ISBN13 978-975-342-420-2
13x19,5 cm, 216 s.
KAMPANYADA
Liste fiyatı: 248.00 TL
İndirimli fiyatı: 148.80 TL
İndirim oranı: %40
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
Ayhan Geçgin diğer kitapları
Gençlik Düşü, 2006
Son Adım, 2011
Uzun Yürüyüş, 2015
Bir Dava, 2019
Dünyalararasında, 2024
AYIN ARMAĞANIAYIN ARMAĞANI
Diğer kampanyalar için
 
Kenarda
Yayıma Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen
Kapak Fotoğrafı: André Kertész
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Eylül 2003
5. Basım: Haziran 2024

Bir kente ait olabilmek için gereken süre nedir? Kentlilik köye ilişkin tüm tasavvurların geçmişte kalması, silikleşmesi ise bellek geride bıraktıklarının yerine ne koyabilir?

Ayhan Geçgin’in, kenti her defasında bir uçtan bir uca amaçsız gibi görünen bir rotayla kateden, meydanlarında, sokaklarında, kaldırımlarında yürüyen kahramanı da bu sorunun cevabını arıyor gibidir.

Deri fabrikalarının kokusunun tüm metne sindiği, yerleşiklik, rehavet, göç, tedirginlik arasında dolaşan, kentin varoşlarını da, ışıltılı caddelerini de aynı soğukkanlı bakışlarla kaydeden çarpıcı bir ilk roman.

Kenarda: Sıkıntılı bir ruhun başdönmeli dolaşması…

İÇİNDEKİLER
Birinci Kitap: Yer Tedirginliği
İkinci Kitap: Ay Tedirginliği
OKUMA PARÇASI

s. 17

Anımsamıyordu. Eskiden neydi? Anımsamaya da çalışmıyordu. Zaman zaman pencereden görünen manzaranın eski biçimi diye düşündüğü bir görüntü belleğinde canlanır gibi oluyordu, sokak belirip siliniyordu, sanki bunlar eskiden ne olduğunu, şimdi dönüştüğü şeyi açıklayabilirmiş gibi. Eskiden ne olduğu öteki kıyıda, çatlağın öte tarafında kalmıştı, bu doğru – şimdi olduğu şey ise tuhaf bir boşlukta. Anımsayamazdı, anımsayanın kim olduğunu bile söyleyemezdi...

s. 31-32

Çayocağında köyden yeni gelen gençler, genç akrabalar, yeğenler çalışırdı. Nasıl geçtiğini anlamadıkları, olanları kavrayamadıkları ayların, bazen yılların ardından zaten kendi benzerleriyle örülü ortama alışır, ardından daha iyi bir iş bulmak için çabalamaya başlarlardı. Kimisi ilk fırsatta başka bir işe geçerdi, çünkü hem akrabaları hem de patronları, bu yüzden de ne patronları ne de akrabaları olan Dede sinirli biriydi, hemen ardından yatışsa da, en ufak bir hatada köpürürdü. Çıkanların yerine aynı şaşkınlık içindeki yeni birleri gelirdi. Gelenler bir akrabanın, amcanın, dayının, teyzenin ya da halanın yanında kalırdı. Bazen akrabalarda kalmak istemeyen biri ocağın karşısındaki depo gibi bir bölmede kasalar, kırık hasır sandalyeler, kutular, tenekeler, aletler, örümcekler arasında yatardı. (Akşamı gece bekçileriyle ahbaplık ederek geçiren, bazen bir akrabanın evine yemeğe gidip kimi günler geceyi orada geçiren ama çoğunlukla yalnızca bir el radyosuna sahip olduğu odada bir süre radyo dinledikten sonra uyuyan depodaki sabah erkenden kalkar, dükkânın önünü ıslatıp süpürür, kazanın altını yakar, kasaları, iskemleleri, hasır tabureleri dışarıya çıkartır, çayı demlerdi. İlk çayı her zaman kendisi, ikinci çayı bekçi, üçüncü çayı ise poğaçasını alıp gelmiş erkenci müşterilerden biri içerdi.) Evlenecek parayı bulana kadar para biriktirir, sonra yaz mevsimindeki davullu, zurnalı, halaylı, gösterişli düğünlerden birini yapıp kendi evlerine geçerlerdi. İçleri...

