Hiç öyle kolay bir söyleşi değildi, itiraf etmeliyim. "Söyleyeceğimi kitapta söyledim, daha fazla konuşursam bozarım," diyordu Engin Geçtan. Bir çeşit "Çanakkale geçilmez" halindeydi. Ben zorladım, o direndi. Satırlarını açmayıp, okura alan bırakmakta kararlıydı. Belki de haklıydı. O yüzden bu söyleşi
Hayat'ı anlatmıyor ama
Hayat, hayatın ta kendisi. Onu nasıl içinden çıkılmaz bir yumak haline getirdiğimizin öyküsü... Üstelik kitabı okumak onunla ilgili söyleşi yapmaktan çok daha kolay. Gene geçemiyorsunuz Çanakkale'yi... Ama sınırda Engin Geçtan ileyüzü hayata dönük, hayat dolu şahane bir tango yapıyorsunuz. Az şeymi?
"Hayat", insanların çok fazla anlam yüklediği iddialı bir isim aslında. Bu sizi korkutmadı mı?Benim öyle korkularım yok. Bu ismin iddialı olduğunu dahi düşünmedim. Yaşam, yaşamak gibi bir ad vardı kafamda, sonra "Hayat" olmasına karar verdim. Hayat sanki daha derinliği olan, daha sıcak bir ifade. Bu kitabı yazarken şunları, bunları, onları katacağım diye bir strateji izlemedim. Kitap yazmak benim için bir tür yolculuk.
Ne tür bir yolculuk?Bilinmeyen bir yolculuk.
Bireysel bir yolculuk mu bu?Evet. Ama nereye gittiğimi bilmediğim bir yolculuk.
"Belirsizlik"...Belirsizlik de belirli bir ifade bence.
Siz hayatı anladınız mı?Benim dünya görüşüm nedir bu yaşamda, ben onu paylaşmak istedim kitabımda. Yazdıklarım netice itibarıyla kendi kişisel, mesleki deneyimlerim... Kitapta sözünü ettiğim kuantum fiziği de kaos da benim özellikle üzerine gittiğim konular değil. Onlarda sezdiğim bir şeylerin karşılığını buldum. Bırakın hayatı anlamayı, "anladım" diye bir şey olamaz zaten. Sürekli anlamaya çalışmak vardır. Anladım dediğim anda kurutursunuz. Anlamak bir çeşit adlandırma...
Kitap yazmak da öyle değil mi?Adlandırmak değil, ifade etmek, ben bunu böyle yaşıyorum diye yazmak.
Sözcüklerle nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?Mevcut sözcükler anlatmak istediklerinize yetmiyor. O zaman hikâyeler içinde anlatmaya çalışıyorsunuz.
Mesafeli, cool ama samimi bir üslubunuz var. Hiçbir şey vaat etmeden söyleyeceğini söyleyip sırtını dönerek çekip gitme hali...Katarsisi okuyucuya bırakıyorum. Benim bir birikimim varsa ve onu paylaşmak istiyorsam eğer, ben onu düşündürtmeliyim, düşünce sunmamalıyım. Bu, benim mesleğimden gelen bir şey. Ben kimseye ne yapması gerektiğini söyleyemem.
Sözcüklerinizle okur arasına koyduğunuz mesafe, kitapta sözünü ettiğiniz korunma amaçlı bir maske yani persona mı?Hayır. Bu benim. O mesafe karşı tarafa saygı. Ona alanbırakmak. Ki bu, yazarken daha kolay. Çünkü uygulamada, bugünkü dünyada, bu kentte alanı bıraktığınız zaman, o alanı kullanmasını bilemeyen pek çok insanla karşılaşabiliyorsunuz. Ama orada da bendirenirim. Kitapta ise alanı bırakıp gidiyorsunuz.
Hayat, kitaplarla öğrenilebilir mi?Hayır. Bana göre, insanlar almaya hazır oldukları noktaların karşılığını kitapta bulurlar. Geri kalanını görmezler. Hayatı, ona katıldığınız oranda öğrenirsiniz. Okuyarak ya da gözlem yoluyla öğrenilebilecek bir şey değil hayat.
