 | ISBN13 978-605-316-155-4 | 13x19,5 cm, 120 s. |
Liste fiyatı: 172.00 TL İndirimli fiyatı: 137.60 TL İndirim oranı: %20 {"value":172.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"11348","item_name":"Aramızdaki Ağaç","discount":34.40,"price":172.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Aramızdaki Ağaç Yazılar Yayıma Hazırlayan: Semih Sökmen Kapak Tasarımı: Emine Bora Derleyen: Yeşim Vesper |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Mart 2019 | 3. Basım: Mart 2023 |
Sema Kaygusuz’un düzyazılarını bir araya getirdiği Aramızdaki Ağaç 21 yazıdan oluşuyor. "Şimdi diyorum ki dost, aramıza koyacağımız udu henüz hak etmedik biz. Meragi’nin bestelediği Şirazi güftelerinden bihaber kan koklayan vahşi hayvanlar gibi kör olası cahilliğimizle ömürsüz güzelliği arıyoruz yüreğimizde. Ne kültürsüzlükle ne de savaşla açıklanabilecek bir nasipsizlik bizimkisi. İnsanı anbean çürüten meraksızlık. Diyorum ki, gel yürekten bir meydan okumayla aramıza ud-i mükemmel’i koyalım. Parçalamak için ama. Telleri sökerek deneyelim önce, ud-i ekmel olalım. Baktık olmuyor, anlayamadık, bir tel daha söküp kâmil olalım. O da olmadı hamlığı göze alıp telsiz bir tekne yapalım seninle, yahu bundan saz olur mu diye birbirimize soralım. O da olmadı öd ağacının kaba kütüğüyle baş başa, bomboş, apaçık, yapyalnız olalım. Dost. Mümkünse bir ağaç bulunsun aramızda. Kendi ödümüzdeki arzudan başlayalım."  | İÇİNDEKİLER |
Dilenci ve Allah Periler Üç Kelebek Anneyi Gör, Öyle Büyü Hunganga Müstehcen Kadınlar, Bölücü Erkekler Buradan Bakmak Ulusal Edebiyat Gözün Kayıp Oyuğu Dünyalılar Kuşların Öğüdü Karganın Gömdüğü Habil Ezeli Bir Yabancı, Alevi Ejderhanın Cinneti Hınç Rejiminde Direniş Açlığı Yaratmak Dilin Kahreden Şenliği ya da Şiir Kibrin Gizli Seremonisi Neurergus Strauchii Munzurensis Canlının Arkasında Öd  | OKUMA PARÇASI |
Periler, s. 19-23 Perilerin kol gezdiği bir evi vardı babaannemin. Ben o evi dünyada hiç olmayan bir yer sanırdım da, yedi yaşında bakan gözlerimle, odalardan odalara geçerken tenime değen perilerin kara gözlerine bakardım. O evdeki zaman, sadece nabızdı. Zembereksiz, çevrimsiz, yelkovansızdı. Birçoğuna göre ürkütücü bir kadındı babaannem. Gün ışırken beyazlar içinde yatağından kalkar, bütün pencereleri açıp meleklere fısıldar, onları evin içine davet ederdi. Günışığının değdiği taşları öperken dünyayla kurduğu ilişkiyi sakınmasızca yaşardı yani. Kendi doğaüstü dünyasını yalnızca çocuklara inandıracağını bildiği için olsa gerek, bir tek bana gösterirdi perilerini. Hızır’ın ahşap döşemeyi gıcırdatan ayak seslerini dinletir, Albastı’nın iç gıcıklayan kahkahasından korkmamam için cesaret verirdi. Hiçbir ses duymazdım oysa. Duyduğumu sanır, duyuyormuş gibi yapardım. Kuşkularımı ustaca saklayarak çocukça bir zekâyla onu rahatlatır, bana teslim olmasını sağlardım. Böylece babaannemi daha çok dinleyebilir, her dediğini duyardım. Geceler boyu anlattığı masallarla, kendi imanının aynısını göğsüme ekmeye çalışırdı. Bir insana bakınca açlığını görmenin ince bilgisi vardı onda. İncirin karşısında incir, karanlığın içinde karanlık, suyun önünde su olmanın bilgisi. O bilgiyi merhametinden alıyordu. İmanıyla uydurukçuluğu birleşince olağanüstü bir dünya çıkardı ortaya. Evin mutfak penceresi evrene değil de babaannemin kozmosuna açılırdı o zaman. Mısır bahçeler... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Emek Erez, "Taşın, doğanın, dişilin sesi...", Gazete Duvar, 7 Mart 2019 Farklı konuları bir arada ve birbirine dokunan bağlamlarla işleyen metinler, bizi başka temalarla karşılaştırırken aynı zamanda çoklu duyguları aynı anda hissetmemize sebep oluyor. Bunun getirdiği düşünme pratiği, bir yandan farklı görünen ama kendi içerisinde bütünleşen parçaların birbirine eklenmesini sağlarken, diğer yandan hissettirdikleriyle okura başka pencereler açıyor. Çünkü bir anlamda metinlerarası bir diyalogun içinde oluyorsunuz artık. Aynı kitabın içerisindeki her okuma deneyimi bizi türlü düşüncelerle buluşturuyor ve tüm metinlerin bir yerde diğeriyle ilişkilenen ayrıntıları olduğunu fark ediyorsunuz. Çünkü metnin düğüm noktası bu ayrıntılarda gizli oluyor, orası dönüp dolaşıp çıktığımız yer, duygularımızın ve düşüncelerimizin, metnin üzerimizde bıraktığı etkinin toplandığı yer. Bu nedenle derleme metinlerde o düğüm noktasını bulduğumuzda aslında tüm metnin sorunsalını da yakalamış oluyoruz. İşte ondan sonra çözme kısmına geçiyor zihnimiz, sorunu bulduğumuzda, metnin olanaklarıyla düşünme, imkânlı olana yaklaşma da sanırım burada başlıyor. Sema Kaygusuz’un Metis Yayınları tarafından basılan, Aramızdaki Ağaç adlı metnini okurken yukarıda bahsettiklerimi düşündüm. Yazarın farklı yerlerde yazdığı yazılardan derlenen bir metin Aramızdaki Ağaç ancak bahsetmeye çalıştığım gibi farklı temaları olsa da ortak bir düğümde buluşan yazılardan oluşuyor. Sö... Devamını görmek için bkz. |  |
Esra Yalazan, "Merhametin dili ve 'Aramızdaki Ağaç'", ahvalnews.com, 9 Mart 2019 Bazen sevdiğim kitapları onları sevme ihtimali olan okura anlatmak için okurken, zihnimde bir yarık oluşuyor. O vakit okumanın rutin ağırlığından sıyrılıp biraz soluklanabilmek için yazının mahrem dünyasına sokuluyorum. Epeydir uzak kaldığım mavi defterim, bu dünyanın ağrısıyla, hoyratlığıyla, acımasızlığıyla baş edebilmem için merhametli bir kız kardeş gibi eşlik ediyor bu aralar. Lekesizliğiyle kışkırtan boş sayfalara dalgın bakarken, ruhumu düğümleyen duygu karmaşasının yazdıkça çözüleceğini biliyorum. Kelimelerin cezbedici tuzaklarına, hayatı yazının tecrübesiyle, sezgisiyle kavrama gücüne inanıyorum çünkü. Okuduğum hikayedeki bir an, bende iz bırakmış başka bir anla buluşup yazının diline dönüştüğünde, olup biteni daha iyi görüyorum. Avını yakalamak için ağaca tırmanan kedinin gayretini, gizlenmek için aşağılayıcı cümleler kuran bir erkeğin sesini, suçluluk duygusu biriktirmiş ihtiyarların hırçın cümlelerini, birbirlerine ihtiyatla yaklaşırken bile ruhlarına merhametle dokunan kadınların iç sesini yazarken daha iyi hissediyorum. O sabah da öyle oldu. Erken baharın ilk müjdecilerinden olan neşeli mimozaları koklamak için dışarı çıkmadan evvel defterimi ve Sema Kaygusuz’un kitabını çantama attım. Heyecanlı kuşlar misali etraflarındaki her şeyle “cilveleşen” kadınların olduğu bir kafeye oturdum. Onların cıvıldaşmalarını dinlerken “merha... Devamını görmek için bkz. |  |