Devamını görmek için bkz.
ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER

Hasan Uysal, "Ortada olmanın güveni ya da kenarda olmanın dayanılmaz hazzı", Dünya Kitap Eki, 24 Ekim 2003

Hatırlamak ya da unutmak sadece belleğin bize sunduğu veya esirgediği fiziki bir olgu mu? Tıpkı bir kamera gibi doğumdan ölüme kadar belleğimize kaydettiğimiz görüntüler her zaman bizim kontrolümüzde mi? Bir kaçış biçimi olarak unutmak bazen kaçınılmaz olabilir mi?

İlk romanı Kenarda ile edebiyat dünyasına mütevazı bir adım adan Ayhan Geçgin unutma ve hatırlamanın ikilemiyle sarsıyor, kenarda kalmış yaşamların çalkantılı dinginliğiyle buluşturuyor okuru.

Kendine dair hatırlamadığı ya da hatırlamak istemediği geçmişini kendi dışında –aslında içinde– yaşadığı topluma dair hatırladıklarıyla inanılmaz bir şekilde bütünleştiren, kesiştiren, inanılmaz bir bellekle bizi yakın bir geçmişteki "taşı toprağı altın" İstanbul masalına götüren; gecekondulardan apartmanlara, apartmanlardan mahallelere, ilçelere dönüşen toprak parçaları üstündeki çetin yaşamın sıradan insanlarıyla buluşturan bir roman kahramı etrafında dönen Kenarda bir ilk roman olmasına rağmen hayli başarılı: Acayip sıkı, kaliteli, psikolojik edebiyat metinleri okumak isteyenlerin kaçırmayacağı türden.

Daha ilk romanıyla zor'a kalkışmış olan Geçgin, bence başarmış. Bazen yarım sayfayı bulan cümleleriyle olayları takip etmek konusunda okuru zorlayan Geçgin, yalın ve akıcı dili sayesinde bu açığını kapatıyor.

Tıpkı 70'li yılların başlarından itibaren İstanbul'a ek...

Devamını görmek için bkz.

Olcay A. Kara, "Tanıtım yazarından eleştirmene tiyo’lar", Radikal Kitap Eki, Aralık 2003

Sayın eleştirmen,

postayla eline geçmiştir ya da kitap eklerinde reklamını görmüşsündür, olmadı kitapçıların yeni çıkanlar rafında rastlamışsındır, hâlâ bulamadıysan ‘yayınevlerine/konularına göre kitaplar’ kısmına bak. Ayhan Geçgin’in Kenarda’sını ara. Yayınevini sorarlarsa Metis de! Eğer bir şekilde eline ulaştıysa, kitabı yavaşça aç. Yavaş dedim ama yaaavaş! Metis logosunun hemen üzerinde kısacık bir yaşam öyküsü var. Ayhan Geçgin 1970 İstanbul doğumlu. ODTÜ Felsefe bölümünü bitirdi. Kenarda ilk kitabı. İstanbul’da yaşıyor. Hemen öyle geçmeye kalkma, bi’ dur hele! Umarım elinin altında karayolları haritası vardır. E/eleştirmenlik kolay değil! Felsefe ile İstanbul-Ankara güzergâhlarını iyice belle! Kabak lastikli kamyon şoförlerinin kaba saba şakalarına aldırma. Duymazdan gel, gül ve geç!

Bir sayfa daha çevir ki, bu seni iki adım geriye, en başa, kitabın solgun kapağına götürecek, başın dönmesin, şaşırma! Künyeyi okuyunca senin de dikkatini çekecek; Emine Bora, kitap kapağı tasarımında Andre Kertesz’in 1954 tarihli bir fotoğrafını kullanmış? Kendi kendine sor: Neden? ve belki de Acaba? Kertesz’ in fotoğrafla tanışması için neredeyse ölmesi gereken babasıyla, Geçgin’in Kenarda’sındaki neredeyse ölen baba arasında bir bağlantı kurma olasılığı kaçta kaç? Kenara not et, önemli olabilir, bu fotoğrafçıyı araştır! İki kitaptan oluşan rom...

Devamını görmek için bkz.

