| ISBN13 978-975-342-759-3 | 13x19,5 cm, 104 s. |
|
Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, 1975 | İnsan Olmak, 1983 | Psikanaliz ve Sonrası, 1988 | Varoluş ve Psikiyatri, 1990 | Kırmızı Kitap, 1993 | Dersaadet'te Dans, 1996 | Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?, 1997 | Kimbilir?, 1998 | Kızarmış Palamutun Kokusu, 2001 | Hayat, 2002 | Tren, 2004 | Seyyar, 2005 | Kuru Su, 2008 | Mesela Saat Onda, 2012 | Rastgele Ben, 2014 | Orada, Bir Arada, 2017 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Açılış bölümü, "Türkiye adaletli bir yer değil", s. 11-13 Karşıdan bir anne ve on yaşlarındaki oğlu geliyordu, konuşarak. Yanımdan geçerlerken çocuğun annesine "Türkiye adaletli bir yer değil," dediğini duydum. Kesin olarak bilemesem de konuşması bana, büyüklerden duyduklarını tekrarlayan çocuklarınki gibi gelmedi ve duyduğum cümle beni düşündürdü. Konuşmanın öncesini ve sonrasını dinleyebilmiş olmayı istedim. Gerçekten o da ülkenin yükünü üzerinde hissediyor muydu? Eğer öyleyse, bu sözü o yaşta eden çocuğu nasıl bir gelecek bekliyor olabilirdi? Pek çok çocuk farkında olmadan zaten ebeveyninin duygusal yükünü çekmek zorunda ve geleceğin "yaşlı gençleri" olmaya aday. Benim çocukluğumda, o çocuğun yaşında biri böyle bir görüşü dile getiremezdi. Çocukluğum İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçti sayılır. Sofrada misafir olduğunda mutlaka savaş tartışılırdı. Müttefikler, Naziler ve Kızıl Ordu'nun katıldığı bu acımasız satranç oyunuyla ilgili anlatılanları ilgiyle dinlerdim. Kaygılanmazdım, çünkü büyükler kaygılı değillerdi. Hatta, babamın Berlin'de eğitim görmüş Nazi yanlısı arkadaşı geldiğinde çıkan tartışmalar beni eğlendirirdi. Bir kez bile Almanlar'ın bize de saldırabilecekleri olasılığının konuşulduğunu duymadım. Ülke sakin ve huzurluydu, tanıdığım kimsenin evine hırsız girmemişti; cinayet, filmlerin ve romanların konusuydu. Etrafta şikâyet kültürü yoktu; ekmek karnesi ve içinde kılçıksı buğday sapları barındıran, şimdilerde sapsızları rağbet gören siyah ekmeklerden hoşlanmaz, ama bunu ve bazı diğer yoksunlukları dert etmezdik. Savaşta Müttefik donanması tarafından kovalanıp İzmir Körfezi'ne sığınan İtalyan savaş gemileri tam karşımızdaki uzaklara demir atmışlardı. Tutsaktılar, savaş sonuna kadar orada kalmaları gerekiyordu. Ailelerimizin karşı çıkmasına rağmen birkaç kez gizlice gemilere kadar yüzmeyi deneyip başaramamıştık, zaten son girişimimiz aileler tarafından fark edilmiş, bazı pencerelerden çarşaflar sallandırılmıştı. O gemiler trajedi simgesi değildi, yeni bir oyundu, çocukluğun dokunulmazlığını yaşıyorduk, dünyanın yükü bizden uzaktı. Ülke kendini yenilemiş olmanın coşkusunu hâlâ yaşıyordu, gelecekte olacaklardan habersiz. Bu anlattıklarım, 1940'lı yılların ilk yarısının çocuklarını ve büyüklerini dile getiriyor. Hayatın daha kendiliğinden ve yavaş aktığı günleri. Kaygılar o zaman da yaşanıyordu, ama bugün baktığımda, üretilmiş kaygıdan çok, somut nedenlerle ilintililermiş gibi görünüyor. Trajedi yaşandığında acısı da içten paylaşılırdı. Kadercilikten farklıydı bu, hayatı geldiği gibi kabuldü. İnsanlar bulundukları konumu da kabul etmiş gibiydiler. Daha iyi yaşayanlara özenip onlara benzemeye çalışılmazdı, açgözlülük ve sınıf atlama çabaları yoktu, zaten kimse aniden zengin olmazdı. "Psikolojik sorun" diye bir kavram yoktu, sadece bazı insanlar biraz ayrıksıydılar. Bunların, toplum yapısı dediğimiz şeyin bugünkü eşdeğeri sayılabilecek dünyalara baktığımızda gördüklerimizden farklı olduğunu biliyorum. Tabii ki anlattıklarım o günlere bugünden bir bakışı yansıtıyor, abartılı mı bakıyorum sorusuyla birlikte, ama o dönemi başka türlü nasıl anlatacağımı da bilemiyorum. Ancak, geçmişi özlemle ananlardan da değilim, bugünü olduğu haliyle yaşıyorum, olmakta olanlara sürecin şimdiki aşaması olarak bakarak. Annesine "Türkiye adaletli bir yer değil," diyen çocukla karşılaştığımda yayıncımın ofisine gitmekteydim. Referans olarak kullanılabilecek bir metin yazmıştım, o metinden bir kitap olup olamayacağını konuşacaktık, ama böyle bir projeye karşı içimde biraz isteksizlik de vardı. Daha önce yaşamadığım bir şey, belki de yazacaklarımın içeriğinden ötürü, bilemiyorum. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra kendimi okumakta olduğunuz satırları yazarken buldum. Yolda karşılaştığım çocuğun bunda payı varmış gibi geliyor bana, nedenini bilemesem de. Yazmaya başlamadan önceki aylarda, etrafta "Bize neler oluyor?" sorularının uçuşmakta olduğunun farkındaydım, bu soruya kimsenin tam bir cevap bulamayacağının da. Çünkü yaşanan karmaşık olguların bazı yönlerini bilenlerin, diğer yönlerini bilmeleri ya da anlamaları mümkün değil. Bu nedenle, birazdan anlatacaklarım, mesleki birikimim ve bazı kişisel deneyimlerim sonucu edinilmiş bazı izlenimlerle sınırlı olacak. |