E. Mahmut Haktan, Cumhuriyet Kitap Eki, 5 Mayıs 2016
Sema Kaygusuz'un romanı Barbarın Kahkahası, bir motel içindeki bireysel huzursuzluklardan, toplumsal kırılma noktalarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor okurunu. Kaygusuz'la romanını, edebiyatı, bugünü ve ödülünü konuştuk.Zor bir soru olabilir ama Barbarın Kahkahası'nın, sizin edebiyatınızda nerede durduğunu düşünüyorsunuz?Gerçekten de zor soru. Tam olarak yanıtı bilmediğim için tahminde bulunacağım.
Barbarın Kahkahası benim ruhsallığımda bir dönemin, tematiği "plebisiter şiddet" olan tarihî bir kesite denk düşüyor.
Yüzünde Bir Yer’i yazdıktan sonra birçok açıdan sarsıntılar yaşadım. Zemin kaydı. Aldanışlar, kopuşlar, hayal kırıklıkları, gönül yaraları; bildik ama özel, bir yandan genellemelere açık öte yandan biricik, hem iç hem dış yaşantılar. Bunları bir kenara koyalım. Ama bir de hepimizin beraberce geçtiği bir dönemeç var ki yaşanan korkunçluklar, dipsiz müptezellik, utanç verici görüntüler, seyirci kaldığımız sefalet, toplu katliamlar, uc uca eklenen bireysel cinayetlerin sonunda ortaya çıkan kadın cinsinin kırımı.... Şu anda benzersiz bir kötülüğün içinde, bütün bu yaşananların kötülük olduğunu –kötülükten anladığımız kadarıyla tabii- anlatmaya çalışıyoruz. Böyle bir ortamda doğal olarak edebiyat içre icat ettiğim dil ile yanık et kokan dünya arasında uçurumlar açılmaya başladı. Belki de benim beceriksizliğimdir, bilemiyorum. Yaşamsal aciliyeti olan durumlarda
Yere Düşen Dualar’ın hayvansı yazarı gibi düşünemiyorum ya da
Yüzünde Bir Yer’deki Tanrı dilim yetmiyor. Bırakın Tanrı'nın dili, Tanrı'nın kendisi bile yetmiyor. Ben eskiden Tanrı'yla güreşir, söyleşir, onunla şarap yapar, koyun koyuna sarhoş uyurdum. Birkaç yıldır göksel oyun alanımı, göğsümde kurduğum şölen sofralarını, en dibe inen gözükara sohbetleri kaybettim. Sonra içimden şöyle dedim: İnsanlar çocuklarını kaybediyor, bu ne ki.
Karaduygun, ağız dolusu bir sitem olarak çıktı; ardından dişil bir meydan okuyuş olarak
Sultan ve Şair, en sonunsa tümüyle geriye çekilip
Barbarın Kahkahası’nı yazdım.
Barbarın Kahkahası, dünyayla aramdaki uzaklığın şu anki ölçüsüdür. Agoradadaki o büyük labarba! Korkunç kakafoni. Romandaki bütün inceliklerden ve kabalıklardan, kalabalıktan ve çiğliğin sorumlusu ben değilim. Ama yazdım. Kalbimde başka bir romanın fetüsü uyurken, kendi öznelliğimi feda ederek yazdım. Romanın sonundaki sunu sadece keçi değil yani. O saf barbarı çağırırken kendi kanımı da döktüm.
Edebiyat bazılarımız içindirBarbarın Kahkahası'nın çok katmanlı yapısına eklenen, satır aralarında dolaşan pek çok kavram ve olgu var. Yüzeyi kenara koyup biraz derine indiğimizde nelerle karşılaşıyoruz alt metinlerde? Ya da neleri görmemizi umut eder Sema Kaygusuz?Umut etmek dersem fazla ümitsiz bir şey söylemiş olurum. En nihayetinde edebiyat bazılarımız içindir, yazar da bazılarımıza yazar. Dolayısıyla daha yazmaya başlamadan okura zaten güveniyor olman lazım. Ayrıca kitaplar ağaçlara benzer. Toprak tutarsa zamanla köklenir, zaman içinde meyvelenir, o meyveyle ağrır, hasat zamanı budanır, zamanla kültürün bir parçası olurlar. Hiçbir kitap yabani değildir. Biz post-romantikler kitaplara yüksek anlamlar atfedip ruhumuzun el değmemiş odalarında saklamaya çalışsak da onlar, o sürekli içerlediğimiz uygarlığın içinden yazılır. Benim barbar, tam da böyle bir paradoksa denk düşüyor olabilir. Kültürle doğanın, toplumla bireysel özgürlüğün, dinle tanrısallığın birbirini ite ite birbirine geçiştiği “ortamda” geçiyor. O ortamda aile var, tüketim ilişkileri var, cinsiyetçilik, zorbalık, milliyetçilik, ayrımcılık, inkarcılık her şey var. Ama en temelde, bir itiraz olarak barbar var. Avlanan ve yediği etin bedeline açık, yeni bir ocak teklif eden barbar. Ortalığa işeyerek huzurbozan başka bir barbar. Sidiği bir şifa vesilesi olarak yeniden dolaşıma sokan bilge bir kadın olarak barbar, Cebrail'iyle çarpışan başka bir barbar. Onların hepsi evcilleşmeye ve uzlaşmaya karşılar. Kimsenin yabancısı değiller. Dolayısıyla teselli veremeyecek kadar cesurlar. Şimdi görüyorum; içinde bulunduğumuz haşin kültüre karşı nostaljik aile savunusu yapan bazı yazarlar oluyor. Teselli eden edebiyatçı olur mu hiç? Kapitalizmin ve faşizmin kaynağındaki aileyi yüceltmek demek peygamberliğe soyunmak demektir. Sen de bir din istiyorsun o zaman. Okurları da mürit olarak görüyorsun demektir. Halbuki yazar bütün bilgeliğini cahilliğinden kotarır. Teselli vermek gibi bir hileye başvurmaz. Yazar dediğim kimse (bence şair desek daha güçlü bir ifade olur), böcekle evren arasındaki sonsuza bölünebilen yakınlığı merak etmekle meşguldür. Benim barbarlarım da bence öyle insanlar. Bütün kıyıcı sohbetlerini, asap bozan sorularını öne sürerek kendi hayatlarının şairi olanlar.