Asuman Kafaoğlu-Büke, "Kenarda", Cumhuriyet Kitap, 2.10.2003

Ayhan Geçgin'in ilk romanı Kenarda için bir roman denemesi demek daha doğru olur, çünkü klasik romandan uzak bir roman anlayışıyla yazılmış. İlk sayfalar boyunca kitaba konsantre olup anlamakta epey güçlük çektim. Sanki açık bırakılmış bir kamera her şeyin görüntüsünü kaydetmiş ve bir şekilde sözcüklere dökmüş okura aktarıyor hissine kapıldım. Hiçbir kahramanın olmadığı, sadece sokak görüntülerinin aktarıldığı uzun bölümler boyunca sürüyor roman. Romanın kahramanı sandığımız kişinin gittiği, bulunduğu mekânları en ince ayrıntılarına kadar öğreniyoruz oysa kahramanın kim olduğunu, neden buralarda gezdiğini roman bittiğinde bile hâlâ bilmediğimizi anlıyoruz. Neden Kenarda?

Romanda ilk fark edilen, her şeyin geniş zamanda anlatılması: roman boyunca her şey hep yapılageldiği gibi sürüyor havasında yazılmış. Bir trene binmek, bir akrabayla karşılaşmak sanki hiç durmadan tekrarlanan, devinimsiz bir zaman dilimi içinde yinelenen olaylar dizisini andırıyor. Bunu roman içinde yazar da sık sık tekrarlıyor.

Roman boyunca anlatılan hiçbir şeyin bir şey katmadığını da –tam da yazarın dediği gibi– okur fark etmeye başlıyor. Romanda sürekli altı çizilen devinimsizlik, ilerleyen sayfalarda sadece devinim dışında kalmakla yetinmeyip aynı zamanda varlıksızlığa da dönüşüyor. Devinimin olmadığı yerde varlık da soluyacak yer bulamadığından, roman hiçbir yaşama girmeden, hiçbir karakter yaratmadan, hiç...

Devamını görmek için bkz.

Semih Gümüş, "İlk kitapları kim anlar?", Milliyet Sanat, Kasım 2003

Ayhan Geçgin'in Kenarda romanını okumaya koyulduğumda, genç yazarı edebiyat dünyasıyla karşı karşıya getiren ilişkiler üstüne aklımdan pek çok şey geçti. Kenarda alışılmış romanlardan değil. Açık seçik bir konu çevresinde gelişen bir öyküsü yok Kenarda'nın. İki ucu (başı ve sonu) açık bir öykü, bir durumu ya da kişileri öykülemeyi baştan yadsıyor. Romanda anlatılan durumlar, an'lar, mekânlar, kişiler şaşırtıcı bir sınırlılıkta, çoğalacaklarına, eksilip siliniyorlar sanki.

Ayhan Geçgin, okuru bir yerden alıp başka bir yere götürür gibi yaparken, aslında hep aynı yere getiriyor. Ama okurun aynı yeri her seferinde başka türlü görmesini sağlayarak. Dünya da hepi topu işte o sınırlar içinde durandır. Anlatıcı da romanın hayalet kentinin hayalet kişisi için, "Buradan hiç ayrılmamış, hiç kıpırdamamıştı bile," derken bunu anlatır.

Romanı okumaya hazırlananlar, "Anlatılan gene de nedir?" sorusunu sorabilir elbette. Sanırım birbirine yakın karşılıklar verilebilir bu soruya. Anlatı boyunca kendi başıma fark edemeyeceğim ayrıntılarını, sırlarını birer birer bulduğum bir kentin öyküsünü okudum ben. Kenarda bir kent masalı. Aşağıda dipsiz bir kuyu, yüzeyde duranı için için kemiren bir kurtçuk, sürekli çatışmayı zorlayan bir yeraltı dünyası, yıkıcı ama asıl, gerçek olan. Yukarıda kendi karmaşası içinde yaşayan, yalnızca göründüğü gibi olan bir kent.

...

Devamını görmek için bkz.

Hüseyin Kıran, “Kenarda kalmaması gereken bir kitap: Kenarda”, Virgül, Aralık 2006

Bir yazarın anlatısını oluştururken tercih ettiği etkinlik konumu, yarattığı dil evreninin seçilmiş öğeleri, dil elemanlarının yerleştirilme biçimi, kurmaca metnin yapılandırılış tarzı, okura iletilmek istenen (ya da sadece ifade edilmek istenen) bilgi ve hayatlar, onun bilinç durumunun gerçek cismini oluşturur.

Bu bilgiyi kullanarak, eğildiğimiz edebi metnin ne’liğine dair sağlam bir irdeleme için bir başlangıç noktası, bir eşik bulabiliriz.

