nin yakın tarihi der demez şu meşum ilkbaharlar ve sonbaharlar geliyor insanın aklına. Elimdeki kitaplardan ilki böyle bir yakın tarihi anlatıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ve ordudan atılanlar. Yakın tarih deyince geceyle gündüzün eş olduğu zamanlar gibi yaşamla ölümün denk sayıldığı zamanlar düşüyor içime. Türkiyeli insanın kaderiymişçesine geçmişini böyle bir paydada algılama zorunluluğu. Meşum Martlar, Mayıslar, Eylül. Sınırları çizilmiş olan özgürlüğün kolayca tutsaklığa, pür inancın ekonomik menfaate, insani umutların siyasi ihanetlere, yurtseverliğin ucu bilenmiş bir milliyetçiliğe kaydığı zamanların kimi kez sonu kimi kez başlangıcı; kimi kez ikisi de, bazen ikisi de değil; bir devam ya da bir final... Otoritenin demokrasiye, demokrasinin otoriteye yenildiği durumlar. Bazen her ikisi de. Bazen ikisi de değil. Kısaca ülkenin yazgısının yazıldığı kavşak noktaları. Kısaca bir ülkenin kimlik krizine uğraması için gerekli olabilecek hemen her... Devamını görmek için bkz. |  |
“Mehteran yürüşüne benzeyen bir süreç”, Yeni Şafak Gazetesi, 10 Mart 2010 Engin Geçtan, Zamane adlı kitabında psikiyatr kimliğiyle Türkiye tarihinde farklı bir yolculuğa çıkarıyor okurlarını. Yazar, yanından geçen bir çocuğun annesine "Türkiye adaletli bir yer değil" isyanına şahit oluyor. Bu olay kitabının yazılmasında büyük öneme sahip. Kendi çocukluğunda, o çocuğun yaşındaki bir bireyin böyle bir görüşü dile getiremeyeceğine dikkat çeken yazar, kitabında Türkiye'de toplumun ve bireylerin değişmesine dair değerlendirmelerde bulunuyor. Zamane hallerine yılların birikimiyle bakan yazar, Türkiye'nin mehteran yürüyüşüne benzer bir süreç yaşadığına dikkat çekiyor. Askeri darbenin ardından tepkilerin sindirildiğini söyleyen Geçtan, "Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık?" sorusunun ise cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bir soru olduğunu söylüyor. Müge İplikçi, ''Bazen tek bir kitap!'', Vatan Gazetesi, 5 Ekim 2011 İki gün önce gazetemizde Mine Şenocaklı’ın Hasan Cemal ile son kitabı Barış’a Emanet Olun üzerine yaptığı söyleşiyi okumuşsunuzdur. Hasan Cemal kitabıyla ilgili bilgiler verirken medyanın geçmişte yaşadığı suskunluğa, belleksizliğe, yanlış yönlendirmelerine değiniyor. Değinirken bir de özeleştiri yapıyor. Benzeri bir yüzleşmeyi Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim kitabında da yapmıştı ve bir dönemin ilâh konumundaki gazetesinin de nihayetinde insan elinden çıkma olduğunu anımsatmıştı birçoğumuza. İnsan eli bana şunu çağrıştırıyor: İnsan yanlış yapar, yapabilir. Üstelik insanın yanlışlarla güzel olduğuna inanan biriyim. Ancak asıl çözüm noktası inatla yanlışları devam ettirmekte değil, bunların gerçekliğiyle yüzleşebilmekte. Açıkçası toplumsal psikolojimizin de bundan farklı bir işleyişi olduğuna inanmıyorum. Bunun yolunu ve yöntemini bir biçimde görmemi sağlayan kitaplardan bir bölümü de Engin Geçtan’ınkilerdi. (Bakınız özellikle onun Zamane’sine) Türkiye kamuoyunun yıllarca Kürtler konusunda kendi gölgesinde yaşamayı tercih etmesi, kamuoyunun kendi seçimi değildi. Orada yaşananların gerçekte ne olduğunu ilk elden okumamıza, görmemize hiçbir zaman izin verilmedi. Gerçeği bu biçimde ihlâl edenlere diyecek bir sözüm yok. Bedeller er ya da geç ödeniyor çünkü. Ancak artık kamuoyu olarak madem birtakım olup bitenleri daha net seçebiliyoruz, o zaman sarf ettiğim... Devamını görmek için bkz. |  |
|