Sağ kültür hiçbir şey üretemezGündelik bir yaşantıdan akıyor Barbarın Kahkahası fakat kadim sorunlara bakmak istiyor daha çok. Gündelik yaşam nasıl nüveler veriyor size bu köklü dertlere eğilmek için? Türkiye'nin hesaplaşılmamış geçmişi gündelikte nasıl bir yer buluyor kendine?Gündelik yaşantı ne yazık ki boğuyor. İnsan içinde yaşayınca bu boğuntunun ne kadar kalın kabuklu, nasıl da pis olduğunu unutuyor zamanla. Doğal bir mikro-klima haline geliyor. Ama ne yazık ki doğal değildir. Doğadaki kederin kaynağı kötülük değil, yaşamsal döngünün melankolik neşesidir. Gecenin sessiz anlarında, kedinin kuyruğunu yanına kıvırışında, çalgının tellerinin titreyişinde parlayan o hüzünlü neşeyle insan oluruz biz. Yapayalnız olabilmeyi olduğumuzda. Bunun dışında bir aradayken sadece vatandaşız. Vatandaşlığın da türlü tonları var tabii. Kuzeyde bir vatandaş olmakla Türkiye’de vatandaş olmak arasındaki fark gibi. Mesela bizim buradaki birçok solcu, Norveç’te sağcı olarak kabul edilir. Şimdi böyle bir ortamda en göze çarpan huy o devasa ikiyüzlülük. Yağma kültürünün topluma ektiği ikiyüzlülük, her dönem sürekli kendini dille yeniliyor. Mülkiyet ilişkimiz o kadar sapkın ki tartışmaya açıldığı anda mal korkusu her şeyi bastırıyor. Bence Ermeni soykırımının halen konuşulamamasının altında yatan en büyük neden mal korkusudur. Bu yüzden esnaf kültürü her şeyi belirliyor olabilir. Yağmacı babaların pazarlamacı oğulları... Ürünü alıp üstüne kâr koyarak satan ve bunu haşince yapan esnaf kültürü üretim ilişkilerini dolayısıyla siyasi eğilimleri kolayca belirliyor. Sağ kültür hiçbir şey üretemez. Üretilene kendi anlamını yükler, parçalar, yağmalar ve bunu gelenekselleştirir. Sol ahlak ise bereket esasına, zanaatkârlığa, biriktirmemeye, yığmamaya özenir.
Barbarın Kahkahası bu anlamda maruz kaldığımız sağcılığın sadece siyasi bir fikir değil, başlı başına bir kültür formu olduğunu gösteriyor olabilir. Becerebildiysem tabii. Siz bunları bir iddia olarak kabul edin.
Peki Sema Kaygusuz ne öğrendi bu romanı yazarken?
Yeni yazacağım romanı nasıl yazacağımı ve elbette nasıl yazmayacağımı öğrendim.
Yunus Nadi Roman Ödülü'nü almak ne hissettirdi size? Nasıl bir önemi var sizce bu ödülün? İyi edebiyatı ödüllendirmenin anlamlı olduğunu düşünüyor musunuz?
Doğrusu edebiyat kurumları edebi değildir. Adı üstünde kurumdur. Ödül almaksa her şeyden önce eğlencelidir. İnsanın kadeh kaldırıp kutlayacak bir bahanesi oluyor, bu da az şey değil. Bu anlamda ruhsal olarak Yunus Nadi Roman Ödülü’nü sevinçle kabul ediyorum. Ne var ki hiçbir ödülü ve toplumsal başarıyı özüme katmadığım bilinsin isterim. Ne de olsa kendi payıma en önemli dersleri yanıldığımda, yenildiğimde, yitirdiğimde aldım.