"Kenarda"da kullanılan dil soğuk, mesafeli, metaliktir. Asla coşkuya kapılmayan bir kalemin kılı kırk yaran üslubu karşılar bizi ilk satırlarda ve bu konumunu romanın son sayfasına dek elden bırakmaz. Böylece, romanın okur için kolay ilerlenebilir olmayan, sağlam, sanki kelime aralarına beton dökülerek sıkılaştırılmış cümleleri, aklın keskin kenarlarıyla kırılarak ilerlenebilen doygun maddeli felsefe metinlerini andırır.

"Kenarda"nın dilini oluşturan ve buzdan kalıplarla örülmüşe benzeyen cümle dizilerini okumak, dilin üstünde tutulan buzun dili uyuşturması gibi bir etki yapıyordur okurun zihninde.

Okurun sabrını zerrece dikkate almadan gerçekleştirilen bu romanın dilinin neden böyleliği üzerine düşünmek, romanı bir nebze olsun açan bir anahtar olabilir belki.

Doğal ki dil ancak anlaşılabilir olan bir hayatın verilerini iletmekte kullanılabilir. Ve bu hayatı kavrayan, çözümleyen, olay ve olguları yerli yerine oturtan, bunlardan...

Devamını görmek için bkz.

Mahmut Temizyürek, “Geri Dönülmez Biçimde Sürgün”, Virgül, Aralık 2006

Ayhan Geçgin, 1970 doğumlu; iki roman yayımladı. İki roman da birbirinin içinde yaşayan tek roman aslında, aynı kahraman var ikisinde de. Hiçbir şeye, yere ait değil, dahası “henüz var değil”, çünkü kendini bir “anlam”, bir “yaşam” içinde hissetmiyor. Kahramanın kendilik algısı hem geçmişe doğru hem de geleceğe doğru parçalanmış, atomize olmuş durumda. Abartıyla vurgulanmış “bir yarılma” ama daha fazlası değil. İki romanda da böyle bir yarılma algısının iki kenarından birinde kalakalmış bir birey var. Olabildiğince gerçek bir birey. İmgede kayıp gerçekte somut bir benlik.

Geçgin’in alışılmamış bir edebiyatı var. Asuman Kafaoğlu Büke’ye göre: “Ayhan Geçgin'in ilk romanı Kenarda için bir roman denemesi demek daha doğru olur, çünkü klasik romandan uzak bir roman anlayışıyla yazılmış. (…) Sanki açık bırakılmış bir kamera her şeyin görüntüsünü kaydetmiş ve bir şekilde sözcüklere dökmüş okura aktarıyor hissine kapıldım. Hiçbir kahramanın olmadığı, sadece sokak görüntülerinin aktarıldığı uzun bölümler boyunca sürüyor roman.” (Cumhuriyet Kitap, 2.10.2003.) Semih Gümüş’ün önemseyerek vurguladığı gibi, “alışılmış romanlardan değil.” Çünkü “Açık seçik bir konu çevresinde gelişen bir öyküsü yok”. (Milliyet Sanat, Kasım 2003).

“Eve dönmüştü” cümlesiyle başlar Kenarda. Dönülen “ev” bir sıla, huzurlu bir liman, barışçıl bir mekân değil, tam da kopuşun yeri; hem kendinden, hem...

Devamını görmek için bkz.

Emre Ayvaz, “Otobiyografik bir olgunlaşma hikâyesi”, Kitap Zamanı, Sayı 11, 4 Aralık 2006

Ayhan Geçgin’in üç sene önce yayımlanan ilk romanı Kenarda, zor ve güzel bir kitaptı. Güzelliği zorluğundan kaynaklanmıyordu, ama zorluğunun güzel olmasıyla yakın bir ilişkisi vardı. Edebiyat söz konusu olduğunda, ‘zor’ ve ‘güzel’ en boş sıfatlardan ikisidir. Bir kitabı zor bulmak da, güzel bulmak da en kolaycı ve hazır okuyucu tepkileridir genellikle. O yüzden Kenarda’dan ve şimdi de Gençlik Düşü’nden bahsedebilmek için ‘zorluk’ ve ‘güzellik’ meselelerine biraz girmek lazım.