Kitapta hayatın tartışılmayacak kadar sıradan ve yalın olduğunu söylüyorsunuz. Ama hayatın karşısında önerdiğiniz duruşlar son derece zor. "Rağmen varolabilmek" diyorsunuz. Her şeye rağmen...Çünkü onlar var. Onlar varsa, o engellemeleri günlük hayatımın gündemi haline mi getirmeliyim? Aşırı yoksulluktan ve açlıktan söz etmiyorum. Orası zor bir alan. Ama hayatı tartışmaktan, yorumlamaktan yaşayamayan insanlar var.
Yorumlamak da bir anlamda yaşamak değil midir?Bence değil. Sezmek, hissetmek, katılmak, kendini çok gözlemlemeden. Yaşamak bu.
"İnsan kendine bir hayat ısmarlayamaz" diyorsunuz. Aslında sistemin bize öğrettiklerinin hatta dayattıklarının tam tersini söylüyorsunuz kitapta.Hayatı proje yaptığınız zaman, elden kaçar bana sorarsanız. Sistem var. Sistem benim için deliyi idare etmek anlamını taşıyor. Bir sistemin içindesiniz. Şartlandırmalar, dayatmalar var. Ama aslolan kendinize dürüst olmanız. Diyelim ki işimi severek yapmama rağmen sistemin içinde, onun empoze ettiği bana uymayan abuk sabuk şeyler de oluyor. Ben şahsen onları içleştirmiyorum. Uyuyorum ama inanmıyorum. O zaman kendime dürüstüm, deliyi idare etmek dediğim bu.
"Psikiyatri ve özellikle psikodinamik psikiyatri, bilgi ve sanatın bireşimi sayılabilir" diyorsunuz. Sanat ve psikiyatri?Psikiyatrsınız ve insanın psikodinamikleriyle ilgili bilgileriniz var. Ama siz, size gelen birisiyle birlikte bir dans sürdürüyorsunuz. O dansta hangi adımları ne zaman atacaksınız? Hangi lafı ne zaman söyleyeceksiniz? Bana göre bu başlıbaşına bir sanat.
Gene kitaptan bir alıntı: "Bir dansçının kendinde olmayan bir dansı yapmasını anlayabilmiş değilim." O dans size mi ait?Evet. Terapiye gelen herkes başlangıçta başka bir adımda duruyor. Ve sonunda tek bütün oluyoruz, birlikte dans etmeye başlıyoruz. Çok güzel bir tango yapıyoruz. Her psikiyatrın kendi tarzı olmalı.
Kendinin olmayan dans?Bu, "Kuğu Gölü" balesi ile Nesrin Topkapı arasındaki fark.
Marilyn Monroe'nun yaydığı ışığın varolamamanın pırıltısı olduğunu yazmışsınız. Varolmanın pırıltısıyla varolamamanın pırıltısı arasındaki fark ne?Aydınlık ve pırıltı arasında fark vardır. Varolmanın aydınlığı, varolamamanın pırıltısı... Marilyn Monroe ışık saçıyordu. Ayrıca çok güzel bir kadındı. Ankara'da yıllarca yaşadım, o pırıltılı insanlar orada yoktu o zamanlar. İstanbul'a geldiğimdeyse bir yığındılar. Pırıltıda çekiliyorsunuz, cazibe var. Ve bu tehlikeli. Çünkü arkasında bir şey yok, varmış gibi görünüyor.
Kitapta Kuantum fiziğine de sık sık değiniyorsunuz...Kuantum fiziğinde alışageldiğimiz düşünce biçimlerini terk etmemiz gerekiyor önemli ölçüde. Temelden terk etmeyi kastetmiyorum. Ama başka türlü düşünmek, dünyaya başka türlü bakmak gerekiyor. Ben sokaktaki taş parçasının içinde atomaltı parçacıklarının dans ettiklerini bilmezdim eskiden. Ama bunu öğrendiğiniz zaman bir de bakıyorsunuz, bu planet, hepsi canlı organizma. Bu defa bize öğretilenler, akreplerin cinsel hayatı filan gibi şeyler, aptalca gelmeye başlıyor. Çünkü hayat her yerde var.