Olcay A. Kara, "Tanıtım yazarından eleştirmene tiyo’lar", Radikal Kitap Eki, Aralık 2003
Sayın eleştirmen,
postayla eline geçmiştir ya da kitap eklerinde reklamını görmüşsündür, olmadı kitapçıların yeni çıkanlar rafında rastlamışsındır, hâlâ bulamadıysan ‘yayınevlerine/konularına göre kitaplar’ kısmına bak. Ayhan Geçgin’in Kenarda’sını ara. Yayınevini sorarlarsa Metis de! Eğer bir şekilde eline ulaştıysa, kitabı yavaşça aç. Yavaş dedim ama yaaavaş! Metis logosunun hemen üzerinde kısacık bir yaşam öyküsü var. Ayhan Geçgin 1970 İstanbul doğumlu. ODTÜ Felsefe bölümünü bitirdi. Kenarda ilk kitabı. İstanbul’da yaşıyor. Hemen öyle geçmeye kalkma, bi’ dur hele! Umarım elinin altında karayolları haritası vardır. E/eleştirmenlik kolay değil! Felsefe ile İstanbul-Ankara güzergâhlarını iyice belle! Kabak lastikli kamyon şoförlerinin kaba saba şakalarına aldırma. Duymazdan gel, gül ve geç!
Bir sayfa daha çevir ki, bu seni iki adım geriye, en başa, kitabın solgun kapağına götürecek, başın dönmesin, şaşırma! Künyeyi okuyunca senin de dikkatini çekecek; Emine Bora, kitap kapağı tasarımında Andre Kertesz’in 1954 tarihli bir fotoğrafını kullanmış? Kendi kendine sor: Neden? ve belki de Acaba? Kertesz’ in fotoğrafla tanışması için neredeyse ölmesi gereken babasıyla, Geçgin’in Kenarda’sındaki neredeyse ölen baba arasında bir bağlantı kurma olasılığı kaçta kaç? Kenara not et, önemli olabilir, bu fotoğrafçıyı araştır! İki kitaptan oluşan romanın ilk bölümüne, ‘Yer Tedirginliği’ yazısının altındaki yana yatık kalp şeklindeki hüzünlü yaprakcığa kadar katedilmesi gereken öyle çok yol var ki! Acele etme.
"Eve dönmüştü. Ame ev sonunda dinğinliğin kazanıldığı sakin liman ya da barışçıl bir yer değildi. Hiçbir zaman öyle olmamıştı. Daha çok eve ait her düşünce, silik ya da belirsiz olsa da anımsanan her olay onda demir cendereye yakalandığı duygusu uyandırıyordu. Vardılar. İçeride deviniyorlardı. Ama sanki (…)"
İlk cümlelerin eşiğinden içeriye girer girmez, kapının sertçe ardından kapandığını işittin mi! Ürper ama sakın korkma! Sayfalarda ilerledikçe, evin içindeki duygu tanıdık gelsin sana, aslında evin dışında da ikizi duygularla sıkışıp kaldığını anımsa. "Pencere bir dış dünyaya açılmıyor, içeriyi gösteriyordu. Semtin bütün sokakları da dolanıp dolaşıp, birbirlerine bağlanıp düğümlenip, bir yokluk, bir belirsizlik, bir bilinmezlik bölgesi olarak beliren içeriye, dipsiz kuyuya bağlanıyordu. Bu dipsiz kuyu kentin altına bağlanmıştı. Bir yerden diğerine (…)" De ki, öyleyse bu, bu hani yamuk yumru kapılardan içeriye sızan ve dışarıya harlayan boğuntu. Ellerini kulaklarına götür ve çekip kopar onları, Kenarda’kilere kulak ver!
Mekânların neresi iç, neresi dış? Evlerden atölyelere geşiçte trafiğin en yoğun olduğu noktalar gerçekte nereleri? Hangi ara mekânlarda toplanıp dağılır kenarlarda biriken kalabalık? Bir satıh ne kadar yüzeysel olabilir? Bu heryeri birbirinden güzel memleketimizde kaç adet mezarlık kestirme yol olarak ve kimlerce kullanılmaktadır? 10 yıllık planları ve 3 yıllık istatistikleri bir karıştır. Tanıtım yazarı olmamın dağınıklığına ver, şimdi adını ve nerede okuduğumu hatırlamıyorum, "geçgin" yaşlarda keşfedilen bir mimar: Mekânların ne olmak istediklerini söylediklerini iddia ediyor. Çok ilginç. Mimarlar Odası’yla konuş, onlar sana yardımcı olabilirler. Sana kalmış. Şey’lere içkin o kadar sarhoş edici aşkın sorular sorulabilir ki! (…) İşin kolay değil. Karşında alışkanlıklarının kabuklarını oyabilecek bir anlatım var. Kendini reddeden, koca bir boşlukta sallanan, toplanıp dağılan cümleler. Heyecanlan! Kaynaklarına bir uzanmaya, anlamaya çalış, nedir bu kitap boyunca neredeyse biteviye sürüp giden bir cümle yapısındaki ısrar? Zamanları geçmiş midir, geniş midir? Şimdiki zamanında ölç ve neyle karşılaştın!.. Hissetiklerinin sende kalsın, ramaklarından döndüğün o hissedemediklerini anlat bana!