Kenarda güzeldi; çünkü pek çok edebi riski göze alarak –bu risklerle yer yer ‘yaralanarak’ da aynı zamanda– kendi derdini dört bir tarafından kuşatmaya, derinlemesine ortaya çıkarmaya çalışan bir kitaptı. Güzelliği düzyazı inceliklerinden ya da karakter çizmedeki ustalığından değil, bir dokuyu, bir sesi, bir anlamı ısrar ve tutarlılıkla canlı tutabilmesindeydi. Dramaya ya da belirgin bir olay örgüsüne dayanmıyordu, dayanmayışıyla güzeldi, ama kitabın yara almasının, bir noktadan sonra topallamaya başlamasının sebebi de biraz buydu: roman hangi “roman anlayışı”yla terbiye edilmiş olursa olsun, nihayetinde ‘drama’yla, yani belli öğeleri olan bir hikâyeyle beslenen bir hayvandır. Hikâyenin nedensel yapısının o kadar gevşek durduğu Beckett kitaplarında bile –özellikle Molloy’la başlayan üçlemede– anlamı, edebi etkiyi ya da kısa yoldan ‘kitabın gücü’nü yapan...

Devamını görmek için bkz.

Bülent Eken, “Ses ve Manzara: Ayhan Geçgin Romanları”, Mesele, Sayı:4, Nisan 2007

Ayhan Geçgin’in yayımlanmış son romanı Gençlik Düşü üzerine, ilk kitabı Kenarda’yı da istisnasız hesaba katarak yazılmış birkaç değerlendirme yazısı, kitapta sezip ne olduğunu pek anlayamadıkları birşeye işaret ediyordu. Bu kitap(lar) sanki ne anlattığı kişiler, ne basettiği yerler hakkında; dolayısıyla aslında ne de anlatır göründüğü hikâyeyi anlatıyor. Hatta belki bir hikâye bile anlatmıyor, anlatamıyor. Bu durumun nasıl kavramlaştırılabileceği sorunu, novella’ya ait olanı roman formunda denemeye kalkışmak gibi bir saptamayı olanaklı kılmıştı örneğin. (Bk. Emre Ayvaz; Kitap Zamanı, sayı 9, 2 Ekim 2006) Ama Gençlik Düşü’nün hikâye ile olan sorununun yeterli bir kavranışını hikâyeleme içine düşecek bir ayrım verebilir mi bize? Elimizde edebiyatın merkezine ilişkin bir sorunu edebi çözümün başarısı/başarısızlığı gibi bir eksenin dışında, bu hep bilindiği hayal edilen şeyin dışında, tartışmamıza olanak veren bir yapıt var. Sadece böyle bir olanağı vermesi bile bu yapıtın Türk edebiyatındaki biricikliğini saptamaya yeter.

Gençlik Düşü’nün hikâye ile olan sorunu, paradoksal görünse de, hikâyeye geri getirdiğinde kendisine ihanet edeceği ama kitabın kendisini yüzyüze bulduğu, derinden hissettiği ve devam etmesini mümkün kıldığı için vazgeçemeyeceği birşeyin hikâyesini aramasından geliyor: elementer bir dünya; vizyonunu kendi içinde barın...

Devamını görmek için bkz.

Derviş Şentekin, "İyiler 'kenarda' kalmalı", Radikal Kitap Eki, 7 Ağustos 2009

Heranuş’u okurken bu öykülerin yüzbinlere ulaşamayacağını düşünerek hüzünlendim. Üzülecek bir şey yoktu aslında; Pascal Quignard’ın Roma’daki Teras’ını kaç kişi okudu ki! Ya da Ayhan Geçgin adını kaç kişi duydu? Heranuş’un yazarı Halil Genç’in adını da ‘bir avuç’ okur bilecektir eminim. Bu durum, ne Quignard’ın ne Geçgin’in ne de Genç’in umrunda olacaktır, buna da eminim...

Roma’daki Teras’ı okuduktan sonra şu satırları yazmışım üç yıl önce:

“Toplum olarak has edebiyatı terk edeli çok oluyor. Has edebiyat bağıra çağıra gelmediği; yazarının, –çok haklı olarak– kötüye alıştırılmış bir toplumda yazsam ne olur yazmasam ne olur, dediği; eleştirmenin, ‘yüksekçe bir yere çıkıp ses vermediği’; okurunun ise yalnızlaşa yalnızlaşa giderek yok olduğu için çöl büyüdü. ‘Bu da böyle bir dönemdir gelir geçer’, diyenlerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını not düşmekten başka çare yok gibi görünüyor. Doğanın kanunu: Kötü, iyi olanı hep kovmuştur... Bu durum Türkiye’ye özgü bir durum değil, biraz dikkatli bakınca tüm dünyada da, okunduğunun ertesi günü unutulmuş bir çöplüğe dönmüştür yüz milyonlarca zihin. Yazarın elinden çıktıktan sonra, esas olarak, okurda yaşaması; çağın, insana yüklediği boğucu/sıkışmış bir hayata yeni kapılar açması değil midir bir romanı değerli kılan...”