Adalet Çavdar, "Dünya benim mahallem", T24, 21 Mart 2019 Duygular, mekânlar, ortak hisler üzerine kurulu metinler, yazarın hayatından bir anı ile başlıyor ve o anının değdiği bütün kapılar metnin içinde bir bir açılıyor. Aklımızın içinde bir labirente sokuyor bizi Sema Kaygusuz, günlük hengameyi yaşarken bir an olsun durup düşünmediğimiz, hissetmediğimiz bazı duyguların, duyuların pencerelerini aralıyor, salonun ortasına perilerini davet ediyor. Sonrası hep beraber çember hâlinde bir sohbet ortamı. Siz dilerseniz buna dertleşmek deyin, dilerseniz paylaşmak ya da sadece kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilkiye nedir derdiniz, neden böylesiniz diye sormak. Sema Kaygusuz’un 21 düzyazısını bir araya getiren Aramızdaki Ağaç, yazarın farklı zaman ve mekânlarda yazdığı yazılardan oluşuyor. Beni metinlerin içinde en etkileyen şey yazarın inceliğe verdiği önem oldu. Kabalıktan ve gürültüden yorulan insanlar için Kaygusuz’un metinleri bir dinlenme ve dinleme molası verdiriyor. Birbirinden bağımsız görünen metinlerin aslında hepsi bir fanusun içinde bugün birbirimize duyuramadığımız sesleri usul usul çıkarmamızı sağlıyor. Edebiyat, tarih, mitoloji, din, felsefe, sosyoloji, politika pek çok alan metinlerin içinde yerlerini alıyor. Bir meseleye ne çok yukarıdan ne de çok içeriden bakıyor yazar, kendisi ve dünya ile arasında koyduğu mesafeden yaklaşıyor yazdıklarına. Temel konulardan biri merhamet örneğin; merhametin tarihinin başka yerd... Devamını görmek için bkz. |  |
Uğur Aktaş, "Sema ile Aramızdaki Ağaç, şiir", K24, 28 Mart 2019 Aramızdaki ilk düğümü Sema attı. “âlem, öldüğümde” isimli şiirimi alıp Yere Düşen Dualar kitabının ortasına koydu; aynı şiir benim kitabımda Sema’ya hediyedir. Kitaplarımızda birbirimizin adı var, birbirimizde hakkımız var. Sonradan o şiirin olduğu kitabım yayımlandığında, “seninle aramızda büyük bir orman var” diye imzaladığımı hatırlıyorum. Sanırım Sema o şiirde en çok “yeryüzü tanımaz denizi/ sadece ıslak bazı çukurları” dizelerini sevdi, en azından ben öyle olsun umuyorum. Sema’nın son kitabı Aramızdaki Ağaç’ı okuduğumda, bu tahminim biraz daha güçlendi. Yazılarında Hölderlin’in “insan pek çok şey yaşadı/ ve birçok göksel şeyi adlandırdı” dizelerini tekrarlaması da buna kanıt; alıntıladığım dizelerimdeki kastım her ne kadar tersi olsa da. Kısa yoldan İlhan Berk gibi diyelim; “adlandırmak ölümdür.” Bana kalırsa, insan dille beraber büyük bir istifleme işine girer, kültür, örf, fikir, deneyim… Artık adlandırdığı ne varsa biriktirmeye başlar; daha da önemlisi dillendirdiği, adlandırdığı şeyi duraksatır ve artık hiçbir şey ilk hâli gibi ya da ilk seyrinde değildir. Hölderlin’den yolla diğer tarafa meyletse de Sema da hissediyor bunu: “Sözcüklerden başka hiçbir halt olmadığımızı düşündüğüm zamanlar oluyor. Halt derken kelimenin tam anlamıyla insanın kendini türlü yanılgılarla, kanılarla, inançlarla katıp karıştırarak var ettiğini sandığı benlik bulamacından söz ... Devamını görmek için bkz. |  |
|