Şöyle bir hafızanı yokla! Sadece birkaç cümle etmek için yazılan kitaplar, evet var! Peki birkaç adet sözcükle yazılan bir kitap nasıl çatılabilir? Matematiği ve problemlerini sev! Bir yazar, nasıl birkaç parça sözcükle, son yaprak boşluğuyla –ki o boşluğa kitabı okuyan herkesin 200 yazmasını tanrım nasıl bütün kalbimle isterdim– İkiYüz sayfalık bu roman yazar? Hacmini böyle nasıl genişletebilir?… Not et bakalım, bi’ araştır. "Kenarda ve Romanda Kahramanlar" başlıklı ayrı bir çalışma, gerçekten de iyi bir fikir. Öyleyse sen de farkettin! Kahramanların adları nasıl da mesela N. gibi noktalanıyor, Si gibi siste silinip gidiyor, Hortlak gibi ölmüş lakaplara dönüşüyor. Onların hepsi arkadaş/anne/baba/ konukomşu/ hısım/akraba/dayı/amca/ kızkardeş, onlar herkes ve hiç kimse… Peki nerde dolanırlar? Bak orası doğdukları aylar kadar yaklaşık değil, kesinliğe mahkum: Kenarda. Onlar okullara/mezarlıklara/ atölyelere/caddelere/birahanelere/çay ocaklarına/parklara adlarını kaybetmeye gidiyorlar. Demedi deme! Rasgele bir paragraf aç, göreceksin, cümleler sonlarını Geçgin’e şöyle bitirtiyorlar: "(…) oturuyordu. (…) bakakalıyordu. (…) ilerliyordu. (…) gidiyordu. (…) çalışıyordu. (…) kıpırtısızdı. (…) akıyordu. (…) kaplıyordu."
Soluğunu iyi ayarla. Derin bir nefes al. Ve dal hadi kitabın içine bak saat tutuyorum, kaç dakika Kenarda kalacaksın bakalım. Aslında elbette her zaman gelip geçtiğin ama hiç adım atmadığın yer, meğerse her yer’miş! Üstelik bu kitap, semtlerin adına bakıp da aldanma, İstanbul’da geçmiyor. Bu roman İstanbul’dan çıkıp çok ama çok ötelere geçiyor. Peşinden koş, ona yetiş! Tanıtım yazılarının böylesi uçucu yargılarını yerli yerine sen oturt; onlarla yüzleş.
Bu roman bir başka deviniyor. Bu roman şehirlere ve insana dair "tipik" olanları tipsizleştiriyor, façalarını bozuyor. Sen de farkettin mi, kitaptaki görüntüler, Geçgin’in gözlerindeyken, nasıl da donup kalıyor… Adeta bir kişiliğe bürünüyor demekle şimdiye kadar kastettiğin sakın bu kitapta olmasın! "(…) Önce birbirlerinin halini durumunu soruyorlar; İs soruyor, öbürü işlerin hiçbir zaman iyi olamayacağını belirten bir edayla iyi olduğunu söylüyor, bu kez siyah pantolonu, parlayan beyaz gömleğiyle öteki arada bir istemdışı yapıyormuş gibi çevresine bakınarak, bazen de bir şeyi göremiyormuş da görmeye çalışıyormuş gibi boynunu sağa sola, öne ya da geriye uzatarak İs’in hatırını, bir düzenek, çevrilecek bir iş buldun mu der gibi ne yaptığını soruyor, İs de büyük bir şeyin peşinde olduğunu bildiren bir edayla iyi diye yanıtlıyordu. ‘Bu da yeğenim,’ deyip onu gösteriyor, öteki bu kez ona nasıl olduğunu soruyor, biraz sonra eğilip yanan mum kılığındaki rahatsız edici gaz lambasını söndürüyor, ardından bir sessizlik çöküyor, birden daha yeni anımsamış gibi ‘ne içersiniz?’ diye soruyor, çay söylüyorlar, çaylar geldikten, çöken bir sessizlikten, ardından öteki yeniden bıynuna uzatıp çevresine baktıktan, yerinde bir iki kıpırdadıktan sonra (…)" Beni dinle, cümleler biter diye boş yere bekleme! Kitabı kendi kurgularına çekmeyi bırak! Kenarda’da inatçı ihtiyarlar, okuldan sonra evlenecek kızlar, her biri yakınımız olabilecek kayıp ruhlar var! ‘Onlar eyleyen’, onlar daha şimdi kalbimizde dolanırken birdenbire sıvışıp kaçan yakınlar ve yakınlıklarımız, onlar aramızda yaşayan tedirgin ruhlar!
Kitabın ikinci bölümü ‘Ay Tedirginliği’nin sonuna kadar git! Oralarda bir cümle var, bul onu! Hikâye kimseye ait değildi, bu uğultu, bu dumandı. Şöyle şık, okkalı bir laf yakıştır: Kişisel dramlara içerik ve çeşni olan eski vaziyetler, Ayhan Geçgin’in Kenarda’sıyla –pek rastlanmadık türden yepyeni taleplerle– karşımıza çıkıyorlar; toparlarsak kendi hakiki/biricik dramını geri istiyorlar.
Tanıtım yazarınız, bu –kurucu olduğunun zevkle altını çizdiği– kitapla ilgili –yaratıcı olacaklarına inandığı– eleştirilerinizi hürmetle bekler! İstanbul’a saygılar, sevgiler.