Hasan Bülent Kahraman’ın şu sözlerine katılmamak mümkün mü?

“Karakterine hâkim...

Devamını görmek için bkz.

Cem Öztüfekçi, "Yitip gitmiş, kenarda ve anti-kahraman", Agos Kitap / Kirk, Eylül 2011

Ayhan Geçgin, 1970’te doğmuş, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) felsefe okumuş; İstanbul’da yaşıyor. Metis Yayınları’ndan çıkan üç romanı var: Kenarda (2003), Gençlik Düşü (2006) ve Son Adım (2011). Açıkçası, üçüncü romanının özetini bir kitap ekinde görüp, yayınevinin de Metis olduğunu fark edince, okur olarak acaba bir yazar keşfeder miyim –ki ilk iki kitabıyla sadık okur kitlesini oluşturmuş bir yazardı ama ben cahilin tekiydim– diye düşündüm ve hazır yazarın sadece üç romanı varken, bari hepsini okumaya çalışayım, dedim.

Kenarda ile başlamaya çalıştım ama birkaç denemeden sonra, aklıma hastası olduğum yazar Barış Bıçakçı’nın yarıda bıraktığım ilk kitabı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi geldi, hemen Kenarda’yı elimden bıraktım ve Geçgin’in ikinci kitabı Gençlik Düşü’nü okumaya koyuldum. Bu arada, ne mutlu bana ki Barış Bıçakçı ile tanışma ve onun Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanından aynı adla uyarlanan filmde birlikte çalışma şansını yakaladım, ama hâlâ onun ilk kitabına dönüp bitirmeye çalışmadım – bazı şeyleri zorlamamak lazım sanırım. Okuma önerileri: Bizim Büyük Çaresizliğimiz (İletişim Yay., 2004), Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra (İletişim Yay., 2008), Aramızdaki En Kısa Mesafe (İletişim Yay., 2003).

Yitip giden bir gençliğin romanı<...

Devamını görmek için bkz.

Gün Zileli – Ceren Cevahir Gündoğan, "Ayhan Geçgin Romanında Kent, Zaman, Birey", Mesele Dergisi, Ocak 2015

Ayhan Geçgin romanı bir kent ve birey romanıdır. Onun romanlarında kent, moloz yığınlarıyla, çöplerle ve yığıntılarla sürüklenen başıboş bir sel akıntısıdır. Önüne geleni kendine katar ve akar. Nereye aktığı belli değildir, bir amacı yoktur. Delice çalkanır. Sonra durulur ve bataklığa dönüşür. Dışlanmışları kendine katar, onları örter, gizler. Geceyle gündüzün birleştiği noktalarda içinden kusup atar ve yeniden hareketlenir her şey. Bir taslak, bir tamamlanmamışlıktır, kalabalığı yalnızlıktır. Bireyler tek başına moleküller gibi birbirine düğümlenen sokaklarda sürüklenip durur. Kentin öyküsüyle bireyin öyküsü lağımsı bir akıntıda birleşir böylece.

Hayalet Sokaklar

Okur romanın içindedir artık. Binalar arasından bir siluet belirir. Yüzünü görmek mümkün değil bu uzaklıktan ama algılamak mümkün. Üç roman boyunca onunla birlikte yürüyeceğiz bozulmuş, çarpık, çıkışsız sokaklarda.

“Daha çok bir insan artığına, çürümeye başlayan bir cesede benziyordu… kimi zaman yürümekte zorluk çekiyor, nefes aldığında acıyla kasılıyor, bütün gücünün çekildiğini duyuyordu. Her koşulda diriden çok ölüye yakındı.” (Kenarda, s. 10)

“Kent onarılıp düzeltilmeye çalışıldıkça o daha güçlü bir şiddetle bozuyor, çözüyor, ayrıştırıyor, sokakları çıkışsız kılıyor, karmaşayı çoğaltıyordu. Sanki asıl gerçek olan oydu, İstanbul diye ...

Devamını görmek için bkz.
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X